Gerard De Villiers – 74 Belgrad da Olum Dansi

Tuna üzerine ince ince yağmur yağıyordu. Çok yakında Ratno Ostrvo Adası bile zorlukla seçilebiliyordu. Kivork Davudyan titreyerek mantosunun yakasını kaldırdı. Beyrut’ta yetişmiş olduğundan, Belgrad’ın soğuğuna alışık değildi. Üstelik buranın meşhur Karpat rüzgârı da henüz esmeye başlamamıştı. Bazen günlerce korkunç bir kasırga hüküm sürer ve bütün Tuna’yı dondururdu. Kivork Davudyan, Edvarda-Kardelja Bulvarı boyunca iki kilometre kadar yürümüştü. Buluşma yerine gelince durdu. Görüş alanı oldukça genişti. Bulvarın ötesinde modern binalar oyuncak vitrinlerinden fırlamış gibi yığılmışlardı, iki yol birbirinden toprak bir alanla ayrılmıştı. Ortalıkta kimseler görünmüyordu. Yazın aşıklar otlar üzerinde keyiflerine bakar, ya da dolaşırlardı, fakat aralık ayında yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan kalma Zemun Mahallesi kışın tamamen ıssız kalırdı. Zaten Kivork Davudyan’ın buluşma yeri olarak burayı seçmesinin nedeni de buydu. Birden yüz metre kadar ötede o tarafa doğru ilerleyen bir araba gördü.


Yugoslavya’da özellikle Belgrad’da bu koyu renk Zaztava’lardan binlerce vardı. Araba kaybolana kadar gözleriyle izledi. Az ilerdeki otele doğru birkaç 5 adım yürüdü, sonra dönüp bakışlarıyla etrafı taradı. Aniden Kivork Davudyan’ın her yanı buz kesti. Verdiği randevudan ya kimsenin haberi olmamıştı ya da patronu bir ölüm tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Birden biraz önce aksi istikametten gelen ve bir başka Zaztava olduğunu sandığı araba demin gördüğü arabaydı. Arabanın yavaşlayıp Yugoslavya Oteli’nin hizasına geldiğinde durduğunu farketti. içerden bir adam çıkarak kaputu açtı ve üzerine eğildi. Kivork Davudyan biraz sakinleşti. Onun mesleğinde en basit ayrıntılar bile bir tehlike işareti olabilirdi. Uzun süre şoförünün motorla uğraştığı arabaya baktı. Bu tür şeylere Yugoslavya’da sık sık rastlanırdı. Bulunduğu yol Tuna kenarında bitmiyordu. Uç metre kadar uzakta bulunan beton duvarın kenarında, yine betondan bir alan vardı.Oraya giderek sigarasını yere attı, sonra da sanki ayakkabısını bağlayacakmış gibi eğildi.

Ve birden kendini yüzükoyun yere attı. Çimentoya çarpan vücudu kasıldı, fakat sonunda doğrulmayı başardı. Bozuk Zaztava’nın şoförü onu gözlemekle görevliyse mutlaka harekete geçecekti. Kivork Davudyan bir anda gözden kaybolmuştu. Beklediği kişi büyük olasılıkla Yugoslavya Oteli’ne gelecekti. Bu yüzden o yöne doğru ilerlemeye başladı. Elli metre kadar öylece ilerledikten sonra durdu. Kalp atışları normal halini almıştı. Başını kaldırıp etrafa baktı, fakat sona eren beton duvardan başka bir şey göremedi. Tuna bir metre ötesindeydi. Sanki beton duvarı aşamayacakmış gibi otele doğru devam etmeye karar verdi. Daha on metre gitmemişti ki, altıncı hissi ona başını kaldırmasını söyledi. Birden bütün kanının donduğunu hissetti. On on beş metre uzağında bir adam onu seyrediyordu. Genç, siyah saçlı küt burunlu, bıyıklı biriydi.

Üzerinde bir kot pantolon ve yakası kürklü bir kaban vardı. Adam Kivork Davudyan’ın görüş sahasından çıkmak için kendini hemen arkaya attı. Kivork donup kalmıştı. Gourgen Nayir’i tanımıştı. O da kendisi gibi gözünü kırpmadan adam öldürebilen Asala üyesi, Beyrutlu bir deliydi. Buna rağmen arkadaştılar. Gourgen Nayir tekrar görünmeden önce tedbirini almalıydı. Fakat henüz Kivork Davudyan silahını çıkarmadan adam bir rugby oyuncusu gibi kendini onun üzerine attı. Kivork Davudyan omuzunda nefesini kesen bir acı hissetti. Nayir onu Tuna’nın soğuk sularına doğru sürüklüyordu. Kivork Davudyan bir anda onun elinden kurtulmayı başardı. Dizlerinin üzerinde doğrulmaya çalıştı. Birden göz ucuyla ikinci bir adamın duvarın üzerinden atladığını gördü. Yeni gelen cebinden susturuculu bir tabanca çıkardı. Fakat arkadaşı Davudyan’la arasındayken silahından yararlanamazdı.

Davudyan adamların karşısına dikildi. Ama içlerinden birinin üzerine atlamasıyla tabancasını alamadı ve düşmemek için duvara 7 yaslanmak zorunda kaldı. Gourgen Nayir onun ne durumda olduğunu anladı. Bir adım öne gelince Davudyan onun gözlerindeki soğuk ve zalim ifadenin farkına vardı. Sol kolunu kaldırdı: —Gourgen! Kivork Davudyan kusmak istedi. Burada kimse onun yardımına gelemezdi. Etraf tamamiyle ıssızdı. Sonunda Gourgen Nayir eli kabanının ceoinde, soğuk bir sesle Ermenice sordu: —Bizi götürüyor musun? Davudyan başını olumsuzca salladı. Sonra duvara yapışmak istercesine geriledi, incinmiş kemikleri dayanılmaz bir acı veriyordu. —Bırakın beni! Bırakın beni! Birden Gourgen Nayir elini cebinden çıkardı. —Bekle! diye bağırdı Nayir’in arkadaşı. Artık çok geçti. Kivork Davudyan’ın korkacak kadar bile vakti olmadı. Genç Ermeni elindeki bıçağı savurdu. Bir anda Davudyan ensesinde bir yanma hissederek elini oraya götürdü.

Az sonra kan boşandı. Davudyan son bir gayretle yaranın kanamasını önlemek isteyerek elini boynuna bastırdı ve öne atıldı. Gourgen Nayir’in onu durdurmak istememesi şaşırmasına neden oldu. Kivork Davudyan da koşmaya başladı. Yugoslavya Oteli sadece yüz metre uzaktaydı, iki katil yerlerinden kıpırdamamışlardı. Birden gözlerinin önünden siyah bir bulut geçti. Bir kabus görüyor gibiydi. Bütün gücüyle koşmasına rağmen otele yaklaşamıyordu. Birden kendini 8 çok zayıf hissetti. Sendeleyerek dizlerini yere dayadı. Kıpırdamaya çalıştı, fakat karanlığa dalmıştı bile. Son nefesini vermek üzereyken genç katil yanına geldi. Gourgen Nayir’in acele etmemesinin sebebi böyle bir yarayla uzaklaşamayacağını bilmesiydi. Arkadaşı da ona yetişti. —Aptal! diye bağırdı.

Önce ona göründün şimdi de öldürdün! Gelmesinin sebebi bu değildi. —Konuşmayacaktı, üstelik de kendini koruyacaktı, diye homurdandı Gourgen Nayir.Bak! Cesedin ceplerinin birinden bir Walther PPK çıkardı ve kemerine iliştirdi. Pasaportla çeşitli yabancı paraları ise cebine koydu. —Burada onu takip etmek için bulunuyorduk. Bütün bunlar görevimiz değildi. Şimdi hemen uzaklaşalım. Endişeli gözlerle etrafa baktı. Gourgen Nayir cesedi omuzlarından tutarak nehrin kenarına götürdü. Sonra bir ayak darbesiyle aşağı itti. Kivork Davudyan karanlık suların içinde kayboldu. Onu bulacakları kesindi fakat ihtiyaçları olan zaman da çok fazla değildi. Birkaç gün onlara yeterdi. Belgeleri olmadan kısa süreden beri Yugoslavya da bulunan Kivork Davudyan’ı çabuk teşhis edemezlerdi. —Gel, diye ısrar etti Gourgen Nayir’in arkadaşı.

Sinirden çılgına dönmüştü. Genç Ermeninin beceriksizliği, yüzünden bütün planları suya düşmüştü. Nayir soğuk bir ifadeyle ona baktı. —Hayır ötekini bekleyeceğiz. —Niçin? 9 —Belki o, Erivanyan domuzunun nerede olduğunu biliyordur. —Anlayabi… —Onun yerine geçeceğim, dedi Nayir. Her şey yolunda gidecek. Beni arabada bekle. Bir hata yaptım, düzeltmem gerekiyor. Gourgen bir sigara yakıp kabanının yakasını kaldırdı. Bıçağından başka şimdi bir de Davudyan’ın silahına sahipti. * ** Greg Morris Tuna’ya baktı. Yugoslavya Oteli’nin barı,kırmızı deriden rahat koltuklarına rağmen, hemen hemen boştu. Greg Morris arkadaşına dönerek gülümsedi: —Gitmem gerekiyor. —Uzun süre kalacak mısın? Yarı Yugoslav, yarı Amerikalı olan Katerina Blunt’un mavi gözleri ve Birleşik Devletler Konsolosluğu’ndaki bütün erkeklerin yüreklerini hoplatan bir vücudu vardı.

—En az yarım saat. —O halde seninle Moskova Oteli’nde buluşuruz. Amerikalı kahvesinden son bir yudum aldı, Katerina da Pepsi’sini bitirdi. Canı hiç gitmek istemiyordu, fakat insanın CIA’da önemli bir görevi olunca ne hafta sonu tatili, ne de bayram tatilleri olabiliyordu. Katerina’yı dudaklarından hafifçe öperek kalktı. —Bu akşam Yazarlar Kulübü’nde yiyeceğim. —Değişmek için mi? diye sordu genç kadın alayla. Belgrad’da en fazla yarım düzine uygun 10 lokanta vardı. Buz gibi hava bir anda yüzüne çarptı. Sola saparak patikaya girdi, içinden buluşacağı arkadaşının geç kalmamasını umuyordu. Bu hikâyenin bitmesi için sabırsızlanıyordu. Sol cebinde Birleşik Devletler’e ait beyaz bir diplomatik pasaport vardı. Tek yapılacak iş, üzerine bir isim yerleştirmekti. Yugoslavlar ülkeden çıkarken çok dikkatli bakmayacaklarına söz vermişlerdi. Fransız Havayollarında, müşterisinin gitmek istediği şehre kalkan bir uçakta, kendi adına bir yer ayırtılmıştı.

Sonra iş ondan çıkıyordu.Belgrad’ın, Aram Erivanyan’- ın gelişinden önce ne kadar sakin olduğunu düşündü. Ortadoğulu teröristler gidip gelirken Yugoslavya’nın başkentini geçiş yeri olarak kullanırlardı. Uzakta bekleyen bir adam çarptı gözüne. Onu Erivanyan’a götürecek olan haberciydi. Adamın gençliği şaşırmasına neden oldu. —ingilizce biliyor musunuz? diye sordu Greg Morris. —Evet, biraz. —Güzel! Bay Erivanyan nasıl? —Fena değil. —Gideceğine memnun mu? —Evet. Genç Ermeni hiçbir heyecan belirtisi göstermiyordu. Greg Morris orta baktı. Onunla hiç karşılaşmamıştı, fakat bunun bir önemi de yoktu. Birçok yasadışı kuruluş bu genç gibi kuryeler kullanırdı. Pardösüsünün sağ cebinde bir 45’lik farkediliyordu.

Bu tür randevuların değişmez kuralı her an tetikte ve silahlı olmaktı. Arkadaşlarla II buluşmaya geldiği zaman bile durum değişmezdi. Birden adamın onu dikkatle süzdüğünü farketti. Bakışları silah üzerine takılıp kalmıştı. Greg Morris gülünç olmaktan çekinerek elini çekti. Genç Ermeni Amerikalı’nın gitmek için bir hareket yapmasını bekler gibi hareketsizdi. Greg Morris soğuktan titriyordu. —Pekâlâ, dedi, gidiyor muyuz? Arabanız var mı? —Evet. Hâlâ kıpırdamıyordu. Greg Morris biraz sinirlenerek tekrar sordu: —Nerede? —Orada, dedi öteki bulvarı göstererek. Yine hareketsiz durunca Greg Morris davranışının nedenini anlar gibi oldu. Elini cebine sokarak diplomatik pasaportu çıkardı. —Pasaport yanımda. Genç adamın gözleri parladı. Birlikte bulvara giden yola yöneldiler.

Genç Ermeni çok hızlı yürüdüğünden aradaki mesafeyi iyice açmıştı. Amerikalı ıssız bulvarın kenarına park ediİmiş Zaztava’yı farketti. Greg Morris yetiştiğinde genç Ermeni direksiyondaki daha yaşlı bir adamla konuşmaya başlamıştı bile. Direksiyondaki adam Amerikalı’ya bakarak gülümsedi. Genç Ermeni arabanın yanına dolanıp kapıyı açtı. Greg ön tarafa yerleşti. Genç adam arkaya oturdu. Tabii tanıştırma merasimi yapılmamıştı. İki adam Greg Morris’in anlamadığı bir dille, büyük bir olasılıkla Ermenice bir şeyler 12 konuştular. Daha sonra araba hareket edip aksi yöndeki yola girdi. Bu arada başlayan yağmur şiddetlenmişti ve her şeyi gri bir sis perdesi arkasından gösteriyordu. Arabanın içindeki soğan kokusu farkedilmeyecek gibi değildi. Greg’in aklına Katerina gelince, bir duş alması gerektiğini düşündü. Mavi bir Lada onları geçti, iki araba birlikte Belgrad’ın girişindeki köprüye girdiler. Şehir batıda Tuna Nehri’ne dökülen Sava Irmağı ile sınırlanmıştı.

Köprüden çıktıklarında Lada sola döndü, onlarsa yollarına sağdan devam ettiler. Trafik oldukça sıkışıktı. Yugoslâvlar’ın çok fazla parası olmasa da,arabaları Vardı. Greg Morris dikkatsiz gözlerle eski binalara baktı! Birden kendilerini bir kalabalığın arasında buldular. Şoför bir küfür savurarak arabayı geri vitese taktı. —Nereye gittiğimizi biliyor musunuz? diye sordu Amerikalı şaşkınlıkla. Direksiyondaki Ermeni gülümsedi. —Evet tabii. Fakat Yugoslav Gizli Servisi’ ne karşı tedbirli olmalıyız. Greg Morris onların operasyondan haberdar olduklarını ve Aram Erivanyan gibi birinden kurtulmaktan duydukları mutluluğu söylemek istedi. Kuzeye doğru çıkıp, karanlık bir mahalleye girdikten sonra, tekrar şehrin merkezine doğru ilerlediler. Greg Morris yerinde rahatsızca kıpırdandı. Katerina’yla olan randevusuna geç kalacaktı. —Herhalde artık gidebiliriz, değil mi? iki Ermeni aralarında bir şeyler konuştuktan sonra şoför pek güven vermeyen bir sesle:

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir