Gerard De Villiers – 88 Sierra Leone

Charlie geri dönmüş. Derhal yardım istiyormuş. Not sarı bir kâğıda yazılmış ve Stanley Parker’ın masasına bırakılmıştı. Parker çantasını yere koyarken boğazının sıkıştığını hissetti. CIA’nın Abidjan’daki yasadışı merkezi olan ve muhteşem villanın tüm birinci katını kaplayan daireye şöyle bir göz gezdirdi. İçeride, önündeki kâğıda eğilmiş sakallı görevliden başka kimse yoktu. — John! diye seslendi Parker kâğıdı elinde sallayarak. Charlie ile sen mi konuştun? — Hayır, diye cevap verdi sakallı adam. Burada değilim. Notu Van Heusen almış. — Nerede şimdi? — Scope’a gitti. Alışveriş yapacakmış. On beş dakika içinde dönerim dedi. — Kahretsin! diye homurdandı Parker dişlerinin arasından. Son derece kaygılıydı.


Charlie onun en iyi ajanlarından biriydi, pek çok bilgi kaynağına sızmayı başarıyordu ve görevli olarak şehirden uzaktaydı. En az on gün daha Abidjan’a dönmemesi gerekiyordu. O halde bu ani gelişin anlamı neydi? Charlie Abidjan’ın en berbat mahallelerinden biri olan Marcory’de oturuyordu ve telefonu yoktu. Van Heusen’i bir an önce bulması gerekiyordu. Stanley Parker villanın dış merdivenlerinden uçarcasına indi ve 505’inin direksiyonuna geçti. Villa 5 yüksek duvarlarla çevriliydi ve villanın bulunduğu yer Abidjan’ın en seçkin semtlerinden biriydi. Scope da, Cocody adıyla bilinen bu semtin en büyük süpermarketlerinden biriydi. Market villanın bulunduğu sokağa paralel yolda, beş yüz metre ilerideydi. Stanley Parker öylesine kaygılıydı ki, neredeyse villanın karşısındaki tenis kortundan çıkmakta olan genç bir çifte çarpıyordu. İki dakika sonra arabasını Scope’un otoparkına bırakmıştı. Etrafa bir göz attığında, az ileride Van Heusen’in beyaz Toyota’sını gördü. Çok geçmeden de onu hayvan mamalarının satıldığı reyonun önünde buldu. Van Heusen’in neredeyse kırk kilo gelen bir köpeği vardı, ama hayvan Abidjan’a geldiğinden beri ağzına hiçbir şey koymamıştı. — Ah! Sen misin? dedi Van Heusen Parker’ı görünce. — Charlie sana neler söyledi? — Bu sabah gelmiş.

Peşinde birileri varmış. Bob Van Heusen bir yandan konuşuyor, bir yandan da sepetini köpek mamalanyla dolduruyordu. Stanley Parker onun yüzüne bir yumruk indirmemek için kendini güç tuttu. — Tekrar arayacak mı? diye sordu Parker sinirle. — Bilmem, dedi Van Heusen umursamaz bir tavırla. Bu kara derililerin hepsi aynıdır. Bob Van Heusen bilgisayarlarla çalışmaya alışmış biri olarak genelde insanoğluna, özellikle de Afrikalılar’a hiç güvenmeyen bir yapıya sahipti. — Beni tekrar arayacak mıymış? Söylesene be adam? — Hayır. Sadece bu akşam saat dokuz sularında bir randevudan söz etti. Bir lokanta… Babi 6 ya’da… — Tamam. Orayı biliyorum. Yani onu orada bulacağımı söyledi, öyle mi? — Hayır, pek öyle değil. Van Heusen hâlâ konuyla ilgilenmez bir edayla raflardaki kutuları inceliyordu. Parker onu öldürebilirdi. Daha fazla üstelemeden homurdanarak çıkışa yöneldi.

Süpermarketteki serin havadan sonra dışarıdaki sıcak suratına bir tokat gibi çarptı. 505’ine oturarak havalandırmayı çalıştırdı ve düşünmeye koyuldu. Charlie tehlikedeydi. Akşamı bekleyecek olursa geç kalabilirdi. Anlaşmaya göre Parker asla Charlie’nin evine gitmeyecekti, ama bu acil durumda kuralı çiğnemeye karar verdi. Parker çamurlu patikada ilerliyordu. Burası Marcory’nin en perişan yerlerinden biriydi. Uzakta, hurda araba yığınlarının ardında tbis Oteli’nin beton binası gözüküyordu. Parker kulübelerden birinin önünde durdu. Penceredeki şişman kadına gülümsedi. — Merhaba. Charlie’yi arıyordum. Burada mı? Zenci kadın Parker’ı baştan aşağı süzdükten sonra bir kahkaha attı ve: — Hayır patron, geç kaldın, dedi. Charlie çoktan gitti. Yoksa sana da mı borcu vardı? Stanley Parker midesinin sıkıştığını hissetti.

— Hayır. Neden? — Bu sabah geldiler. Üç kişiydiler. İçlerinden biri beyazdı. Terbiyesizin tekiydi. Charlie’yi arıyorlardı. Charlie’nin o beyaz adama borcu varmış. Ona Charlie’nin gece burada kalıp kalmadığını bilmediğimi söyledim. Oysa Charlie arka odada uyuyordu. Ona haber verecektim. Şuradan kaçtı. 7 Kadın boş araziyi gösteriyordu. — Ya sonra? — Adamlar pek bozuldular. Onlar da koşmaya başladılar. Ama Charlie daha hızlıydı.

Sonra beyaz adam canımı acıtmaya başladı. Ben de bağırdım. Adam korktu. O sırada Charlie epey uzaklaşmıştı. Parker için bu kadarı yeterliydi. 505’ine bindiğinde ter içinde kalmıştı. Kalbi sıkışıyordu. Kuzey Dakota’da yetişmiş bir Amerikalı için bu kadar sıkıntı fazlaydı. Charlie’nin kaçışı ortak meseleleri ile rai ilgiliydi yoksa başka bir nedene mi bağlıydı? Buna sadece Charlie cevap verebilirdi. Giscard D’Estaing Meydanı’ndan geçerken Parker’ın kafasında binbir düşünce vardır. Charlie’nin arada bir kaldığı yerleri biliyordu. Onu nerede bulacaktı? * * * Stanley Parker susamıştı ve yorgundu. Cocody’e dönmek üzere yola çıktı. Bir lagünün çevresinde kurulmuş Abidjan mahallelerinden çıkmak, köprülerin az sayıda olması nedeniyle bir keşif gezisine dönüşüyordu. Parker cesaretini yitirmek üzereydi.

Direksiyo- . nu İvoire Oteli’nin bulunduğu tarafa çevirdi ve hemen bir barın önünde park etti. Soğuk bira boğazını yaktı. İlginç bir gün geçirmişti. Sokak kadınları, içi doldurulan canlı timsahlar ve ölmek üzere olan yeni doğmuş bir kobrayla karşılaşmış ama Charlie’nin izine rastlayamamıştı. Treichville’de 505’inin dikiz aynasını bile kaptırmıştı. Masum bakışlı bir çocuk gözlerinin önünde aynayı yürütmüştü. Ama Afrikalılar’ın bir sözü vardı: “Bir beyazın malını çalmak hırsızlık sayılmaz.” Birasından bir yudum daha aldı. Treichville’deki randevuya daha dört saat vardı. Charlie’nin başına neler gelmişti? 8 Charlie RUFİ koduyla bilinen çok gizli bir operasyonun temel direğiydi. Ulusal Güvenlik Örgütü’nün elde ettiği radyo şifreleri CIA’nın dikkatini Gine ile Liberya arasında, Fildişi Kıyısı’nın kuzeybatısına düşen Sierra Leone’ye yöneltmesine neden olmuştu. Topladıkları bilgilere göre İran Gizli Servisleri bu küçük ülkeden başlatılmak üzere Amerika’yı hedef alan bir terörist eylem düzenliyordu. Sierra Leone’nin başkenti Freetown’da bulunan CIA merkezi böyle bir operasyonu yürütecek maddi kaynaklara sahip olmadığı için görevi Abidjan’daki merkez üstlenmişti. Stanley Parker Charlie’yi kullanarak ilk hareketi başlatmıştı.

Masaya bir binlik bırakarak ayağa kalktı. Önünde zorlu saatler vardı. * * * Stanley Parker arabasını 7. Cadde ile 7. Sokak’ın kesiştiği köşeye park ettiğinde saat dokuza geliyordu. Treichville’in bu bölümü Fildişi Kıyısı’nın nimetlerinden yararlanmak için göç etmiş binlerce fakir insanla doluydu. Babiya’nın önü boştu ve ışıklar yanmıyordu. Parker şaşırmıştı. Burası her zaman kalabalık olurdu ve Babiya’nın çığırtkanı müşteri kapmak için kapıda reklam yapardı. Parker 505’inden inince kapıda şu yazıyı gördü: “Tatil nedeniyle kapalı yız.” — Kahretsin! diye homurdandı. Babiya’daki görevli kimbilir hangi deliğe girmişti? Parker ışıksız kaldırıma göz gezdirdi. Üç zenci genç bir kedinin kuşa baktığı gibi 505’i inceliyorlardı. Serseriler korunmasız her ava atlamaya hazırdılar. Parker yeniden çevreye göz gezdirdi.

Charlie nerede olabilirdi? Belki de daha önce gel- miş ve lokantanın kapalı olduğunu görünce geri dönmüştü. Stanley Parker arabasına bindi. Gömleğinin altına gizlediği silahını yokladı. Farları yaktığında zenci serserilerin gitmiş olduklarını gördü. Saat dokuzu beş geçiyordu. Charlie her an gelebilirdi. Parker kapılarını kilitledikten sonra bir sigara yaktı ve teybe bir kaset koydu. Bob Van Heusen aklına geldi. Köpeğine aşık bu adam işini biraz daha ciddiye alsaydı, Parker şimdi korkudan ölmek üzere olmayacaktı. Saat dokuz buçuk olmuştu. Stanley Parker’ın telaşı gitgide artıyordu. Bütün olasılıkları değerlendirmeye çalıştı. En kötüsü peşinde olanların Charlie’yi bulmuş olmalarıydı. Belki de Charlie, Parker’dan önce randevu yerine gelmiş, fakat lokantanın kapalı olduğunu görünce bu berbat yerde tek başına beklememek için gitmiş olabilirdi. Bu durumda geri dönmesi gerekiyordu.

Parker birdenbire az önce gördüğü üç zenciyi hatırladı. Acaba onların Charlie’yi arayanlarla bir ilişkisi var mıydı? Eğer bu düşündüğü doğruysa Charlie onları görünce bir yere gizlenmiş olabilirdi. Ya da sadece geç kalmıştı. Afrikalılar’da zaman kavramı gelişmemişti. Fakat Van Heusen’in anlattıklarına göre Charlie korkuyordu. Onu koruyabilecek tek kişi Parker’dı. Amerikalı sigarasından bir nefes daha çekti, yola tekrar göz gezdirdi. Üç zenci genç de herhangi bir yere gizlenip sokağı gözlüyor olabilirlerdi. Saat onda Parker daha fazla sabredemeyerek arabayı çalıştırdı. Delafosse Bulvarı’na doğru yola koyuldu. Arabayı çok yavaş sürüyordu, Charlie 505’i iyi tanırdı. Eğer karanlıkta bir yerde gizleniyorsa arabayı görünce ortaya çıkardı. Parker bü10 yük bulvara geldiğinde ne Charlie’ye ne de üç zenciye rastlamıştı. Farlar caddeyi aydınlatıyordu. Charlie neredeydi? Parker bir kez daha Babiya’nın önünden geçmeye karar verdi.

Ortalıkta kimseleri göremedi. Farları söndürüp motor çalışır bir halde bekledi. Belki de Charlie onu başka bir yerde bekliyordu. Üç zenci serseri Parker’ı kaygılandırmıştı. Kapalı bir lokantanın önünde ne işleri olabilirdi? Reine Pokou Caddesi’ne yöneldi. Bu caddenin iki tarafında genelevler, küçük lokantalar, sıralanıyordu. Stanley Parker ne yapacağını bilemiyordu. Birdenbire Charlie’nin arada bir uğradığı Treichville pazarının yakınındaki diskoteği hatırladı. Ama diskoteğin yerini unutmuştu. Karanlık sokaklara daldı, bir taksinin yolcu indirdiğini görünce o tarafa yöneldi. — Hey, şef! Bounty’yi bilir misin? Şoför cevap bile vermedi. Parker 505’inden inerek arabaya yaklaştı. Taksi aniden hareket edince Parker ezilmemek için kendini ani bir refleksle yan tarafa attı. Şoför onu serseri zannetmiş olmalıydı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir