Ian Fleming – Dr. No

Güneş, saat tam altıda Mavi Dağlar’ın arkasından battı. Mor dalgalar Richmond Yolu’na dalga dalga yayıldı. Böcekler ve kurbağalar gece konserlerine başladılar. Böceklerin sesi dışında, geniş ve boş cadde sessizdi. Gösterişli evlerin zengin sahipleri, çoktan evlerine dönmüşlerdi. Şimdi herhalde kanlarıyla konuşuyorlar, duş alıyorlar, ya da üstlerini değiştiriyorlardı. Yarım saat sonra cadde yine hareketlenecekti. Bu cadde Kingston’da “Zengin Caddesi” olarak tanınırdı. Oysa şimdi, boş bir tiyatro sahnesinin yalnızlığını taşıyordu. Tabii yasemin kokularıyla birlikte… Richmond Yolu, Jamaica’daki en güzel yoldur. Kocaman, eski tarz evlerde Jamaica’nın “en iyi” tipleri yaşar. Evlerin kocaman bahçeleri Hope’deki botanik bahçelerinden getirilmiş nadide ağaç ve çiçeklerle süslüdür. Dümdüz, uzun yol, burada oturanların çalıştıkları Kingston’un bunaltıcı sıcaklığından uzaktır. Yolun sonunda King House vardır. Burada Jamaica Valisi ve en yüksek rütbeli subayı aileleriyle birlikte otururlar.


Tepenin doğuya bakan köşesinde 1 numaralı ev vardır. Đki katlı, her katı beyaz boyalı, geniş verandaları olan bir yapıdır burası. Çakıl taşlı bir patikayla, evin sü-tunlu girişine gidilir. Tenis kortunun iki yanındaki çimenler her gece sürekli sulanır. Bu malikâne, Kingston sosyetesinin cennetidir.Queen’s Kulübü, elli yıldır zenginlerle dolup aşar. Gecenin o saatinde, pek çok geceler kulübün dışındaki yolda hep aynı arabaları görebilirsiniz. Bunlar, saat beşte buluşup gece yansına kadar oynayan briç meraklılarının arabalarıydı. Đnsan, bu arabalara göre saatini ayarlayabilirdi. Kaldırım kenarına yanaşma sırasına göre, Karayip Savunma Kuvvetlerinin komutanı, Kingston’ un en ünlü avukatı ve Kingston Üniversitesi’nin matematik profesörüne aittiler. Sıranın en sonunda ise, John Strangvvays’in siyah Sunbeam Alpine marka arabası duruyordu. Strangvvays, Karayipler Bölge Kontrol subayıydı. Ya da başka bir deyişle, Đngiliz Gizli Servisi’nin bölge temsilcisi… * ** Saat altıyı çeyrek geçe, Richmond Yolu’ndaki sessizlik bozuldu. Köşeden üç kör dilenci çıkıp, arabaların olduğu yöne doğru yürüdüler. Đri yapılı melezlerdi bunlar.

Beyaz bastonlarını kaldırıma vura vura.ayakları-nı sürüye sürüye yürüyorlardı. Kingston sokakları bu tip dilencilerle doluydu. Ama üçünün de sakin, zenginlerin oturduğu caddeye yakışmayan halleri vardı. Sonra üç kör melezin bir araya gelmesi de çok garipti. Kâğıt oynanan odada, güneşten bronzlaşmış bir el, yeşil masanın ortasına uzanıp dört tane iskambil kağıdı aldı. Strangvvays saatine bakıp ayağa kalktı. — Yirmi dakika sonra dönerim. Sen dağıtıyorsun Bili. Đçkileri söyle. Ben her zamanki içkiden alacağım. Ben yokken numara yapmaya kalkışmayın. Arkamdan yapılan numaralan nasıl olsa çakarım… Albay Bili Templar gülerek masanın üzerindeki küçük çıngırağı çaldı. — Çabuk dön. Ne zaman ortağın para kazanmaya başlasa, sen ortadan kayboluyorsun.

Strangways kapıdan çıkmıştı. Üç adam arkalarına yaslandılar. Zenci garsona içki ısmarladılar. Strangvvays için de viski soda söylediler. Aslında o yirmi dakikalık zaman, Strangvvays için günün en önemli anıydı. O zaman süresinde, telsizle Regent’s Park’taki binanın tepesindeki kocaman telsizi arardı. Burası Gizli Servis’in merkeziydi. Her gün, çok acil bir işi olmadığı ya da ciddi bir hastalığı olmadığı zaman, yerel saatle on sekiz otuzda merkeze günlük raporunu verir, emir alırdı. Saat altı buçukta telsizin başına geçmeyecek olursa, saat yedide “mavi” mesaj verilir, yedi buçukta “kırmızı” mesaj tekrar edilirdi. Hâlâ telsizle bağlantı ku-ramazlarsa “acil” durum ilan edilir ve Londra’daki kontrol görevlisi III. Bölüm’ü uyararak, Strangways’e ne olduğunu araştırırdı. Dakikası dakikasına şaşmaz bir işlemdi bu. Tıpkı St-rangways’in kişiliği gibi. Ne yazık ki,bu tür işlem ve hareketler düşman tarafından anlaşılırsa, ölüme yol açabilirdi. Strangways, ince, uzun boylu, sağ gözünde meşin bir göz bağı olan biriydi.

Bir destroyerin köprüsüne yakışan tipi vardı. Đnce hatlarıyla çok yakışıklıydı. Queen’s Kulübü’nün duvarları maun lambri kaplı koridorundan hızla yürüyüp, dışarı çıktı. Aklında, ustalıkla oyunda aldığı üç maça ve gecenin güzelliğinden başka bir şey yoktu. Tabii bir de üç hafta önce M. nin kendisine verdiği garip ve karmaşık görev. Đşler iyi gidiyordu. Çin mahallesinde şans eseri yeni ipuçları bulmuştu. Eğer tahmin ettiği gibi yürürse, kendini çok garip bir işin ortasında bulacaktı. Strangways omuz silkti. Tabii beklediği olmayacaktı. Đşinde düşlere yer yoktu. Çinlilerin geniş hayal gücüyle süslenmiş, budalaca bir şey çıkacaktı işin sonunda. Strangways’in kafası otomatikman kaldırımdaki üç köre takıldı. Bastonlarıyla yere vuruyorlardı.

Yirmi metre uzaktaydılar. Arabasına varmadan, bir,iki saniye sonra yanından geçeceklerdi. Strangways kendi sağlıklı halinden hem utandığı, hem de şükrettiği için cebinde bozuk para aradı. Şimdi dilencilerle yanyana gelmişti. Üçüncünün de melez olması ne kadar garipti! Çok garip! Strangways’in eli uzanıp, teneke kutuya parayı altl. — Tanrı seni korusun, dedi içlerinden biri. Öteki ikisi de aynı sözleri tekrarladılar. Arabanın anahtarı Strangways’in elindeydi. Birden beyaz baston seslerinin kesildiğini far ketti. Çok geçti. Strangways yanlarından geçtikten sonra, üçü birden döndüler. Arkadaki ikisi geri çekildi. Susturucu takılmış üç tabancayı, paçavraların arasından çıkardılar. Adamlar Strangvvays’ in belkemiğinde ayrı ayrı noktalara nişan aldılar. Üç el silah sesi aynı anda duyuldu.

Strangvvays’in vücudu tekme atılmış gibi ileri fırlayarak kaldırıma yuvarlandı. Saat altıyı on yedi geçiyordu. Siyah bir cenaze arabası tekerleklerini gıcırdatarak, Richmond Yolu’na girdi. Kaldırımdaki adamlara doğru savrularak ilerledi. Arabanın arka kapıları açıktı. Đçindeki basit tabutun kapağı da. Üç adam Strangvvays’in cesedini tabuta koyup, kapıları kapattılar. Melezler, tabutun yanına oturup sakin bir tavırla beyaz bastonlarını tabuta dayadılar. Koltukların arasına geniş, siyah alpaka paltolar atılmıştı. Paltoları üzerlerine geçirdiler. Başlarına da silindir şapkaları giydiler. Şoför de melezdi. Sinirli sinirliomuzunun üstünden baktı. — Çabuk sür, çabuk, dedi katillerden en yapılısı. Saatine baktı.

Altıyıyirmi geçiyordu.Tam zamanında bitirmişlerdi. Üç dakikaları vardı. Cenaze arabası bir U dönüşü yaptıktan sonra dört-yol ağzına doğru ağır ağır ilerledi. Oradan sağa dönüp, tepelere doğru yol almaya başladı. — WXN, WWW’yi arıyor… WXN, WWW’yi arıyor… WXN… WXN… WXN… Mary Trueblood’un sağ elinin orta parmağı tuşa bastı. Saatine baktı. Altı yirmi sekiz. Bir dakika geç kalmıştı. Bir saniye sonra mutlaka içeri girecek, gelip yanma oturacaktı. Kulaklıklara uzanırken, özür diler gibi gülümsevecekti. Mary Trueblood öteki kulaklıkları çıkarıp ona bir saniye kazandırabilmek için sandalyenin üzerine koydu. — WXN, WWW’yi arıyor… WWW’yi arıyor… Saati altı yirmi dokuzu gösteriyordu. Bayan Trueblood endişelenmeye başlamıştı. Birkaç saniye sonra Londra ile bağlantı kurulacaktı.

Ya Strangways zamanında gelmezse! Onun yerine geçip, mesajı anlaması hem gereksiz hem de tehlikeli olabilirdi. Karargâhın üst katında bütün telsiz görüşmeleri dinleniyordu. Karşıda başka birinin olduğu anlaşılırsa, bağlantı hemen kesilirdi. Gizli Servis telsizinin düşmana geçmesi halinde, temel savunmaydı bu. Eğer ajan bağlantı kurmaya zorlanırsa, ufacık bir paraloyla düşman eline düştüğünü Londra’ya bildirebilirdi. Đşte bağlantı kurulmuştu! Londra arıyordu. Mary Trueblood saatine baktı. Altı buçuk! En sonunda merdivenlerde ayak sesleri vardı. Tanrıya şükürler olsun. Bir saniye sonra içeri girecekti. Onu korumalıydı! Riski göze alıp, hattı açık tutmaya karar verdi. — WWW, WXN’i arıyor… WWW, WXN’i arıyor. Beni duyuyor musunuz? Londra bütün gücüyle, Jamaica bölgesini taramaya başlamıştı. Ayak sesleri kapıya yaklaşmıştı. Sakin bir tavırla ve cesaretle Bayan Trueblood tuşlara basmaya başladı.

— Çok iyi duyuyorum… çok iyi duyuyorum… çok iyi duyuyorum… Arkasında bir yerde, bir patlama oldu. Ayağına bir şey çarpmıştı. Eğilip baktı. Kapının kilidi ayağının dibine fırlamıştı. Mary Trueblood hızla koltuğunda döndü. Kapıda biri duruyordu. Strangways değildi bu. Çekik gözleriyle, bir melezdi. Elinde ucuna susturucu takılmış bir silah vardı. Mary Trueblood bağırmak için ağzını açtı. Adam gülümsedi. Yavaş yavaş tabancayı kaldırdı. Kadının sol göğsüne üç kez ateş etti. Kız koltuğundan yere düştü. Başındaki kulaklıklar yere fırladı.

Londra’dan gelen sinyal bir saniye sonra kesildi. Telsiz güvenlik masasındaki kontrol görevlisi, WXN’e bir şeyler olduğunu anlamıştı. Katil kapıdan çıkıp gitti. Üzerinde renkli etiketi olan bir kutuyla tekrar içeri girdi. Öteki elinde, üzerinde TA-TE ve LYLE yazan büyük bir şeker çuvalı vardı. Kutuyu yere bırakıp, cesedi çuvala koydu. Çuvalı hole çıkarıp, odaya döndü. Kendisine söylendiği gibi, masanın üzerindeki ve kasadaki bütün kâğıtları yere attı. Perdeleri yırtarak, onları da yere fırlattı. Sandalyeleri devirdi. Kutudan çıkardığı kibritlerle, yerdeki eşyaları ateşe verdi. Sonra hole çıkıp, birkaç yeri daha yaktı. Ağaç mobilyalar çabucak alev aldı. Alevler duvardaki kaplamaları yalamaya başladı. Katil gidip, ön kapıyı açtı.

Ağaçların arasından cenaze arabasını gördü. Onun dışında yolda tek bir yapsam belirtisi yoktu. Katil duman dolu hole girip, çuvalı sırtladı. Rüzgâr yapsın diye kapıyı açık bıraktı. Yavaş yavaş yola doğru yürümeye başladı. Cenaze arabasının arka kapıları açıktı. Çuvalı uzattı. Đki adam cesedi tabuta, Strangvvays’in cesedinin üzerine koydular. Katil sonra içeri girip, başına silindir şapkasını geçirdi. Villanın üst pencerelerinden ilk alevler görünmeye başladığında, cenaze arabası Mona Mezarhğı’nın yolunu tutmuştu. Orada ağır tabut, kırk beş dakika içinde bir çukura konacaktı. Gizli Servis’in personeli, kayıtlarıyla birlikte tamamen yok edilmişti. ıo II. BÖLÜM SĐLAH SEÇĐMĐ Üç hafta sonra, Londra’ya berbat bir mart ayı geldi. Martın birinden itibaren, şiddetli bir tipi yağmaya başladı.

Caddelerde insanlar zorlukla yürümeye çalışıyor, şiddetli soğuk yüzlerini morartıyordu. Herkes, ne kadar berbat bir gün olduğunu söylüyordu. M. bile. Oysa M., ne olursa olsun havadan asla söz etmezdi. O sabah siyah Rolls Royce’sundan indiğinde rüzgâr yüzüne çarptı. Doğru binaya koşmak yerine, M. şoförünün yanma gitti. — Bugün arabaya ihtiyacım olmayacak Smith. Doğru eve dön sen. Ben dönüşte metroya binerim. Bu havada araba kullanılmaz. M. asansöre binip yukarı çıktı.

Halı döşeli odasına yürüdü. Üzerindeki paltosunu, şapkasını çıkarıp astıktan sonra, mavi ipek mendiliyle yüzünü sildi. Masasının başına geçerek yazıhaneletarası haberleşme sisteminin düğmesine bastı. — Ben geldim Bayan Moneypenny. Elinizdeki tüm evrakı getirin lütfen. Yarım saat sonra 007’yi görmek istiyorum. Bana Strangvvays’in dosyasmı da getirin lütfen. Arkasına yaslanıp düşünceli düşünceli piposunu doldurmaya başladı. Sekreteri elinde bir tomar kâğıtla içeri geldiğinde, başını kaldırıp bakmadı bile. Masanın üzerindeki dahili telefonun sarı ışığı yanıp sönmeye başladı. M. hemen telefonu açtı. — Siz misiniz Sir James? Beş dakikanız var mı? — Sana altı dakika ayırabilirim. ı ı Hattın öbür ucundaki ses kıkır kıkır güldü. — Sizin baktığınız o adamımı soracaktım.

Đsmi şimdi lazım değil. Dün onu bıraktığınızı duydum. Göreve hazır mı? — Fiziksel yönden turp gibi sayılır. Bacağı iyileşti. Ama bir şey var M. Gerilim içinde. Ona başlangıç olarak kolay bir iş verebilir misin? Anladığım kadarıyla son yıllarda çok çalışıyormuş. — O yüzden ona para ödeniyor. Biz daha kötülerini de gördük. Bana kalırsa durumu çok iyi. Size gönderdiğim öteki hastalara benzemiyor. — Elbette. Ama acı garip bir şeydir M. Acıyı ölçe-meyiz. Tanrıya şükür, insan vücudu çektiklerini kolay unutur.

Ama adamınız çok acı çekiyordu M. Bir yeri kırılmadı diye, sanmayın ki… — Doğru, doğru. Bond bir hata yapmış ve bunun acısını çekmişti. Hem M. kendisine nutuk çekilmesinden hiç hoşlanmazdı. Bu adam dünyanın en ünlü doktorlarından biri olsa bile… — Steincrohn ismini duydunuz mu? Dr. Peter Steincrohn? — Hayır. Kimmiş o? — Amerikalı bir doktor. Đnsan vücudunun ne kadar acıya katlanabileceğini anlatıyor. Normal bir insanın on-larsız da yaşayabileceği organların listesini çıkarmış. Size okuyayım. Safra kesesi, bademcikler, apandisit, böbreklerden biri, ciğerlerden biri, kanının bir kısmı, midesinin çoğu, bağırsaklarının bir metresi. M. sustu. Hattın öbür ucundan homurtular duyuluyordu.

— Acaba listede bir kol, bacak ya da bütün organlar yok mu? Neyi kanıtlamaya çalışıyorsunuz, bilmem? — Hiçbir şeyi kanıtlamaya çalışmıyorum. Sadece ilginç bir liste bu. Benim adamım da hayli ucuz kurtuldu. Haydi bu konuyu unutalım. Zaten ona rahat bir görev vermeyi ben de düşünüyordum. Jamaica’da bir şeyler ol 4 muş. Aynı zamanda onun için iyi bir tatil olacak. Adamlarımdan ikisi, bir kız ve erkek ortadan yok oldular. Dostumuz, güneşte yanarken aynı zamanda araştırma yapacak. — Ben bile böyle bir günde seve seve oraya giderim. Đşinize burnumu sokmak istemem M. Ama bir insanın cesaretinin de sınırları vardır. Yanımdaki adamınız oldukça güçlü. Daha uzun zaman emrinizde çalışır. Ama savaştan beri sürekli çalışıyor.

Bitmiş tükenmiş diyemem. Henüz değil. Yine de insanın sınırı vardır. M. bu konuşmalardan sıkılmıştı. Artık bugünlerde “yumuşaklık” modası çıkmıştı. — Biliyorum. Ben de onu o yüzden Jamaica’da tatile gönderiyorum. Merak etmeyin Sör James. Ben ona iyi bakarım. Sahi, Rus kadınının ona ne yaptığını bulabildiniz mi? — O maddeyi araştırmak üç ayımızı aldı. Tropikal Hastalıklar Okulu’ndaki zeki bir öğrenci maddeyi buldu. Fugu zehiriymiş. Japonlar bu zehiri intihar etmek için kullanırlar. Japon balıklarının cinsel organlarından alınır.

Kimsenin adını bile duymadığı şeyleri kullanmakta Rusların üstüne yoktur. Zehirin bilimsel adı Tetrodotok-sin. Merkezi sinir sistemini etkiliyor. Çok çabuk tesir ediyor. Sizin adama yapılan küçük bir dozdaki iğne, solunum kaslarını felce uğratıyor. Önce insan çift görmeye başlıyor, sonra gözlerini açık tutamıyor. Başı düşüyor, kaldıramıyor. Nefes alamadığı için ölüyor. — Ucuz kurtulmuş desenize, dedi M. — Bir mucize. Yanındaki o Fransız polisi, doktor gelene kadar ona suni teneffüs yaptırmış. Doktor da Güney Amerika’da çalıştığı için zehiri hemen teşhis etmiş. Rus kadınına ne oldu?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir