Gerard De Villiers – 70 Gandhiye Olum

Lal Oberoi irice bir hamamböceğini ürküterek oda penceresinin pervazına yaslandı. Temple View Hotel, Altın Mabet’e hakim bir yerdeydi. Boyu yüz metreden fazla olan havuzun çevresinde manastırları hatırlatan kare biçimli beyaz binalar vardı. Havuzun tam ortasında, Harimandir diye bilinen küp biçiminde bir adak yeri bulunuyordu. Altın yapraklarla örtülü bu adak yeri havuz çevresindeki mermer gezi yoluna yine mermerden dar bir köprüyle bağlanmıştı. Lal Oberoi, Harimandir’den çıkan ve bir kaplumbağa hızıyla ilerleyen küçük ayin alayına baktı. Alayın en önünde, başındaki siyah türban haricinde beyazlar giyinmiş sakallı bir rahip yürüyordu. Onun hemen arkasında tahtırevan üzerinde Sihlerin kutsal kitabı Adi Grantha taşınıyordu. Tahtırevanın ardından da diğer rahipler ve dini müzik yapan müzisyenler geliyordu. Ayin alayı, mermer köprünün bitimindeki Darşni Darvaza diye bilinen kemeri geçti ve kutsal kitabın şafağa kadar korunacağı Akal Tahkat denen küçük kutsal binaya yöneldi. Ay ışığı Harimandir’in altın yaldızlı kubbesinde ve duvarlarında garip parıltılar oluşturuyordu, ama Lal Oberoi’mn şairane görüntülerle kaybedecek zamanı yoktu. Randevu saati yaklaşmıştı. 5 Geceleri Altın Mabet’in hoparlörlerinden yayılan dini müzik her geceki gibi yine saat tam onda kesilmişti. Müzik sabahın dördünde, kutsal kitabın adak yerine götürülmesi sırasında yeniden başlayacaktı. Kutsal kitap Akal Tahkat’a kapatıldıktan sonra, havuz çevresindeki gezi yeri ziyaretçilere serbest bırakılıyordu.


Bu da Lal Oberoi’nın işini kolaylaştıracak bir fırsattı. Lal Oberoi başını çevirdi ve yatakta soluk yeşil sarisine sarınmış yatan küçük kıza baktı. Kız soluk aldıkça dolgun göğüsleri inip kalkıyordu. İpek kumaşın altından kendini belli eden göğüs uçları tahrik ediciydi. Boğazı bir anda kuruyan Lal, yavaşça yatağa yaklaştı ve kızın göğüslerini okşadı. Kız gözlerini aralayarak uyku mahmurluğuyla ona baktı. Bu kız dünden beri onun malıydı. Adı Vedia idi ve Lal’m bazı işler çevirdiği bir kirpan satıcısının üç kızının en küçüğüydü. Adam gerekli çeyizi yapamadığı için kızına evlenmeyi yasaklamıştı. Lal Oberoi, Delhi’deki dükkânında kıza bir iş verebileceğini belirtince, babası bu teklifi hemen kabullenmişti. LaFin hatıra eşyaları sattığı dükkanında çalışacak olan kızın yemesi içmesi ve yatması patronuna ait olacak ve ayda da elli rupi kazanacaktı. Lal kızın iki aylığını babasına peşin Ödemişti. Lal eğildi ve kızın bir göğsünü avuçlayarak sıktı. Vedia’ nın yüzünde dişi bir ifade belirmişti. Lal Oberoi kızın etekliğini beline kadar sıyırarak yuvarlak kalçalarını ortaya çıkardı, sonra aralanan bacaklarının arasına girerek bir hamlede kıza sahip oldu.

Vedia * Sihlerin kullandığı ucu kıvnk kama 6 adamın rahatça hareket edebileceği bir pozisyon aldı, ama sevişme beklediği kadar uzun sürmedi. Lal birkaç harekette işini gördü ve hemen ayağa kalkarak daha ciddi şeyler düşünmeye başladı. Kurtasımn* üzerine geniş kemerini taktı ve Pakistan işi silahının belli olmadığını gördükten sonra tekrar pencereye geldi. Kare biçimli havuzun ortasındaki adak yeri ay ışığı altında parıldıyordu. Mermer gezi yeri, sabahtan beri doluydu. Ziyarete gelen dindarlar hiç kımıldamadan saat yönünde durmuşlardı. Kutsal kitap korunağına götürüldüğüne göre havuzun çevresi birkaç dakika sonra bomboş olacaktı. Çevre binalarda, Akal Tahkat haricinde, hiç ışık yoktu. Bu sakin ve sessiz manzara insana tuhaf bir huzur veriyordu. Altın Mabet’in ana girişinin üzerindeki büyük saatin ışıklı kadranı çevreye ölü bir aydınlık yayıyor, mabedin kıyı bucağında açıkhavada uyuyan dilencilerin belli belirsiz horlamaları duyuluyordu. Mabedin dış tarafına bir inek bağlanmıştı. Bu hayvanlar kutsal sayılmalarına rağmen, Hindu ya da Sih mabetlerinin içine alınmazlardı. Pencereden çevreye son bir kez göz atarak harekete geçti. Havuzun çevresi şimdi bomboştu. Yavaşça kapıyı açtı ve koridora çıktı.

Binanın ikinci ve üçüncü katına çıkan merdiven başı bir madeni levhayla kapatılmıştı. Aşırı Sih militanlara hayranlık duyan otel patronu Altın Mabet’in kuşatılması sırasında otelinin son iki katını isyancılara vermiş ve sonunda bu iki kat * İki yanı yırtmaçlı uzun tunik 7 ordu birlikleri tarafından top ateşine tutulmuştu… Lal Oberoi her basamakta küfrederek aşağı kata inmeye başladı. Otel fare ve hamamböceklerinden geçilmiyordu. Yeni Delhi’deki dükkânı için kirpan satın aldığı otel sahibi, birkaç rupi fazla koparmak için onu hep burada kalmaya zorlardı. Bu zorlamaya bu kez de karşı çıkmamıştı, çünkü Amritsar’a kirpan satın almaya gelmesi, asıl işini maskeleyen bir paravanaydı. Hole indiğinde, gece bekçisini bir koltukta horlayarak uyur buldu. Sessizce dışarı süzülerek Altın Mabet’e giden yola döndü. Ertesi sabah 6.32’de kalkan Delhi trenine yetişmek için acele ediyordu. Yanında götüreceği kirpan paketiyle birlikte kendisine birkaç bin rupi kazandıracak Afganistan kaynaklı bir torba eroin de götürecekti.Gramı yaklaşık 140 rupi ediyordu. Meydanı geçip mabedin dış avlusuna girdi. Ayakkabıların bırakıldığı vestiyerde uyuklayan bir Sih vardı. Gecikmiş iki dindar uyku tulumlarım açmaya çalışıyorlardı. Altın Mabet’in geniş havuzunu çevreleyen mermer yolun dip tarafına kıvrılıp yatmış bir düzineye yakın dindar îarkediliy ordu.

Uzaktan gelenler için bir misafirhane yapılmıştı, ama dindarlar bu bir tür haç ziyaretinin her dakikasından yararlanmak için kutsal bölgeden ayrılmaya pek yanaşmıyorlardı. Lal Oberoi hâlâ ılık olan mermer zeminde yalınayak ilerledi. Havuz çevresindeki binalara çıkan küçük merdivene yaklaştı. Bu binalarda * Yaklaşık sekiz bin Türk Lirası 8 Altın Mabet’te görevli kişiler ve aileleri kalıyordu. Lal ilk basamağa adımını atacağı sırada arkasında bir gürültü duydu ve hızla döndü. Havuzdaki balıklardan biriydi bu. Merdiveni izleyerek ikinci kata çıktı ve sahanlıkta durdu. Karşısında, saat kulesine açılan kapı vardı. Lal kapıyı açmaya çalıştı, ama başaramadı. İçerden kilitlenmişti. Birden, kalp atışları hızlandı. Kulenin saati onu yirmi geçiyordu. Kendisinden bilgi alacağı meçhul kişiyle tam bu saatte buluşacaktı ve adamın onu bu kapının ardında beklemesi gerekiyordu. Lal Oberoi korku içinde kapıyı birkaç kez tıklattı. Cevap alamayınca bir köşeye çökerek düşünmeye başladı.

Buluşacağı kişi gecikmiş olmalıydı. Lal’in bulunduğu noktadan görünmesi imkânsızdı. Zaten bu saatte herkes uyurdu, içindeki korkuyu yenmek için Vedla’yı düşünmeye başladı. Delhi’de onu herkese yeğeni olarak tanıtacaktı. Kız, kendisine yeni satın aldığı ipek sariyi uyurken bile üzerinden çıkarmıyordu. Onu Imperial Oteli’nin yanındaki dükkanının arka bölmesine yerleştirecek ve her akşam eve gitmeden önce zevkle becerecekti. * ** Lal aniden başını kaldırdı ve uyuklamış olduğunu farketti. Saat on bire çeyrek vardı. Yerinden fırladı ve kapıyı bir kez daha denedi. Hâlâ kilitliydi. Gerekli bilgileri almadan Delhi’ye dönecek olursa, başı derde girebilirdi. Ama buluşacağı kişinin adını bile bilmiyordu. Ne yapacağını düşünürken, merdivenden gelen sesler işitti. Kalbi çarparak bir köşeye sindi. Sahanlıkta iki kişi belirdi.

Sarı türbanlı, 9 şalvar ve tunik giymiş sakallı tiplerdi bunlar. Bellerinde kirvanları vardı. Adamlardan biri boynuna sıra sıra motosiklet zinciri takmıştı. Diğeri elindeki fenerle çevreyi araştırıyordu. Işık Lal Oberoi’mn üzerinde durdu. Lal içinden küfrederek gözlerini yumdu. Onu uyuklayan bir dindar sanabilirlerdi. Ama adamlar yaklaştılar. — Ne yapıyorsun? diye sordu biri sert bir biçimde. Lal Oberoi gözlerini açtı. — Hiç, dedi. Uyumak için bir yer aramıştım. — Niye aşağıda uyumuyorsun? — Orası çok kalabalık. Elektrik fenerinin ışığı hâlâ üzerindeydi. Lal kısa saçlarından utanç duydu.

Üstelik sakalı da yoktu. Yani, Sih değildi. —t Nereden geliyorsun? Sen bizden değil misin yoksa? — Delhi’den geldim, dedi Lal. Sizdenim elbette, ama geçen yıl saçımı ve sakalımı kestim. Bogal’da yaşarım. 31 Ekim 1984’de Indra Gandi’nin öldürülmesinden sonra, Hindular Sihlere düşman kesilmişti. Hayatta kalmayı başaranlar sa, Hintlilerden farklı görünmemek için saç ve Sakallarını kesmişti. Lal Oberoi, Pencap Şivesini iyi konuştuğundan kendisini Sih olarak yutturabilirdi. Fakat karşısındaki iki nöbetçi açıklamalarından pek tatmin olmuşa benzemiyorlardı. — Gel bizimle. Hırsız olabilirsin. Ya da bir CID* muhbiri… — Nereye gidiyoruz? diye sordu Lal paniğe * Cinayet masası 10 kapılarak. — Aşağıya. Lal sıkkın bir tavırla merdivene ilerledi. Onu farkeden adamlardan biri atıldı.

— Nasıl, senin battaniyen de mi yok? Bu kadar yoksul musun sen? Mabetin kuru zemininde yatan yoksulların bile en azından battaniye ya da kilimleri olurdu. Lal cevap vermeden basamaklardan aşağı inmeye başladı. Uzerindeki kurta terden derisine yapışmıştı. Onu nereye götürdüklerini biliyordu: Aşırı Sih militanların federasyonuna gidiyorlardı. Bunlar Indra Gandi’nin ordusuna kafa tutmuş öğrencilerdi ve gözlerini budaktan sakınmazlardı. Uç adam büyük havuzun kenarına indiler. Lal Oberoi ani bir kararla ok gibi fırladı ve çıkış kapısına doğru koşmaya başladı. Kendini dışarı bir attı mı, ilerde saklanabileceği yıkıntılar vardı. — Dur! diye bağırdı nöbetçilerden biri. Lal daha da hızlandı. Nöbetçiler peşine takılmışlardı, fakat bol şalvarları hızlarını kesiyordu. Lal sola dönüp Altın Mabet’in yan binalarına giden geçide daldı. Arkasında bağrışmalar duyuyordu. Nöbetçiler yardım istiyor olmalıydı. Lal koşmayı sürdürerek arkasına baktı.

Mesafeyi açmıştı. Bu beladan sıyrılacaktı. Birden, önünde komik kıyafetli bir karaltı belirdi: Beyaz sakallı yaşlı bir Sihti bu. Üzerinde uzun bir tunik, elinde mızrak vardı. Lal bunun mabet gözcülerinden olduğunu anlamakta gecikmedi. Bunlar mabet girişlerini tutarlar ve dindarların içeri ayakkabılarıyla ve başlan açık girmelerini engellerlerdi. ıı Mızrağın ucunu gırtlağında hisseden Lal aniden durdu. Kımıldayamıyordu. Birkaç saniye sonra diğer iki nöbetçinin yetiştiğini farketti. Boynuna zincir dolandı ve sertçe yere yıkıldı. Adamlar sille tokat dövüyorlardı. Lal burnunun üzerine yediği zincir darbesiyle bağırdı. Bir süre hırpalandıktan sonra ayağa kaldırıldı. — Bizimle geleceksin, dedi fenerli Sih. Sakın kaçmaya kalkma, Allah izin vermez buna… Lal boynuna dolanmış zincirle sürüklenmeye başladı.

Sağdaki büyük binaya yöneldiler. Dört katlı binanın yeraltında da üç katı vardı. Altın Mabet isyanı bu binada başlamıştı. Indira Gandi’nin tankları binada büyük delikler açmıştı. — Bırakın gideyim, diye yalvardı Lal. Bir kötülük yapmadım ki! Omzuna yediği zincir darbesiyle bağırdı. Kutsal saldırıdan sonra, Altın Mabet sorumlularıyla Pencap polisinin arasında bir centilmenlik anlaşması yapılmıştı. Polis Altın Mabet’in içişlerine karışmıyordu. Lal Oberio bacaklarının kesildiğini hissetti. Kuldip Singh denen adam, aşırı AISSF* militanlarının en belalısıydı. Kardeşi Altın Mabet kuşatması sırasında öldürülmüş, o da hükümete karşı kutsal savaş ilan etmişti. — Adın ne ve kimsin sen? diye sordu Kuldip. Lal soluğunun kesildiğini hissetti. Altın Mabet’in idari binasının yeraltındaki bir mahzenindeydiler. * Hindistanlı Sih öğrenciler Federasyonu: Terörden sorumlu aşırı bir grubu oluştururlar.

12 i Lal’i bir tabureye oturtmuşlar, ama bağlamaya bile gerek görmemişlerdi. Çevresinde iriyarı dört Sih vardı. Üzerlerinde birer kama görünüyordu, ama Lal tuniklerinin altında çok daha öldürücü silahlar bulunduğundan emindi. Bir Sih atasözü “Silahsız kişi tüysüz koyuna benzer” derdi. Pakistan sınırı yakın olduğundan silah bulmak hiç sorun değildi burada. Lal başını kaldırarak cevap verdi. — Adım Lal Oberoi. Basit bir tüccarım. Buraya sık sık gelir ve Temple View Hotel’in patronundan kirpan satın alırım. Ona sorabilirsiniz, beni tanır. Kuldip onu hiç duymamış gibi eğildi ve yerden tabancayı alıp gösterdi. — Bununla ne yapıyorsun? — Onu hırsızlara karşı taşıyorum. Ticaret nedeniyle üzerimde bazen binlerce rupi taşırım. — Vicdanı rahat biriysen niye kaçmaya kalktın? — Korktum. — Seni bulduklarında orada ne yapıyordun? Lal Oberoi başını öne eğdi.

Sanki boğazına bir yumruk oturmuştu. Güçlükle soluk alarak: — Hiç, dedi. Uyumak istiyordum… — Sen Temple View Hotel’de kalıyorsun. Bana yalan söyleme. Biriyle randevun mu vardı?. — Yo… Hayır… Bir sessizlik oldu. Binada çıt çıkmıyordu. Odayı aydınlatan soluk ışık insanın içini karartıyordu. Kuldip Singh, Lal’in üzerinde bulunan not defterinin sayfalarını karıştırmaya başladı. — Bak hele… ilginç bir telefon numarası… Lal Oberoi’nın yanma yaklaşarak, önünde 13 Pratap yazan numarayı gösterdi. — Nedir bu? Lal sapsarı kesildi. — Bir dostumun numarası… Kuldip ters ters ona baktı. — Bunun Delhi’deki Merkezi Hükümet Haberalma Teşkilatı’mn numaralarından biri olduğunu ben bile biliyorum… IB*’ye ait bir numara bu. Bütün7 bakışlar Lal Oberoi’ya döndü. Lal vücudunun buz kestiğini hissediyordu.

IB denen şube, Sihlerin başdüşmanıydı. Kuldip defteri bırakıp yaklaştı. — Sen pis bir ajansın… Oysa, hiç belli etmiyor sun bunu… — Hayır, doğru değil bu! diye itiraz etti Lal. Kuldip Singh yaklaşarak iki elini Lal’in omuzlarına koydu ve kaslarını sıktı. Lal acıdan bağırdı. — Bu numaraya telefon etmemi ister misin? diye sordu Kuldip. — Nasıl isterseniz, diye kekeledi Lal. Masum olduğumu anlayacaksınız. — Köpek herif! IB’nin ne olduğunu ezbere biliriz biz. Defterimde bunun gibi düzinelerle numara var benim. Hepsi 45 ile başlar… Döndü, masanın arkasına geçerek oturdu. Sonra önündeki eski model telefonun ahizesini kaldırdı. Önce Yeni Delhi’nin kod numarası olan 91’i, ardından da Lal’ın defterindeki numarayı çevirdi. Lal korkusunu belli etmemeye çalışıyordu. Tek umudu karşı tarafın cevap vermemesiydi.

— Alo! dedi Kuldip yumuşak sesiyle. Pratap * Terör masası 14 ile görüşmek istiyorum… Sessizlik. Kuldip gözlerini Lal’a dikmiş, bekliyordu. Birkaç saniye sonra Kuldip’in yüz hatları değişti. Lal karşı tarafın cevap verdiğini anladı. Sih bir süre dinledi, sonra telefonu kapadı. — Albay Pratap Lambo yarın sabahtan önce bürosuna gelmezmiş, dedi. Gerekiyorsa evinden arayabilirmişiz… Ne dersin, arayalım mı?. Tepedeki vantilatörün ıslıklı sesinden başka gürültü yoktu. Kuldip masaya abanarak: — Artık konuşacak mısın? diye sordu. Buraya ne yapmaya geldiğini ve aramızdaki hainleri açıkla artık… Lal dudaklarını ıslattı. Kuldip’in bakışları bile vücudunu yakıyordu. Birden arkasında metalik bir ses duydu. Aynı anda boynuna bir zincir dolanarak boğazını sıktı. Lal bağırdı.

Boğuk bir ses çıktı. — Durun!. Ben Sihlerin düşmanı değilim… Doğru, IB’de bir dostum var. Aynı köydeniz. Benden Imperial Oteli’nde kalan yabancılar hakkında bilgi toplamamı istedi. Özellikle altın ve esrar kaçırabilecek tipleri belirleyecektim… — IB esrar kaçakçılığı konusuyla ilgilenmez ki! dedi Kuldip. Yine yalan söylüyorsun… — Sihlerden hiç söz etmedim ona… — Buraya kiminle buluşmaya geldin? — Kimseyle. Kuldip bir işaret yaptı. Sihlerden biri hemen kamasını çıkardı ve suratına yaklaştırdı. — Senin dilini kesip gözlerini oyacağım, sonra da akbabalara atacağım. Sesinde kin vardı. — Konuş köpek! diye bağırdı Kuldip. Lal Oberoi biraz daha direnirse dediklerini 15 yapacaklarından emindi. Daha fazla dayanamadı, çözüldü. — Doğru.

Buraya IB adına geldim. Çünkü paraya ihtiyacım vardı, işlerim kötü gidiyordu ve… — Niye geldin, onu anlat! — Bana bilgi verecek biriyle buluşacaktım. — Kiminle? — Bilmiyorum. Kuldip’in gözlerindeki nefreti gören Lal titremeye başladı. — Tanrı üzerine yemin ederim ki, bilmiyorum… r — Yalan söylüyorsun, köpek? — Hayır… Doğru söylüyorum. — Seni konuşturacağız! — Yemin ederim, kiminle buluşacağımı bilmiyordum… Onu tanımıyorum… Kuldip uzun uzun ona baktı. Yeminlere inanmazdı, ama Lal Oberoi’nın durumundaki birinin yalan söylemeyeceğini de biliyordu. Demek, buluşacağı kişiyi tanımıyordu. Adamlarından birini çağırarak kulağına bir şeyler fısıldadı, sonra Lal’a yaklaşarak: – Pekâlâ, dedi, sana inanıyorum. Adamlarım seni mabedin dışına çıkaracak. Bir daha Sinlerin aleyhine çalışma. Biz kötülük yapanı asla unutmayız… Lal teşekkür edecek güçte bile değildi. Boynu motosiklet zinciri altında ezilmiş, derileri soyulmuştu. Kuldip dışarı çıkınca adamlar da onu sürükleyerek merdivenlere yöneldiler… Biraz sonra, mabede çıkan boş yollardan birindelerdi. Serin hava Lal’ın yaralarını yeniden canlandırdı.

Kendisini sürükleyenlere dönerek: V 1 6 — Beni nereye götürüyorsunuz? diye sordu. — ilerde bırakacağız. Sokağın dip tarafında, bir duvar önünde durdular. — Çök şuraya! Lal emri uyguladı, duvarın dibine çöktü. Adamlar ınikisi iki yartına geçerek onu omuzlarından tuttular. Üçüncüsü belinden geniş ağızlı bir pala çıkardı ve ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden silahını salladı. Pala Lal’in başım sıyırarak geçti ve derisini kazıdı. Lal acıyla haykırdı. Cellatı aynı hamleyi tekrarladı. Bu kez pala hindistancevizi kabuğunu açar gibi Lal’in kafatasında bir kapak kaldırdı… Lal canhıraş bir feryat kopararak sarsılmaya başladı, ilerde bekleyen bir dördüncü Sih elindeki bidonla yaklaştı ve içindeki benzini Lal’in kafasında açılan delikten dökmeye başladı. Lal beyninin kavrulduğunu hissediyor, can verir gibi sarsılıyordu. Benzin kafasından yüzüne, boynuna ve vücuduna dökülmeye başlamıştı. Palayla kafasını açan Sih bir kibrit çaktı ve kurbanının üstüne atarak geriledi. Lal, canlı bir meşale gibi alev aldı. Beyninin kaynadığını, vücudunun kavrulduğunu hissediyordu.

Yerlerde bilinçsizce yuvarlanmaya başladı. Sihler koşarak uzaklaşmışlardı. Lal bir iki debelendi ve hareketsiz kaldı. Kuldip mabedin kapısında durmuş manzarayı seyrediyordu. Alev sönene kadar da orada kaldı, içinde en ufak bir sızı yoktu. Indira Gandi’nin ölümünden sonra, yakalanan Sihlere uygulanan ceza buydu ve Kuldip aynı vahşetle karşılık vermeye yemin etmişti. Yaklaşan polis arabasının sirenini duyunca içeri girdi. Kafasında tek bir soru vardı: Lal Oberoi’nın 17 buluşacağı kişi kimdi? Karşı tarafın o bilgileri almak için ikinci bir ajan göndereceğinden emindi. Öyleyse, sabırla bekleyecek ve o ajanı da aynı şekilde karşılayacaktı…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir