Gerard De Villiers – 81 Barranquilla’da Duello

Üzerinde Amerikan armasından başka bir şey bulunmayan gümüşi eski DC 7, Karaibler Denizi üzerinde 3000 metre irtifada güneye doğru uçuyordu. Kanat altlarındaki tam gaz verilmiş dört adet Pratt and Withley motorunun yarattığı titreşim, uçağın gövde perçinlerini attıracak denli güçlüydü. Uçak zaman zaman “David Tayfunu”ndan arta kalan sert hava akımlarında sarsılıyordu. Bütün bunlar içerdeki iki yolcunun hiç umrunda bile değildi. Kabinin ön kısmında karşılıklı konmuş mavi koltuklarda oturuyorlardı. Kabinin geri kalan kısmı boştu. Adamlardan biri Manuel Fuego adında son derece esmer, yapılı bir tipti. Diğeri sahne yıldızları gibi incecik bıyıklı, kıvırcık saçlı ve ayağında “kovboy” çizmeleri bulunan sarışın bir tipti. Adı Jack Dade idi. Kemerinin sağ tarafına iri kabzalı bir Mauser takmıştı. Eski DC 7 bir hava boşluğuna rastlayarak otuz ayak kadar irtifa kaybetti.Dört motor gürültülü bir uğultuyla gövdeyi yine eski yüksekliğine çıkardı. Jack Dade simsiyah tırnaklı pis elini terlemiş yüzünde gezdirdi. — Tanrı cezasını versin! Geberip gideceğiz bu teneke kutuda! Yana dönüp lombozdan dışarı baktı, ama gecenin zifiri karanlığından başka bir şey 5 göremedi. Deniz bile farkedilmiyordu.


Ayağa kalktı, pilot kabininin kapısını açtı. Uçak mürettebatı iki pilottan oluşuyordu. Uçakta telsiz kullanılmıyordu. Bu tür uçuşlarda fazla konuşma yapılmazdı. Jack Dade pilota yaklaşarak: — Hedefe ne zaman ulaşacağız? diye sordu. Pilot sakalı uzamış yorgun yüzünü ona çevirdi. Mavi gözlerinde hiçbir parlaklık yoktu. Vietnam’da kahramanlık taslayıp yanlış işler yapmasaydı, belki şu an bir “747”yi yönetiyor olurdu. Uçuş brövesi elinden alınıp karısından boşandıktan sonra, Miami’de çocuklarının karnını doyurmak için her işi kabullenir olmuştu. İçinde hep aynı umut vardı: Her işin sonuncu olması… Kabin lambasını yaktı. Sağ dizinin üzerindeki haritada Kolombiya’nın kuzeyinde, denizde bir noktayı işaret etti. — Şu an buradayız, dedi. Yirmi dakika sonra Riohacha’nın altmış mil kuzeydoğusunda olacağız. Ondan sonra da on beş dakikalık bir yolumuz kalıyor. Tabii, her şey yolunda giderse… Jack Dade gökyüzüne bir göz atıp kuruyan dudaklarını ıslattı.

— Bizi uzaktan farkedebilirler mi? diye sordu pilota. Pilot güldü. — Sesimizi duy salar da önemi yok. Ellerinde radar bulunmuyor. Yerde de sadece iki T. 3 3′ leri var. Onlar da gece uçmazlar. Güneyde Barranquilla’dan kuzeyde Guajira yarımadasının «n uç noktası olan Puerta Gallinas’a kadar olan kısım, Bogota’nın izni dışındaki tüm uçaklara yasak bölge ilan 6 edilmişti. Karada uyuşturucu ticareti yapan uçaklar için sayısız kaçak pist vardı. Hükümet yetkilileri bunların birçoğunu ele geçiriyordu. Ama, ele geçiremedıkleri bu sayının on katıydı. Bölgede herkes kaçakçılıkla uğraşır olmuştu. Yüklü rüşvet yiyen askerler ve polisler herhangi bir operasyonda son derece ağır hareket ederlerdi. Bir kaçakçının onlara yakalanması için, bunu yürekten istemesi gerekirdi. Ama Jack Dade için durum değişikti.

Bu onun ilk yolculuğuydu ve az da olsa korku duyuyordu. Pilot gazı hafifçe kesti. DC 7 denize doğru alçaldı. Dört saat önce, Miami yakınlarındaki küçük bir alandan kalkmışlar, rota olarak Curaçao’yu göstermelerine rağmen beş yüz elli mil güneybatı yönünde uçmuşlar, sonra Haiti’nin üzerinde tamamen güneye yönelerek yedi yüz millik bir yolculuktan sonra Karaibler Denizi üzerine gelmişlerdi. Eğer her şey yolunda giderse, sabahın beşinde Florida’ya geri dönmüş olacaklardı. Dönüş yolculuğu çok güç olacaktı. Çünkü sahil muhafaza memurları Kolombiyalı meslektaşlarına hiç benzemezlerdi…Jack Dade pilotun arkasında durmuş karanlıklar içinde bir şeyler görmeye çalışıyordu. Aradan yarım saat geçti. Pilot sık sık haritasına bakmaya başlamıştı. — Geliyor muyuz? diye sordu Jack Dade. — On dakika sonra orada olacağız, karşılığını verdi pilot. Yerinize dönüp kemerle rinizi bağlasanız iyi olur. İneceğimiz yer Miami alanı değil. Çok sarsılabiliriz… — Tamam, tamam! dedi Jack Dade. Pisti iyi tanır mısınız? 7 Pilot bir kahkaha attı.

— Pist ha!. Dilerim pisti açmışlardır, yoksa çakılırız… Şimdi yerinize dönün ve beni rahat bırakın, işim başımdan aşkın… Jack Dade boğazı kupkuru bir şekilde geri döndü. Koltuğuna oturduğu anda, uçak elli ayak daha alçalmıştı. Şu an Kolombiya’nın üzerinde bulunuyorlardı. Manuel Fuego sinirli sinirli pis bir puro içmekteydi. Jack Dade de kemerini bağlayarak bir daha böyle rezil bir işe bulaşmayacağına yemin etti. Allahlık bir pilot yönetimindeki dağılmaya yüz tutmuş eski bir uçakla gece yarısı bilinmeyen bir piste gizlice inmek zırdelilikti! DC 7 alçalmaya devam ediyordu. Jack Dade yeni bir gürültüyle heyecanlandı. İniş takımları açılıyordu. Lombozdan baktı. Hâla bir şey farkedilmiyordu. Ne rezil bir ülkeydi burası! * ** — Masrapido, hombres! Masrapido!.* Elinde megafon, belinde tabanca bulunan ustabaşı, üç kamyonun farlarıyla aydınlanmış bölgede çalışan buldozerin sürücüsüne yol gösteriyordu. Buldozer bozkırın ortasında iki saatte altı yüz metrelik bir pist açmıştı. Arkasında toprak ezici bir silindir, onun ardında da çalı köklerini ve taşları toplayan yirmi kadar işçi vardı.

Bu ıssız yere ulaşmaları için üç saatlik bir yol tepmişlerdi, işçiler Guajira’nın merkezinde bulunan Uribia kasabasından toplanmıştı. Buldozer son toprak yığınını da kenara attı Daha çabuk, çocuklar! Daha çabuk! 8 ve durdu. Ustabaşı bir el hareketiyle kamyon motorlarını da susturdu. Başını yıldızlı göğe çevirdi. Bir ses duyar gibi olmuştu. Evet, kuzeyden motor gürültüsü geliyordu. — El avion! Ustabaşı geri dönerek pist başında bekleyen Bell tipi küçük helikoptere doğru koşmaya başladı. Bu arada kamyonlar da manevra yaparak farlarıyla pisti aydınlatabilecek bir duruma geldiler. Helikopter yolcusu, siyah kıvırcık saçlı, mavi gözlü, şişman bir tipti. — Portatif lambaları yak, uçak inince hemen söndürürsünüz. — Muy bien, Senor Esteban! dedi ustabaşı. Koşarak uzaklaştı. Motor sesi yaklaşıyordu. Uribia yolu üzerinde çalılıklara gizlenmiş silahlı yirmi adam nöbet tutuyordu. Amaç, kasabadan gelebilecek bir tehlikeyi önlemekti.

Ustabaşı heyecanlı heyecanlı emirler yağdırıyordu. Çünkü Marimberolar* arasında Esteban gibi zengini ve önemlisi hemen hemen yok gibiydi ve Senyor Estaban burada bizzat bulunduğuna göre önemli bir iş yapıyorlardı. Aslında, uçağa yüklenecek birkaç tonluk marimba* gecede iki üç kez sürekli tekrarlanan sıradan bir işti. Senyor Esteban’m burada bulunmasının nedeni, uçakla gelen iki önemli gringoyu karşılamak ve gelecekteki işleri hakkında konuşmaktı. Uçak iniş takımları dışarda, piste doğru alçalıyordu. Birden, kanat altlarındaki iniş farlarını yaktı ve tekerlekler büyük bir toz * Uyuşturucu kaçakçısı * Uyuşturucu 9 bulutu çıkararak toprağa değdi. Pilot tüm gayretlerine rağmen, uçağı ancak pist bitimine birkaç metre mesafede durdurdu. Sonra motorlara kısa kısa devir vererek aracı olduğu yerde döndürdü ve kalkışa hazır duruma getirdi. Kamyonlar çoktan harekete geçmiş, uçağa doğru ilerlemeye başlamışlardı. DC 7’nin yan kapısı açıldı. Pilot yere atlayarak lastiklerinin durumunu kontrol etti. Durumdan hoşnut kalmış olmalı ki, hemen doğruldu ve ustabaşıya bağırdı: — Move your ass! *• Bütün geceyi burada geçirecek değilim… Yakalanması felaket demekti. İzinsiz inişlerin bedeli beş milyon pezoydu. Bu ceza ödenmediği takdirde, pilot her yüz pezo için bir gün hapis yatıyordu. Yükleyiciler işe koyulmuştu bile.

DC 7’nin yolcuları yere atladı. Jack Dade’in taşıdığı çantada malın bedeli vardı. Bu konuda veresiye olmazdı. Aralarında herhangi bir anlaşma da olmazdı. Mallar uçağa yüklendi mi, Kolombiyalılar bundan sonrası için bir şey bilmek istemezlerdi. Ustabaşı iki yolcuya yaklaşarak motor gürültüsünü bastırmak için bağırdı: — Hombres, Senyor Esteban sizi bekliyor. Kolombiyalılar kendi aralarında Esteban’a şişko anlamına gelen “El Gordo” derlerdi, ama bu sıfatı bir gringonun önünde kullanmanın cezası ölümdü. Esteban Contador bir doksan boyunda, yüz altmış kilonun üstünde bir mahluktu. Vücudu- * kıçınızı kımıldatın 10 nun yağlı gevşek etlerine rağmen, bakışları son derece vahşiydi. Genellikle alçak ve yumuşak bir sesle konuşurdu, ama en sevdiği içki olan votkaya yumuldu mu da, çok tehlikeli biri oluverirdi. Boynunda başarısının simgesi olarak taşıdığı bir düzine kalın altın zincir vardı. Esteban Contador, ülkenin en zengin adamlarından biriydi. Puerto Colombia’daki küçük kaleden farksız villasının oda büyüklüğündeki kasasına her hafta biraz daha fazla dolar tıkıyordu. Ama dolarların onun için önemi yoktu.Çünkü ülke dışınaçıkmaya kalktığı anda, karşısına bir düzine polis çıkacağını ve hemen tutuklanacağını biliyordu.

Villasını bir milyon dolara yaptırmıştı. Kendine bir Rolls almış, ama zırhlı olmadığı için bir köşeye atmıştı. Acele işleri için helikopteri de vardı. Ona da korkudan pek binmezdi. Parasını sık sık verdiği davetlerle yemeye çalışıyordu. ABD’den şaşırtıcı fiyatlarla orkestra getirtir, votkalar ve şampanyalar su gibi akardı. Kısacası, hayattan zevk almaya bakıyordu. Çünkü, günün birinde hasımları ya da DEA ajanları tarafından defterinin dürüleceğini biliyordu. Esteban Contador purosundan son bir nefes çekip attı ve ustabaşının peşinden gelen iki yolcuya baktı. Adamlar yaklaştılar. El Gordo Amerikalının uzattığı eli görmezden geldi. Jack Dade çantayı uzattı. — Para içinde. Esteban çantayı aldı ve açmadan helikopterin içine attı. Kibarca: — Muchas gracias! dedi Marimberonun karşısında bekleyen iki adam ıı lafın gerisini merak ediyorlardı.

Esteban gülümsedi. — Uçak havalandıktan sonra gideceğiz. Sizlere Royal Lebolo’da oda ayırttım… Barranquilla’da da lüks yerler vardı… Ama marimberolar dışında, millet açlıktan ölüyordu. Bir çocuğun şansı varsa yiyebileceği tek et cinsi, fare etiydi. Yükleme bitmişti. Mal tam on iki ton ağırlığındaydı. Uçağın kapısı kapandı. Motor gürültüsü arttı. Farlar ve lambalar yeniden yakıldı. DC 7 müthiş bir toz bulutu kaldırarak hareket etti. Yerden kesilir kesilmez de kuzeye döndü. Florida’ya kadar önünde zor bir yolculuk vardı, ama bu Esteban’m sorunu değildi. işçileri toplayan kamyonlar teker teker uzaklaştılar. Gecenin karanlığından yararlanarak güneye inecekler, Riohacha’dan yeni mal yükleyeceklerdi. Alanda helikopterle Esteban’ in muhafızlarını taşıyan jeepten başka araç kalmamıştı.

Esteban’m kımıldamaya niyeti yok gibiydi. Gözlerini göğe dikmiş, DC 7’nin kaybolduğu noktaya bakıyordu. Uzun uzun esnedikten sonra, bakışlarını iki yolcuya çevirdi. — Güzel bir gece… Yıldızlar pırıl pırıl… Hava sıcak… Kertenkeleler için ideal bir hava*… Jack Dade ile Manuel Fuego birbirlerine baktılar. Esteban lafı nereye getirmek istiyordu? Onlara göre hava rutubetli, bunaltıcı ve berbattı. El Gordo bakışlarını Jack Dade’e çevirdi. — Ispanyolcada “kertenkele”ye ne denir, bilir misiniz? 12 Amerikalı sustu. Ispanyolcası o kadar kuvvetli değildi. Küba’da doğmuş olan Manuel atıldı hemen: — “Lagarto” denir… Neden sordunuz? Esteban’ın yüzünde timsahı hatırlatan bir gülümseme belirdi. —Doğru… Evet, lagarto denir.Bunun diğer bir anlamı daha var, onu da bilir misiniz?. Jack Dade hiçbir şey anlamadan iki adama bakıyordu. Birden, Kübalının yüz hatlarının gerildiğini farketti. Kolombiyalının gözlerinde ürkütücü bir ifade vardı. Ama, son derece sakin bir sesle konuştu: — Siz her ikiniz de kertenkelesiniz… iki pis kertenkele… Jack Dade yavaş yavaş bir şeyler sezinlemeye başlamıştı.

Elini belindeki Mauser’ine atmak istedi. Aynı anda, Esteban’ın elinde t>ir pala belirdi ve kolu kendinden beklenmeyen bir çeviklikle yukardan aşağı indi. Jack Dade gerileyecek zaman bulamamıştı. Pala hızla bileğinin üstüne indi ve yoluna devam etti. Jack yere düşen elini ve kesik bilekten fışkıran kanı gördü. Esteban’ın sesini rüyadaymış gibi duyuyordu. — Gringo, bizde “lagarto”nun anlamı “hain”dir… Jack Dade sol eliyle çıkardığı mendilini damarlarına tampon yapmaya çalışıyordu. Gözleri kararmaya, başı dönmeye başlamıştı. Bembeyaz olan Fuego ise yerinden hiç kıpırdamamıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir