Gerard De Villiers – 76 BM ‘de Kasırga

Lesotho Cumhuriyeti’nin tam yetkili ve harika elçisi, Ekselansları John Sokati’nin içini huzur kapladı. Büyük pencereden, Sovyetler Birliği’nin armağan ettiği gül bahçesine bakıyordu. BM’nin her önemli toplantısında olduğu gibi temsilcilerin barı tıklım tıklımdı: içeri girenler kendilerini Bamako çarşısında sanabilirlerdi. Afrikalı temsilciler, BM nüfusunun üçte birinden fazlasını temsil ediyorlardı. Çalışmalardan sıkılan beyaz meslektaşlarının tersine onlar toplantılara ve komisyon çalışmalarına tam vaktinde katılıyorlardı. John Sokati pencerenin önünden ayrıldı ve altı zencinin oturduğu masaya yaklaştı. Medeni dünyanın Lesotho’yu böcek ilacı gibi görmesi, onun için o kadar önemli değildi. Kendisi, dört yüz dolarlık elbiseler giyen, külçe büyüklüğünde altın takan önemli bir adamdı. Bardaki uğultu aniden bir anonsla kesildi: — Ekselansları John Sokati telefona çağrılıyor. Lesotho temsilcisi derhal kalabalığı yardı. Telefon kabinlerinden birine gird| ve kapıyı dikkatlice kapadı. Konuşması kısa sürdü. Ahizeyi yerine astıktan sonra, anonsu yapan Çinli kıza başıyla teşekkür etti ve çıkış kapısına yürüdü. Bar, BM binasının ikinci katında ve kuzey kısmındaydı. Genel kurul binasına baka n büyük pencereleri vardı.


Kendilerine diplomat sevgili arayan sekreterler ortalıkta cirit atıyordu. Şimdiki gibi önemli toplantılarda, BM’nin deniz mavisi üniformalı muhafızları yalnız gezinen güzel kadınları acımasızca arıyorlardı. Bu ciddiyet, komisyon çalışmaları ile duygusal ziyaretler arasında yırtınan zavallı temsilcilerin işini zorlaştırıyordu. John Sokati muhafızın önünden geçti ve yeşil halı kaplı yürüyen merdivene yöneldi. Ayakkabılarını çıkarıp halının üzerinde çıplak ayakla yürümek istiyordu. Fakat bu Birleşmiş Milletler’de delege olan birisinin yapacağı bir şey değildi. Lesotho delegesi olsa bile. Zenci, halı kaplı yolu geçip sağdaki, Birinci Cadde’ nin kaldırımlarına açılan turist kapısından dışarı çıktı. Hareketli bir grubun yanında durdu. O sırada, karşıdaki First National City Bankası’ndan bir zenci kadın çıktı ve Sokati’ye eliyle selam verdi. 46. Cadde’deki kırmızı ışıktan yararlanarak yolun bu tarafına geçip John Sokati’nin yanma geldi. Arasıra rastlanan Harlem’dekiler gibi güzel bir zenci kadındı: Maksi mantosunun içinde uzun bacakları ve kızıl saçlarının arasında duygusal bir yüzü vardı. Aniden esen bir rüzgârla uzun mantosu açıldı ve turuncu renkteki süper bir mini eteğin gizlediği kalçaları ortaya çıktı. Bu harika yaratık büyük devletlerden birinin temsilcisine sadıktı.

John Sokati ona, sanki kadın Luther King’mişcesine bakıyordu. 6 Zenci kadın turistleri hiç takmadan diplomatı dudaklarında n öpt ü ve elini tuttu . Oldukça ender rastlanan görüntülerden biriydi bu. Afrikalılarla zenci Amerikalılar arasındaki bağlar oldukça gergindi: Zenci Amerikalılar, Afrikalı kardeşlerini henüz gelişmiş bir maymun gibi görüyorlardı ve Afrikalılar da ABD’li zencilere ezici bir üstünlük kompleksiyl e bakıyorlardı. Bir taksi durdu ve iki zenci bindiler. Araba sola 49. Cadde’ye döndü ve bir otobüsü n arkasınd a on dakik a beklemek zorunda kaldı. Diplomatın eli arkadaşının bacağını okşayarak uzun mantonun içinde kayboldu. Kız hoşgörüyle güldü. Sonra da diplomat görünümünden çıkmamaya çalışan John Sokati gibi onun da nefes alıp vermesi hızlandı. Kadın kımıldadı ve yuvarlak kahverengi kalçası tamamen açıldı. Hipi kılıklı şoför dikiz aynasından hiçbir şeyi kaçırmıyordu. Şoför büyük bir kıskançlıkla dikizciliğe ara verip arabayı çalıştırdı ve şehrin güneyindeki ikinci Cadde’ye döndü. Trafik pek sıkışık değildi ve on dakikada Greenwich kasabasına çıktılar. Taksi, Beşinci Cadde’ye geçebilmek için On üçüncü Cadde’ye saptı.

Kapı numarası 40 olan otuz katlı büyük bir binanın önünde durdu. Şoför şuh kahkahalar atarak uzaklaşan çiftin arkasından bir süre baktı. FBI, Birleşmiş Milletler’in şerefli delegelerinin en az üçte birinin aşk dolu sözlerle doldurduğu kilometrelerce ses bandına sahipti. Danimarkalılar’ın “porn o film” satan dükkânlarını kıskanmaya ne gerek vardı? Delegelerin sarmaş dolaş oldukları kızların birçoğu FBI’ın kara kasasından para alıyorlardı. Zenci delege ve arkadaşı 11. Cadde’ye geldiler. Gerçek bir aşık çift. Yoldan geçenlerin çoğu gözlerini kızdan ayıramıyorlardı. Gerçekten Harlem’den gelen olağanüstü bir yaratıktı. Ne yazık ki beyazlara yasaktı. Çift, yüz metre yürüdükten sonra cephesi on metreden kısa olan üç katlı bir evin merdivenlerini çıktı. 11. Cadde, Washington Meydanı ve Beşinci Cadde’ye yakınlığı dolayısı ile altın fiyatına kiralanan bu tip evlerle doluydu. New York’un en pahalı mahallelerinden biriydi. Kız kapıyı anahtarıyla açtı ve 24 numaralı daireden içeri girdiler.

Kaniş cinsi köpeğini gezdiren zayıf bir kadın çifte müthiş bir bakış attı. Parıldayan güneş altında aşk yapmak ona çok garip gelmişti. Ve yine zenciler. Birleşmiş Milletler’in muhasebecileri John Sokati’nin lüksü karşısında dişlerini gıcırdatacaklardı. Lesoth o BM’y e üç yıldan beri ödemesi gereken aidatı ödememişti. Üstelik ödenmemiş on dolarlık bir telefon borcu da vardı. Birleşmiş Milletler yasasına göre gecikmiş aidatlarını iki yıl içinde ödemeyen tüm ülkeler oy haklarını kaybediyorlardı. Fakat yine de bazı uyarlamalar yapılıyordu. Lesotho, otuz kadar diğer ülkeyle birlikte “küçük devlet” grubunu oluşturuyordu. Bazı özel görevlilerin dışında hiç kimse Lesotho’nun yerini dahi bilmiyordu, fakat Lesotho’nun 8 Genel Kurul’da bir sesi vardı. Hatta bir çok önemli konuda görüş bildirebilen bir sesi. 24 numaralı dairenin karşısında Sağlık Konseyi’nin astığı, New York’un temizliği üzerine bir afiş vardı. “Bugün bir fareyi aç bırakın” diyordu afiş. Bu garip düşüncenin dışında, bir eylül öğleden sonrasının sıcaklığı ve nemliliği içinde 11. Cadde sakindi.

Sarı elbiseli zayıf kadın 24 numaranın karşısında köpeğini işetmek için durdu. Fırsattan istifade ederek kapalı kapıya kınarcasına baktı. Tanrı’dan iki zencinin günahlarını affetmesini istedi. Duasını bitirecek zaman bulamadı. Müthiş bir patlama aniden 11. Cadde’nin sessizliğini bozdu. Patlamayla birlikte bir yığın kırıntı gökyüzüne fırladı ve patlamanın şiddetiyle zayıf kadın ve köpeği otuz metre sürüklendiler. Kadının etekleri açılıp iskeleti andıran bacakları görünmüştü. Beşinci Cadde’den gelen bir taksi aniden fren yaptı. Arabadan bir adam indi ve yıkılan binaya koştu. Gökten hâlâ kırıntı yağıyordu. Patlamanın yankısı henüz geçmemişti. 24 numaralı ev artık yoktu. Üç katlı evin yerinde artık kocama n bir çukur vardı. Dumanlar yer yer dağılmaya başlamıştı ve bir mucize olarak ikinci katın duvarında asılı duran bir kütüphane ve içindeki tüm kitaplar gerçeküstü bir tablo gibi duruyordu.

Garip bir rastlantı, patlamanın tüm şiddetine rağmen 26 numaraya hiçbir şey olmamasına rağmen 22 numaranın tüm camları kırılmıştı. Üstü başı tozla kaplı olan bir kadın bağıra- rak dışarı fırladı. Karşı otelden bağırarak insanlar çıkıyorlardı. Caddenin iki yanından gençler koşarak geliyorlardı. Siyah duman caddeyi hemen hemen karartmıştı. Ortalık sanki akşamın sekiziymişcesine karanlıktı. Otelden çıkan yaşlı bir kadın haç çıkarıyordu. Şimdiye kadar hiç kimse böylesi bir patlama yaşamamıştı. Beşinci Cadde’den tesadüfen geçen bir polis arabası geri döndü ve siren çalarak 11. Cadde’ye geldi. Taksi, polise yol açmak için kenara çekildi. Yol dar ve tek yönlüydü. Kağıtlar ve hafif eşyalar, dumanın içinden yavaş yavaş yere dökülüyordu. Köpeğini gezdiren kadın güçlükle ayağa kalktı ve köpeğinin tasmasını çekti. Şiddetten dilini yutmuş gibiydi.

Yukarıdan yağan kağıtlardan biri kadının yüzüne kondu. Kadın yüzünü ekşiterek eliyle kağıdı itti. Fakat kağıtla teması ona hiç de yabancı gelmemişti. Yakından baktı. Yüz dolarlık bir banknottu. Biraz tozlu fakat gıcır gıcırdı. Zayıf kadın hayal gördüğünü sanarak patlamanın etkisiyle fırlayan bir başka kağıdı eğilip aldı. Yine bir yüz dolarlıktı. Kadın garip bir çığlık atarak köpeğinin tasmasını bıraktı ve yere diz çöktü. Rüzgârın taşıdığı paraları el yordamıyla toplamaya çalışıyordu. Heyecandan ağlıyordu. New York’da mucizeye rastlamak çok zordu. Oysa 11. Cadde’ni n üstü yavaş yavaş süzülen paralarla kaplıydı. Tüm gençler aşağı yukarı aynı anda gökten servet yağdığını farkettiler.

Tarifi imkânsız bir olaydı bu. İnsanlar, paraları yere düşmeden ıo yakalayabilmek için atlayıp sıçrıyorlardı. Taksi şoförü paraları yakalayabilme k için zayıf kadının ellerinin üzerinde yürüyordu. Hiç kimse kadının acı dolu çığlıklarını işitmiyordu. Arabadan inen iki polis, yıkıntıya bir göz attıktan sonra söylenerek üniformalarını parayla doldurmaya başladılar. Birisi şapkasını düşürdü ve nereye gittiğine bile bakmadı. Sanki dolarların kokusun u almış gibi Washington Meydanı’nın ve Bleeker Caddesi” nin hipileri oraya yığılmaya başladılar. Bazı gençler duman yüzünden öksürüyorlardı. Bir paket dolusu parayı göğsüne bastıran kadın, köpeğini unutarak hızla uzaklaştı. 24 numaranın önünden geçerken birden bir duyguya kapıldı ve titredi: Ne aşık çiftin çılgınlıkları, ne de fareler bu patlamay a sebep olabilirdi. Zayıf kadın bu işte Tanrı’nı n parmağı olduğunu düşündü. İtfaiye geldiğinde paraların uçuşması bitmişti. Kaldırımın kenarında oturan iki hipi olayı konuşuyorlardı. İtfaiyeciler, olağanüstü elçi John Sokati’nin mezarını suluyorlardı. II.

BÖLÜM Şeffaf ve plastik bir zarfın koruduğu yüz dolarlık banknotun yarısı yanmış ve sertleşmişti. Zarfın ucunda sarı bir etiket vardı. Büronun yarısı 11. Cadde’dek i patlamada n olduğu sanılan çeşitli eşyalarla doluydu. Malko eşyaların arasında, New York’ta yüzlercesine rastlana n ve birçok işyerinin eşantiyon olarak dağıttığı dikdörtgen kibrit kutularından bir tane bulunduğuna dikkat etti. Diğer bir eşyaya olduğu gibi kibrit kutusuna da bir etiket takılmıştı. Eşyaların arasında sol camı kırık bir gözlük, kredi kartları, kağıtlar ve bir erkek ayakkabısı vardı. Al Katz, büronun arka tarafında duruyordu ve düşünceli bir havayla eşyalara bakıyordu. Masmavi gözleri sanki yuvarlak yüzünden fırlamış gibiydi. Kalın ve kızıl bıyığı yüzünün alt kısmını sanki aşağıya sarkmış gibi gösteriyordu. Zeki ve bilgiç bir havası vardı. Büronun içinde bir tur attıktan sonra Malko’nun yanına tokalaşmaya geldi. Yaklaştığında yüzündeki kırışıklıklar iyice ortaya çıkıyordu. Ellidençok, altmış yaşlarında gösteriyordu. — Frank Thorpe size işten bahsetti mi? Malko, üstüne tam oturan elbisesiyle, kareli gömleğiyle, biraz uzun sarı saçlarıyla, düzgün aksanıyla ve meraklı bakışlarıyla, CIA’nın tipik ajanlarına benzemiyordu.

— Fran k Thorp e ban a pek bir şey söylemedi, dedi. 12 C IA planlama bölümü müdür ü Fran k Thorpe, Poughkeepwie’deki villasına telefon edip Al Katz ile temasa geçmesini söylediğinde, Malko görevin konusuna fazla eğilmemişti. Tedbirden olduğu kadar, mesleğinin gereği nadiren öyle yapardı. Söz konusu olan Viyana Operası’nın açılış balosu değildi. Malko’nun bulunduğu büro, 53. Cadde ile 6. Bulvar’ın köşesinde, ültromodern, kırk beş katlı, siyah CBS binasının içindeydi. Resmi olarak Fairchild Şirketi’ne bağlı bir yerdi burası. Yalnızca kayıtlarda varlığı gözüken bir şirket. Aslında CIA’nın Amerika’da yeni yeni yerleştirmeye başladığı.Kongre’nin ve FBI’nın gözünde uzaktaki bürolardan biriydi. Federal ajansın ulusal sınırlar içinde, kuramsal olarak karışmaya hakkı yoktu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir