Hakan Turk – Turkiye Ates Cemberinde

Türkiye Cumhuriyeti Devletini parçalayıp yok etmek için ülkemiz üzerinde tezgahlanan oyunlan ve onların Türkiye uzantılarını anlatabilmek düşüncesiyle Büyük Oyun, Büyük Komplo, Hedef Ülke Türkiye, AnkaraWashington Hattı, Amerika’nın Hedefindeki Ülkeler, Amerikan İmparatorluğu adlı kitaplan yazdım. Bu kitaplar Türkiye genelinde yeterince ses getirdi. Ve bu ülkeyi en az benim kadar sevenler bilgi, belge ve teşekkür mesajları göndererek beni yüreklendirdiler. Kimi genç gazeteci arkadaşlar bu kitaplarıma çok geniş yer vermek istediklerimi fakat çalıştıkları gazete, dergi veya televizyon kuruluşlarının çıkarlarına ters düştüğünden veremediklerini, acı da olsa itiraf ettiler. Son birkaç aydır ortaya bir “Büyük Ortadoğu Projesi” çıktı. Siz sanıyor musunuz ki, bu projenin geçmişi birkaç aya dayanıyor? Kesinlikle Hayır. Bu proje üzerinde son yirmi yıldır Amerika ve İsrail’de çalışılmaktadır. Bu kitabımızda Ortadoğuyu özellikle Türkiye’yi nelerin beklediğini anlatmaya çalışacağım. ABD ve benzeri devletler on, yirmi, hatta elli yıl sonrası için plan ve projeler yaparak, hedeflerine ulaşmak için de uzun yıllar ortamı hazırlamakta yarar görürler. Bizim ülkemizdeyse her gelen hükümet yeni bir dış politika uyguladığından, sağlıklı bir dış politikamız olmaz ve birçok ülkeyle masaya oturduğumuzda ne yapacağını bilmez insanlann durumuna düşer diplomatlarımız. Türkiye üzerinde oynanan oyunları anlatmaya çalışanlara karşı olanlar ise “Bütün bunlar komplo teorisi” deyip çıkmaktadırlar. Çünkü bu sözlerinin gerçek olmadığını kendileri bilmelerine rağmen, ülkemizin zayıf düşmesi, ordumuzun itibarını kaybetmesi onların işine geldiğinden etraflarında olanlann uyanmalannı istememektedirler. Yıllarca 10 HAKANTÜRK Türkiye’nin bilgisi dışında kapalı kapılar arkasında Kıbrıs ile ilgili planlar, projeler yapıldı. Bu gelişmelerden hangi istihbaratçımızın veya Dışişleri mensubumuzun haberi oldu. Taa ki Kofi Annan’m dokuzbin sayfalık planı ortaya çıkınca birileri ahkam kesmeye başladı.


Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak Kıbrıs konusunda ne kadar iyimser olmaya çalışırsak çalışalım Atı alan Üsküdar’ı geçmiş ve Kıbns elimizden gitmiştir. Medyamızın hergün ısıtarak önümüze sürdüğü magazin haberleri yerine benim “Büyü/c Komplo” adlı kitabıma gereken yeri verseydi ve bu ülkeyi seviyorum diyenlerin belli bir bölümü o kitabı okurdu ve Kıbns’ta bizi nelerin beklediğini ve Rumların yıllardan beri Kıbnsın tamamına sahip olmak için kimlerle, nasıl bir işbirliği içinde olduklarını öğrenerek bazı tedbirler alabilirlerdi. Bana gelen son bilgilere göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, yani hepimizin iç ve dış bir avuç insana borcumuz şöyle; Türk olupta bu ülkeyi sömürenlere tam tamına 130 milyar dolar. Bizim paramızla 194.4 katrilyon lira. Dıştaki kan emicilere gelince 64 milyar dolar da onlara var. Bu borçlara yılda ne kadar faiz ödediğimize bakalım. 2004 yılı içinde 135 katrilyon lirası ana para ve 60 katrilyon faiz olmak üzere toplam 194 katrilyon liralık iç borç ödenecektir. Devlet Bakanı Ali Babacan, Ocak-Mayıs döneminde ise konsolide bütçeden, 52 katrilyon lirası anapara 23.4 katrilyon lirası faiz olmak üzere toplam 75.4 katrilyon liralık iç borç ödemesi yapıldığını söyledi. Bu yılın ilk beş ayında yapılan yatırımların tutarı ise sadece 35 trilyon lira. Faiz dışı fazla hedefine ulaşmak için kemer sıkma politikası izleyen hükümet, buna rağmen borç sarmalından kurtulamıyor. Çünkü enflasyon yüzde 9 seviyelerindeyken iç borçlanma faizi yüzde 26’nın üzerinde. Hiç tanımadığınız bankadan yıllık yüzde 18’le nakit para alıp araba alabildiğiniz bir ülkede eğer hükümet birilerine yıllık yüzde 26’nın üzerinde bir faiz ödüyorsa, birileri devletin sırtından aşırı para kazanmaya devam ediyor demektir.

Faturayı ise sayıları 10 milyonu geçen işsizler ve hepimiz ödüyoruz. IMF ve Dünya Bankası programları Türkiye gerçekleriyle örtüşememekte-dir. İthal çözüm önerilerinin Türkiye’de başarı sağlamadıTÜRKİYE ATEŞ ÇEMBERİNDE 11 ğını geçmişte gördük. Her geçen gün zenginin daha zengin, fakirin ise daha fakir olduğu bu ülkede ilahi adaletin tecelli edeceğine bütün kalbimle inanmaktayım. Ülkemizde yaşanmakta olan gerçekleri görmek ve elimizden geldiğince geniş kitlelere anlatmak zorundayız. Türkiye her geçen gün kendi kültürü, tarihi ve değer yargıları ile yabancılaşıp, bekasıyla ilgilenmeyen aydınlar çoğalmaktadır. Türkiye’de siyasi, ekonomik ve sosyal ilkesizlik hakim olmakta, siyaset adeta ticarileşmiştir. Milletin meclisine güveni kalmamıştır. İstikrarsız bu siyasi ortamda arayışlar devam etmektedir. Bürokrat Asker ve Aydınlarımız arasında uyum sağlanmamakta, milletle bütünleşil-memektedir. Demokrasi ise bazı kesimlerce belli kişi ve grupların yararına işleyen bir sistem olarak görülmemektedir. Ülkemizin bütünlüğünün, birlik ve beraberliğin parçalanmasına göz yumulan ülke konumuna getirildi. Türkiye’nin üniter yapısına saldınlar arttı, bütünlüğü tartışılır hale getirildi. Devlet otoritesine saldırı ve başkaldm meşrulaştmlmak istenmektedir. Özgürlükler talebi, çağdaşlaşma istekleri, vatana ihanet boyutunda ülkenin ve milletin birlik ve beraberliğini tehdit eder mahiyet almıştır.

Türkiye, büyük oranda iç ve dış borçlanmaya rağmen, sanayileşmeye ve teknoloji üretimine yeterli kaynak akta-ramamakta ve uluslar arası rekabete açık bir kalkınmayı gerçekleştirememektedir. Türk insanının yannlara güvenle bakma duygusu oluşturulamamaktadır. Türkiye, ürettiğinden fazlasını tüketen, tasarruf yatınm dengesi bozuk, hatalı para kredi politikaları uygulamalarının sonucu rant gelirlerinin çok büyük boyutlara ulaştığı bir ekonomik açmazdadır. Bilim ve teknolojiyi geliştiren ve yaratan politikalar oluşturamadığından ülke, çağdaş bilgi toplumuna ulaşamamaktadır. Asırlann birikimi olan Türk medeniyet ve kültürünü yıkmaya yönelik faaliyetler endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Milli ve manevi değer yargılarına ve çağdaş anlayışa uygun olmayan eğitim politikaları, ülke ve toplum ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak kalmıştır. Yeni dünya düzeninin gi12 HAKANTURK TÜRKİYE ATEŞ ÇEMBERİNDE 13 derek düzensizliğe dönüştüğü günümüzde, Türkiye’nin etrafındaki güvenlik risklerine karşı etkili ve kalıcı ulusal stratejik politikalar üretilememekte ve hayata geçirilememekte-dir. Ve Türkiye, bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konuma uygun hedeflere yönelememesi nedeni ile son yıllarda ortaya çıkan tarihi fırsatları değerlendirememiştir. Nitelikli kadroların algılaması, anlaması, bilmesi ve gereğine göre stratejik açılımları milli kimliğe, milli çıkarlara göre yeniden şekillendirmesi gereken konular bu kitapta ele alındı. Dünya coğrafyasında etkin, güçlü saygın devlet oluşturmak amacıyla böylesine geniş konuları bir bütün olarak ele almak istedim. Türkiye’nin iç dinamizminin kısır çekişmelerle zaafa uğratıldığı geçmiş yüzyılın sorgulamasını yaparken, yeni yüzyılda benzeri durumun yaşanmaması için gereken tesbitleri ve teşhisleri ortaya koyarken, yapılması gerekenleri de netleştirmek gerekir. Salt eleştiri ve tesbit aşamasında kalan çalışmaların tıkanıklık nedeni olduğu açıktır. Ben olması gerekenleri bir bütün halinde belirtmeye çalışırken iç ve dış çıkar gruplarının, odakların muhtemel senaryolarını ve alınması gereken önlemleri de ortaya koymaya çalıştım. Türkiye ve dünyada yaşananlar ve muhtemel yaşanacak olanlar doğru ve gerçekçi biçimde anlaşıldığında yanlışlık yapma durumu o oranda azalır. Bunu gerek Türkiye’de gerekse dünyadaki gelişmelerde görmek mümkündür.

Çağın son imparatorluğu Sovyetler Birliği’nin 21 Aralık 1991’de çökmesi, bunun sonucunda sosyal ekonomik ve siyasal sistem olmaktan çıkarak iflas etmesi, 20. Yüzyıl damgasını vuran bloklaşma olgusunu da ortadan kaldırmıştır. Askeri bloklardan Varşova Paktı’nın ortadan kalkması ile Doğu Bloku ülkelerinin batı ile bütünleşmesi Avrupa’da yeni yapılanmaya yol açarken dünyada da taraf olma anlayışı büyük oranda değişmeye başlamıştır. Yeni dünya düzeni kurulmaya çalışılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında artık bir ülkenin doğuda mı batıda mı yoksa üçüncü dünya ülkesi mi şeklindeki yorumlar ve arayışlar anlamını yitirmiştir. Bağlantısızlar grubu, yetmiş yediler grubu denilen ortaklıkların da ortadan kalktığı yeni dönemde Türkiye’nin konumu yeniden belirlenmelidir. Türkiye’nin çekim noktalarının çekiciliğine kendisini mecbur hissetmesi yerine kendisinin geçmişte olduğu gibi çekim merkezi olma gerekliliğini ve zorunluluğunu görmesi, kabul etmesi ve gereğine göre hareket etmesi gerekir. Türkiye batı yörüngesinde olmak zorunda değildir. Türkiye’nin, Avrupa ile bütünleşmesi olmazsa olmaz gereklilik değildir. Gerek ekonomik gerekse politik bakımdan zorunlu değildir. Avrupa’nın Türkiye’ye verebileceğinden daha fazlası çevresinde ve dünyada vardır. Avrupa dışında 400 milyonluk Karadeniz ekonomik bölgesi, 200 milyonluk Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya’da olmak üzere geniş bir hinterlandı vardır. Bölgeler aynı zamanda Türkiye’nin yakın Pazar alanlandır. Bölgede teknolojik deneyimi, birikimi, donanımlı işgücü ile Türkiye’nin üstün durumu vardır. Bu durum hareket alanını da genişletmektedir.

Geçmişte olduğu gibi gelecekte de bölge, stratejik merkez olarak daha da önemli hale gelmiştir. Arap yarımadası, Hazar denizi, Kafkasya, Orta Asya bölgesi dörtgen olarak dünya enerji stokunun merkezidir. Petrolde dünyanın dörtte üç, doğal gazda üçte bir rezervine sahiptir. Bu bölgede 16 müslüman devlet vardır. Batının özellikle ABD’nin enerji ihtiyacının gittikçe artması nedeniyle bölgenin ekonomik nüfuz savaş alanına dönmesi tesadüfi değildir. Çin, Rusya ve Hindistan’nın da komşu olduğu bölge, batı ile bu ülkeler arası nüfuz mücadele alanıdır. Bunun yanında Almanya ve Fransa ile ABD ve İngiltere’nin bölgedeki müşterek hakimiyet savaşı sürmektedir. Türkiye, ABD ya da Avrupa’nın vagonu olma yerine kendi kendisi olma kararlılığı içinde olmalıdır. Türkiye bölgede en avantajlı ülkedir. Coğrafi yapısı, tarihi zenginliği, din, kültürel ve etnik yakınlığı ile Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’daki bölgesel birlikteliği sağlayabilecek durumdadır. Ancak Türkiye; bağımlı politikalarla bunu gerçekleştiremez. Bu politikaları gevşeterek kendi kendisi olmak zorundadır. Bunun için de tarihi ile değerleri ile barışmalıdır. Türkiye yeni dünya gerçeklerine, yeni dünya 14 HAKANTÜRK dengelerine göre kendisini büyük güç merkezi olarak algılayarak büyük bir devlet anlayışı ile milli stratejisini belirlemek ve uygulamak zorundadır. Bunun için hemen her şey Türkiye’de mevcuttur.

Temel eksiklik yönetimde olanlann bu gerçeği algılama zaafiyetleridir. Türkiye, cumhuriyet döneminde hiçbir ülkede görülmeyecek düzeyde zihinsel, kültürel kırılmalar yaşamıştır. Dünyadaki hemen her radikal akım, Türkiye’de zemin bulmuş, toplumsal doku zedelenmiştir. Asgari konularda bile müşterekliği sağlayamayan siyasi, sosyal, kültürel yapı, medyatik yönlendirme ile ayrı dünyalar, ayrı yaşamlar telkin eden farklı zıt düşüncelerle sarsılmıştır. Siyasi istikrarsızlık ve iç çekişme, Türk devlet yönetim anlayışını kararsızlığa ve çekingenliğe itmiştir. Siyasi rakibini alt etmek için yabancı ülkelerden destek arayan kendi insanı yerine yabancı ile ittifakı gerekli gören anlayışların egemen olduğu Türkiye’de, dünya gücü olma iradesi güç kazanamaz. İzole edilmekten korkan, yalnız kalmamak için her türlü tavizi veren, elindeki imkan ve kabiliyetlerinin farkında olmayan Türkiye, toplumsal bütünlüğü sağlamakta zorlanmaktadır. Bunu aşmanın yolu dini, dili, kültürü tarihi ile barışmak ve yabancılaşma yerine kendi olmasını sağlayacak stratejik politikalar belirlemektir. Din sadece öte dünyaya ait beklenti aracı değil, dünyevi yakınlaşmanın birliğin simgesidir. Dil ise sadece bir iletişim aracı değil, bir kültür bir birliktelik sembolüdür. Simge ve semboller varlığı sürdürme, korumada en önemli unsurlardır. Türkiye ve Türk Milleti diğer toplumlar gibi geniş aile değildir. Türkiye’nin; Avrupa’da Latin ailesi, Germen ailesi. Anglo-Sakson ailesi, Ortadoğu’da Arap ailesi gibi birliktelik içinde hareket edebileceği yakın geniş topluluklar yoktur. Türkiye’ye karşı tarihsel yaklaşım tarzı vardır.

Bu da müşterek bakışa zemin hazırlamaktadır. Avrupa’da egemen üç büyük ırk, Türkler konusunda birleştirici unsurlara sahiptir. Viyana kapılarına kadar giden, Bizans’ı yıkan İstanbul’u alan, Ortadoksluğun merkezini alan, Güneydoğu Avrupa’yı 450 yıl elinde tutan bir Türkiye’ye bakış vardır. Yine OrtaTÜRKİYE ATEŞ ÇEMBERİNDE 15 doğu Arap dünyasında, 600 yıla yakın bölge egemenliğini elinde tutan Türkiye’ye karşı çekingen yaklaşımlar vardır. Türklük aleminin Kafkasya ve Orta Asya bölgeleriyle yoğun yakın işbirliği gerçekleştirilememiştir. Tarihsel yakınlık, dil, kültür birlikteliği müşterek hareketliliğe dönüştürüleme-miştir. Yapılan çabalar o bölgelere laikliği ihraç ederek aynı anlayışla şekillenmelerini istemeye dönüşmüş bu da kaçınılmaz olarak geri tepmiştir. Yakınlaşma düşüncesi ve çabaları, tarihsel anılarla sınırlı kalmıştır. Türkiye, batıya karşı “evet efendim” anlayışla hareket etmesi gibi Orta Asya Türki devletlerinin de kendisine aynı şekilde yaklaşmasını beklemiş ve istemiştir. Oysa 80 yıllık baskıcı Sovyetler hegemonyasında kurtulup özgürce tarihsel kimliğine dönme çabası içinde olan bu ülkelerde yeni yönlendirici bir efendi istenemezdi. Ayrıca Türk Milleti’ne tarihsel bütünlük içinde bakmayan, Türk milliyetçiliği yerine milliyetçiliği şahıs milliyetçiliği olarak gören, dine, saygı yerine irtica olarak bakan bir Türkiye’ye sıcaklık duymalan beklenemezdi. Bu ise kısa sürede hayal kırıklığına neden olmuştur. Orta Asya’nın simgesel kahramanlan ile ayakta kalan Orta Asya Türklerinin; Türkiye’nin tarihi yok sayan, her şeyi 1920’lerde başlatan ve liderini en büyük lider olarak gören anlayışı kabul ederek yakınlaşması beklenemezdi. Türk Milleti’nin kimliğini muhafaza eden, Türk Milleti’nin gücünü dünyada gösteren, ülkeler fetheden, devletler ele geçiren tarihi liderleri yerine yerel bir lidere bağlılığı onun ilkelerini ilke kabul etmeyi gerçe

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir