Gerard De Villiers – 69 Zairede Korku

iki zenci, ağır adımlarla Intercontinental Oteli’nın yüzme havuzunu kafeteryasından ayıran basamaklardan indiler ve durdular. Kara gözlüklerinin arkasına gizledikleri bakışlarını geniş şezlonglara uzanmış insanların üzerinde gezdirdiler. Akıllarından neler geçirdiklerini ancak Tanrı bilirdi. Kendilerini farkeden garsonlar belli belirsiz bir telaşla kıpırdanıp hareketlerini hızlandırdılar. Bu iki yabancının üzerlerinde sahra tipi Mao yakalı kahverengi birer ceket ve uygun pantolonları vardı. Bu giysi tipi, Mobutu zamanından Çin ile aralarında yaşanan sempati döneminden yadigâr kalmıştı ve genellikle göğüslerinin üzerinde önder’lerinin fotoğraflarını taşıyan bir rozet bulundururlardı. Kendilerini kasıp belli etmeseler de, geniş kara gözlükleri, kararlı tavırları ve sağlam yapılı duruşlarıyla CND’ye* bağlı “Rejimin sadık kulları” oldukları hemen belli oluyordu. Düşüncelerine karşıt kişilere son derece merhametsizdiler, işkenceci oldukları pek söylenemezdi, ama adam öldürme konusunda gözlerini kırpmazlardı. Arabayla çiğneyerek ya da sopayla döverek incelikten yoksun bir yöntemle düşmanlarını yok ederlerdi. Ama son derece gizli görevlerde kurbanlarını timsahlara attıkları da olurdu. Kafeteryada öğle yemeğini yiyen Josse Braaskart gözleriyle iki zenciyi inceledi ve aniden midesi kasıldı. Çatalını bıraktı ve * Ulusal Haberalma Örgütü 5 alnında oluşan terleri peçetesiyle kuruladı. On beş yıl önce Katanga’da “Lionel” komandosu olduğu günleri göz önüne alındığında, yüz on kiloya yaklaşan cüssesiyle ağlanacak ve acınacak bir durumdaydı. Zencilerden biri başını yavaşça adamdan yana çevirdi. Karşısında oturan melez güzeli Liza’nın dekolte elbisesi bir rahibi dininden saptırabilirdi.


Josse henüz birkaç dakika önce, tenini okşadığı bu kadının kendisine sunulmuş dünyanın en güzel hediyesi olduğunu düşünmüştü. Temkinli ve saygılı olmaya özen göstererek bakışlarını tekrar kadının iştah açıcı göğüslerine kaydırdı. Siyahi ordan uzaklaştı ve Josse önündeki soslu cossa cossa’ya* çatalını batırıp ağzına yuvarladı. Eğer rejim muhafızları kendisi için geldiyse, yapabilecek hiçbir şey yoktu. Sinirli bir şekilde masasına çarpan garsona döndü ve: — Yo*, dedi. Biraz dikkatli olamaz mısın? — Özür dilerim sahip! diye cevapladı genç adam. Zaire’de siyahlar, bağımsızlıktan onca yıl sonra bile beyazlan “Sahip” diye çağırmayı sürdürüyorlardı. — Ne düşünüyorsun? Liza ojeli uzun tırnaklarını Josse Braaskart’ in tombul bileği üzerinde çekingen bir tavırla dolaştırdı. Liza geniş kalçaları, dik göğüsleri ve yumuşak teniyle ihtiras dolu bir melezdi. Dolgun dudakları, yuvarlak kıvrımları aşırı bir istek uyandırıyordu. * Afrika’da özel bir sosla sunulan iri karides * Sen 6 Josse Braaskart hemen cevap vermedi. Gözleriyle hâlâ iki CND ajanını izlemeye devam ediyordu. Muhafızlar şezlongların arasında ilerlediler ve Die Velt gazetesi okuyan mayolu, bronz tenli, uzun boylu sarışın bir adamın yanında durdular. — OTRAG’ın adamı dedi, Josse kaygıyla. Bu örgütFransa’nın üçte ikisi kadar bir bölgeyi füze denemeleri için Zaire’den kiralamış bir Alman kuruluşuydu ve parayı Mobutu’ya ödüyorlardı.

Son yapılan bir ay önceki denemede füze neredeyse gösteriye davetli önder’in başına düşecekti ve Başkan kılpayı kurtulmuştu. Josse birdenbire bu iki ajanın o olayın intikamını almaya niyetli olabileceklerini sandı… Adamın omuz başına dikilen ajanlardan biri Josse’nin bir kez karşılaştığı sarışını dürttü. Josse önündeki meleze döndü. — Kalkın! Kalın dudaklardan dökülen Fransızca kelimede hiç sertlik yoktu. Malko gazetesini bırakıp gözlüklerini çıkardı ve ayağa kalkarak iki siyahinin önünde dikildi. Adamlar kendisinden en az on santim uzundular ve sırtları yüzme havuzuna dönüktü. Aşırı geniş gözlükleriyle kurgubilim filmlerindeki sineklere benziyorlardı. — Neden? diye sordu Malko. Siz kimsiniz? — Bizimle geliyorsunuz, diye tekrarladı ilk konuşan. Sorguya çekilmeniz gerekiyor. Gidin, giyinin. Şezlongun etrafını çevirmişlerdi. Kendilerin7 den emin ve çok soğukkanlıydılar. Siyahilerden hiç konuşmayanı, sağ elini kaba bir şekilde Malko’nun omzuna koydu ve ilerlemesi için öne doğru itti. Kararlı uyarı karşısında tartışmaktan vazgeçen Malko eşyalarını bıraktığı kabine yöneldi, iki ajan peşine takıldı ve kayıtsızca kapıda beklemeye başladılar.

Avrupa’nın en soylu ailelerinden birine mensup bir prensi sorguya çekmek, her zaman rastlanabilecek türden bir olay değildi. Malko dışarı çıktığında iki siyahi hemen çevresini sardı. Havlu temizliğinden sorumlu genç çocuk onların geldiğini görünce belirgin bir ürkeklikle yönünü değiştirdi. Uç adam kafeteryanın önünden geçerlerken konuşmalar aniden kesiliverdi. Bir beyazın tutuklanması sık karşılaşılan bir olay değildi!. Beyaz bir 504, otelin solunda araç parkında beklemekteydi. Arabadaki siyahi parmaklarını direksiyona kenetlemişti. CND Peugeot 504’leri çok severdi. Siyahilerden biri Malko ile birlikte arkaya kuruldu. Diğeri öne geçti. Araba yokuşu inerek önce sola, Albay Tsatshi Bulvarı’ na ardından da sağa Uç-Z Caddesi’ne döndü ve nehir boyunca ilerleyerek Gombi mahallesine saptı. Nehir kıyısındaki bitkiler sanki rasgele serpiştirilmiş ve zamanımızdan çok geleceğe aitmişçesine garip bir görünüş sergiliyorlardı. Olivier Cacoub’un Fransız mimarisinden esinlendiği görkemli yapılar, gururlu önder’in yoksulluğu gizlemek için yarattığı aldatmacadan başka bir şey değildi. — Nereye gidiyoruz? diye.sordu Malko.

— Büroya, diye cevapladı siyahilerden biri. CND’nin Kinshasa’da iki ayrı yeri vardı. 8 Biri kısa sorgulama ve tutuklamalar için kullanılan, bahçe içinde, düz damı antenlerle kaplı, üç katlı modern bir binaydı ve merkez olarak bilinirdi. Diğeri,Binza Tepesi’nin dolambaçlı yolu üzerinde, Zaire bayrağının renklerine boyanmış yüksek bir duvarın arkasına gizlenen küçük barakalardan oluşan karargâhtı. Dıştan gelecek tehlikelere karşı son derece özenle korunan bir yerdi. Araba, yarım kalmış lüks ve görkemleri şimdiden belli olan villalarla çevrili yolda hızla ilerliyordu. Bu bölge elçiliklere ve beyazlara aitti. Doğal olarak hiçbir zencinin gücü, Kinshasa’yı doğudan batıya ayıran 30 Haziran Caddesi’nin kuzeyine yerleşmeye yetmezdi. Beş yüz metre sonra araba gürültülü bir titremeyle durdu. Malko’nun yanında oturan siyahi Lingala* diliyle sert bir şekilde şoförü azarladı. Arabadan indi ve motor kaputunu açtı. Durmalarıyla beliren rutubetli havanın ağırlığı insanın elbiselerini derisine yapıştırıyordu. Diğer arabalar, yavaşlamadan yanlarından geçiyorlardı. Motor kaputu kalkık bir araç her gün rastlanan sıradan bir manzaraydı. Epey canı sıkılan şoför, nihayet motordan başını kaldırdı.

Yarı Fransızca, yarı Lingala dilindeki söylenişinden bir serserinin benzin deposunu boşaltmış olduğu anlaşıldı. Benzin ibresinin bozuk oluşu bu feci durumun daha önce farkedilmesini engellemişti… Malko’nun yanında oturan muhafız arabadan inip işleri halledecekmiş gibi tekerleğe * Zairenin kuzeyinde konuşulan bir yerli dili 9 şiddetli bir tekme savurdu. CND iki kilometre uzaktaydı. — Yürümekten başka çaremiz yok, diye belirtti Malko. Aniden, karşıdan gelen bir jeep belirmişti. CND ajanı yolun ortasına atlayarak el kol hareketleriyle aracı uyarmaya çalıştı. Üniformalıyı gören jeep durdu, içinde biri çavuş, üç Zaire askeri vardı. Asık suratları ve M. 16 makinelileri, sert tavırlarını pekiştiriyordu. Duygudan yoksun bir şekilde ajana birkaç soru sordular. Siyahi muhafız, CND’nin kartını burunlarına uzattığında biraz olsun sakinleştiler. CND ve FAZ* yıllardır birbirlerine büyük bir nefretle diş bilemekteydi. Lingala diliyle uzun süre gürültüyle bağrıştılar. Askerler boş bakışlarla CND’nin adamını dinlediler. Sabrı taşan ve çaresizlikten sıkılan siyahi, en iyi çözüm olarak cebinden çıkardığı beş liralık Zaire banknotunu havada salladı.

Çavuş isteksizmişcesine parayı kaptı ve bir işaretle Malko’nun arabanın arkasına geçmesini belirtti. — Sizi, Lufungula kampına götürecekler, diye açıkladı CND ajanı. Oradan, başka bir araçla bize getirileceksiniz. Şef, sizi sorgulama için bekliyor. — Ama, dedi Malko, genel müdür… — Çabuk ! Kıpırdayın biraz! Sizinle tartışacak zamanımız yok. Ardından kaba bir şekilde Malko’yu Peugeot 504’den çıkardı. İki asker etrafını sardı ve zorla jeepe bindirmeye çabaladı. — Yurttaş Dikuta M’Funi’nin bir dostuyum, * Zaire Silahlı Kuvvetleri 10 diye itiraz edecek oldu Malko. O beni… Muhafız dinlemeyip sırtını dönmüştü bile. Jeep hareket edip gölgeli cadde boyunca hızla ilerledi. Askerlerden biri silahının namlusunu Malko’nun karnına iyice yapıştırdı. Bu davranış, artık ciddi bir tutuklu olduğunu anlatmaya yetmişti… Jeep sert bir dönüşle 30 Haziran Caddesi’ni geçerek askeri bir kampın önünde yavaşladı.Girişi yasaklayan engeller kaldırıldı, nöbetçi kulübesinin yanında durdu. Araçtan çıkan askerler Malko’yu itelerken, diğerleri de meraklı gözlerle onları seyrediyorlardı. Jeep’deki çavuş yanına yaklaşarak bakışlarını Malko’nun Seiko kol saatine dikti.

— Çok güzel bir saatin var, sahip! dedi açgözlü bir hayranlıkla. — Öyle mi! diye karşılık verdi Malko. Ülkenin geleneklerini iyi bildiğinden, sözlerine çok dikkat etmesi gerekiyordu. — Onu bana verir misin? diye sordu asker. Ben asla böyle bir saat satın alamam. En azından derdini dürüstçe anlatmıştı. — Ona ihtiyacım var! diye belirtti Malko. Çavuş sinirli bir tavırla omuzlarını silkip Lingala dilinde kendi kendine söylendi ve ardından nöbetçi kulübesine yöneldi. Malko peşinden gitmeye yeltendiğinde, askerlerden biri kulübenin dışında yere çökmesini emretti. Karşı koymaya kalkıştığında, başka bir asker böğrüne bir dipçik darbesi indirdi. Karşılama töreni iyi başlamıştı… Kendisini getiren üç asker tekrar jeepe doluşup tozu dumana katarak uzaklaştılar. Sol yanda askeri barakalar, yapılar ve kampın nihayetinde garajlar göze çarpmaktaydı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir