Ian Fleming – Majesteleri

Yaz aylarından farksız nefis bir eylül ayıydı. Kuzey Fransa’da daha çok milyonerlerin göründüğü Royal-Les Eaux’nun çiçeklerle bezenmiş yeşil sahaları altında uzanan sekiz kilometrelik sahil bulvarı bayram günlerini andırır bir biçimde bayraklarla süslenmişti. Kuzey Fransa’nın en uzun kumsallarından biri olan bu bölge denize kadar inen değişik renkli plaj güneşlikleriyle doluydu. Britanya ve Picardy kumsallarında sık rastlanır bir manzaraydı bu. Güneşin gitgide ufka alçalmasıyla birlikte günün sıcaklığını bastıran sonbahar serinli ğinin varlığı hissedilmeye başlamıştı. Kumsal da bulunan halk kurmuş oldukları kampları topluyor, merdivenlerden sahil boyunca uza nan bulvara çıkıyor, karşı tarafa geçip yavaş yavaş ışıkları yanmaya başlayan kentin binalarında kayboluyorlar di. Karanlık çökün ce, sarmaş dolaş gezinen sevgililer tekrar kumsala dönecek, kumlara uzanarak sevişe ceklerdi. * ** 5 James Bond’un oturduğu kısmın hemen altında, kumsala yerleşmiş bronz tenli iki kız önlerindeki oyun takımını toplayıp birbirlerini kovalayarak merdivenleri tırmandılar,Bond’un bulunduğu tarafa doğru geldiler. Yanma yaklaştıklarında bir konuşma fırsatının çıkma sını beklediler, beklediklerini bulamayınca da kolkola girip kent yönüne ilerlediler. Bond arkalarından bakarak Fransız kızlarının diğer lerine nazaran niçin daha göbekli olduklarını düşündü. Kumsalda bir aşağı bir yukarı dolanan cankurtaran sorumluları görevlerinin sona erdiğini bildiren düdükler çalıyorlardı. Göz alabildiğine uzanan kumsalda artık kimsecik ler kalmamıştı. Daha doğrusu bir kişi dışında. Yüz metre kadar ilerde, siyah beyaz bir bornoza uzanmış bir genç kız vardı. Yüzüko yun uzanmış, hiç kıpırdamadan yatıyordu.


Bond, batan güneşin kızıllığı ve etrafa çöken sessizliğin altında yatan kızı gözlemeye devam ıiıi. Genç kızın bir hareket yapmasını daha doğrusu bir olayın patlak vermesini bekler gibiydi. Gözlerini kızdan ayıramaz olmuştu. Altıncı hissi kızın tehlikede olduğunu söylü yordu. Yoksa, çevrede mi bir tehlike ihtimali vardı? Her neyse, şu an kızı gözden kaçırmaması gerekiyordu. Zira, etrafta ondan başka kimse kalmamıştı. Bond yanılıyordu. Bölgedekilerin hepsi çekmiş gitmiş değildi. Arka tarafta, bulvarın hemen öte yanındaki kahvede trençkotlu ve I Ol r şapkalı iki adam oturuyordu. Önlerinde, kahveleri duruyor ,ve hiç konuşmuyorlardı, lanies Bond’un bulunduğu kısmın arkasındaki buzlu camdan onun ancak başını ve omuzları 6 nı görebiliyorlar, kumsaldaki kızla hiç mi hiç ilgilenmiyorlardı. Kendilerine de bir dik kat eden olsa, kuşkusuz mevsime ters düşen giysilerinden huzursuz olurdu. Ama, böyle biri yoktu. Batan güneşin alt kısmı deniz yüzeyine değdiği anda, genç kız bunu bekliyormuş gibi harekete geçti. Acele etmeksizin ayağa kalktı, saçlarını düzeltti ve deniz kenarındaki tembel dalgaların oluşturduğu köpüklere doğru ilerle di. Genç kızın tuhaf bir hali vardı.

Sanki sona eren tatilinin son banyosunu almaya gider gibiydi. Bond yerinden fırlayarak kumluğa indi ve genç kızın peşinden gitmeye başladı. Sahil yolunun öteki tarafında oturan iki adam da ayağa kalktı. Biri cebinden para çıkararak masanın üzerine bıraktı ve kumsala inip Bond’un ayak izlerinden yürümeye başladılar. Güneşin kızıla çevirdiği uçsuz bucaksız kumsalda görünüm gerçekten çok tuhaftı. Birtakım pis işler dönüyor gibiydi. Genç bir kız, bir adam ve onların da peşinde iki trençkotlu tip. Bu görünümün tuhaf bir yanı vardı. Kahvenin garsonu masanın üzerine bırakılmış olan parayı aldı, batmak üzere olan güneşin son demleriyle aydınlanan sahildeki ufacık karaltılara baktı. Bu polislik bir işe benziyordu, ya da o biçim bir işti! Bu olaydan kimseye söz etmeyecek, ama unutmayacaktı da. Belki zaman gelir bu sayede gazetelere bile geçerdi. Bond genç kıza yetişiyordu. Yanına ulaştığında ona ne diyeceğini, bu davranışına ne gibi bir mazeret bulacağını düşünüyordu. Kalkıp, “altıncı hissim bana sizin intihar 7 edeceğinizi söyledi, ben de sizi engellemeye geldim” diyemezdi. “Kumsalda yürüyordum, birden sizi bir yerlerden tanır gibi oldum” da denemezdi.

Ya da “yukarı çıkıp birer kadeh atalım mı?” diye çocukça bir soru yöneltmek de hayli yersiz kaçardı. Yine en iyisi, “Hey Tracy!” demekti. Genç kız döndüğünde de “Oh, çok affedersiniz!” der, işin içinden çıkardı. Kafasından geçirdikleri arasında en uygunu buydu. Genç kız deniz kenarına ulaştığında yürüyüşünü yavaşlattı. Omuzlarına dağılan uzun sarı saçlarıyla çanı andıran başı hafif öne eğikti. Bu haliyle düşünüyor olmalıydı…Belki de yorgundu. Bond biraz daha hızlandı. Kızla arasında 01) adımlık bir mesafe kalmıştı. — Hey Tracy!. Kız hemen geri dönmedi, trkilmedi bile. Sendeler gibi durdu. Dalgalar ayaklarını v.ilaçlığında yavaşça döndü, Bond’a baktı. < tözleri ağlamaktan şişmişti.

Bond ile gözgöze geldi. Cansız bir sesle: — Ne var? Ne istiyorsunuz? diye sordu. — Oh, affedersiniz! dedi Bond. Sizi böyle |öl ünce üzüldüm de… Ne oluyor? Genç kız Bond’un omzundan gerilere haklı ve aynı anda yumruğunu ağzına götürerek bir şeyler mırıldandı. Bond ne dediğini anlayamamıştı. O sırada arkasında yumuşak bir ses duydu. — Kımıldayayım deme, yoksa bacağına kurşunu yersin! Bond, silahına uzanmış elini çekip yana saldı ve ağır ağır döndü. Tuttuğu so luğunu yavaşça bıraktı. Tabancaların nam luları iki kaşının ortasına doğrultmuştu, fakat adamların katı ifadeli suratları namluların – deliklerinden çok daha fazla şey anlatıyordu. Adamların profesyonel oldukları belliydi. Gözlerinde ne bir heyecan ne de gerginlik vardı. Çok önemli bir iş yapıyor gibi bir tavır takınmışlardı. Bond bu tip adamlara çok rastlamıştı. Bunlar katildi, hem de profesyonel katil… Sabırlı, yumuşak bir sesle: — Ellerini ensene kenetle, emri verildi. Adamın sesi de tipi de Akdenizli olduğunu vurguluyordu.

Teni gergin ve sütlü kahve rengindeydi. Marsilyalı olabilirdi. Ya da Đtalyan. Bu tip yüzler daha çok gizli polisler de ve azılı katillerde bulunurdu. Bond, ken disine emreden adama gülümsedi, sonra göz lerinde kıvılcımlar saçan bakışları izleyerek el lerini ensesine götürdü. Diğer adam gerektiğinde rahat ateş edebil mek için biraz açıldı. Bond’un yakınındaki iyice sokularak Walther PPK tabancasını kılıfından çekip aldı, sonra ustaca hareketlerle ellerini vücudunda gezdirerek bir başka silahı bulunup bulunmadığını kontrol etti. Sonuçtan emin olduktan sonra da Walther’ı cebine atıp kendi silahını çıkardı. Bond omzunun üstünden geriye baktı. Genç kız tek kelime etmemişti. Ne şaşırmış ne de heyecanlanmıştı. Şu an o küçük gruba arkasını dönmüş, umursamaz ve rahat bir tavırla uzaklara, ufka bakıyordu. Ne oluyordu böyle? Yoksa kızı kendisini yakalamak için yem olarak mı kullanmışlardı? Ama neden? Şimdi ne olacaktı? Onu oracıkta temizleyip cesedini kumsalda mı bırakacaklardı? Sonra sular yükselecek ve cesedi iç tarafa doğru sürüklenecekti. Niyetleri her neyse, burası bitiş noktasıydı. Acaba? Birden, kuzey yönünde koyu mavi alacakaranlığın içinden bir motor sesi duyuldu.

Bond açıklara doğru baktı, ilerde beyaz köpükler gördü, ardından tekneyi farketti. Altı düz, büyükçe bir şişirilme bottu bu. Kıçta dıştan takma bir motor vardı: Bir Johnson. Demek, onları görmüşlerdi. Belki de sahil korumadan birileriydi? Yardım geliyor du. Tanrım! Eski Liman’daki sahil polis karakoluna hele bir gitsinler, bu iki hergelenin canına okuyacaktı. Yalnız, kız hikâyesini nasıl açıklayacaktı polise? Bond adamların ne halde olduklarına b;ıkmak için geri döndü. Đşte, ne gibi bir belaya düştüğünü de o zaman anladı. Pantolon paçalarını dizlerine kadar kıvırmış olan adamlar, bir ellerinde ayakkabıları, diğerinde silahları, gayet sakin bekliyorlardı. Tekne onu kurtarmaya gelmiyordu. O da bu (uzağa dahildi. Bu durumda yapacak bir şey voktu. Bond da eğildi, diğerleri gibi paçalarını dillerine kadar kıvırdı. Çoraplarını çıkardı. Ayakkabılarını çıkarırken, her zaman topullinda bulundurduğu ince bıçağı avucunun [cine aldı, kumsala oturmuş olan bota doğru ilerlerken de onu pantolonunun cebine koydu, Kimse ağzını açmıyordu.

Bota önce kız, ardından da Bond bindi. îki adam, botu açmak için biraz ittirdikten sonra içine alladılar. Motorun başında duran adam Fransız balıkçılarına benziyordu. Motoru ileri vitese taktıktan sonra, botun burnunu iri dalgalara çevirdi ve kuzeye doğru ilerlediler. 10 Botun hareketiyle birlikte genç kızın sarı saçları rüzgârda uçuşmaya başladı. Uçları hafif hafif Bond’un yüzünü yalıyordu. Bond ceketini çıkararak: — Tracy, al şunu giy! dedi. Yoksa üşüye ceksin. Kızın ceketi giymesine yardım ederken bir an eli elini bulmuştu. Ne olacaktı şimdi? Bond, genç kıza biraz daha sokuldu. O da vücuduyla karşılık verdi buna. Bond göz ucuyla iki adama baktı. Elleri ceplerinde, tetikte bekler bir halleri vardı. Başlarını omurlarının arasına çekmişler, rüzgâra karşı duruyorlardı. Olup bitenlerle sanki hiç ilgileri yoktu.

Bond arada bir, parmağını cebindeki bı çağın keskin ağzında gezdiriyor biraz olsun rahatladığını hissediyordu. Cebindeki silahı ne zaman ve nasıl kullanabileceğini düşünürken aklından son yirmi dört saatin olaylarını geçirdi. Böylece, gerçeğin ne olabileceğini bulmayı umuyordu. ıı II. BÖLÜM YOLDA BlR DELĐ James Bond tam olarak yirmi dört saat önce, eski Bentley marka arabasındaydı. Arabanın Rolls Royce tipi karoseri, altı silindirli düz motoru ve 13/40’lıkdiferansiyeli Virdi. Üç yıldır altında olan arabayı şu anda Abheville ile Montreuil arasındaki 1 No’lu Kuayolu’nda sürüyordu. Bu yol, ülkelerine dönen Đngilizlerin kullandıkları bir yoldu. Uoulogne’a giden de Pas de Calais’ye giden de ĐMI yolu tercih ederdi. Bond son derece hızlı lürdüğü arabayı yarışçılardan farksız bir «lıkkatle kullanıyordu. Daha da hızlı gidebilir di, una kafası Gizli Servis’ten istifa ettiğini I > 111111 i r mektupla meşguldü. “M.ye özel” diye başlayacak olan mektuIMIII son biçimi şöyleydi: “Sayın Beyefendi, Bu mektup elinize geçtiği andan itibaren Oizli Servis’teki görevimden istifa etmiş sayılmamı saygılarımla rica ederim. Đstifamın nedenlerini üzülerek şöyle sıralayabilirim: I) Bir yıl öncesine kadar Gizli Servis’te “00 Şııhcsi”nde ve sizin emrinizde görevliydim. Verilen görevleri başarıyla sonuçlandırmam dan duyduğunuz memnuniyeti birçok kez belirtmek inceliğinde bulunmuştunuz.

Bundan son derece hoşnut olduğumu söylemek isterim. Ancak (bu sözcük Bond’un hoşuna gitmişti,) kod adıyla bilinen görevimin sona ermesi üzerine, tüm gücümü Ernest Stavro Blofeld’in izlenmesi ve SPECTRE adıyla tanınan “Karşı Đstihbarat, Đntikam ve Haraç Örgütü” nün eylem yöneticilerinin yakalanma sıyla ilgili çalışma özel emrinizle tarafıma verilmişti. Söz konusu daha önceki görevi başarıyla sonuçlandırmama rağmen örgütün yeniden kurulup kurulmadığı bilinmiyordu. 2) Hatırlayacağınız gibi bu görevi isteme yerek üstlenmiştim. Çünkü görevin kapsamı bana basit bir araştırma gibi görünmüş ve bunu da tarafınıza iletmiştim. Araştırma normal polis yöntemleriyle ve Servis’in diğer şubelerince pekâlâ yürütülebilirdi. Karşı çıkmam umursanmadığı gibi bir yıldan beri de basit bir dedektif gibi dünyanın gezmediğim yeri kalmadı. Sonuçta, tüm araştırmalarım hoşa çıktı. Blofeld’in hayatta olduğunu ya da SPHCTRE’nin yeniden örgütlendiğini gösterir en ufak bir ize bile rastlamadım. 3) Bu sıkıcı ve sonuçsuz görevden alınmam Đçin size yaptığım birçok başvuru dikkate alınmadığı gibi çoğu kez de kabaca geri çevrildi. Blofeld’in ölmüş olduğuna dair yaptığım açıklamalar umursanmaz bir tavırla geçiştirildi. 4) Yukarda saydığım nedenlerle ve çok daha güç, ama benim için şerefli görevler verilmesi yerine yeteneklerimin basit işlerde harcanması sonucu Servis’teki görevimden af fimi ve istifamın kabulünü rica ederim. 13 Sadık hizmetkârını/ 007J’ Olay, uzun burunlu arabasıyla dağ yolunda hiı virajı alırken gerçekleşmişti. Ormanın içinden geçen on beş kilometrelik bir yol da gidiyordu. Birden üçlü bir havalı korna sesi duydu, sonra yanından do ku nurcasına iki kişilik üstü açık beyaz bir Lancia geçti, çift egzozunu homurdatarak uzaklaştı.

Direksiyonda bir genç kız vardı. Silah dışında James Bond’un kanını kaynatan tek şey, yolda güzel bir kız turafından geçilmekti. Direksiyonuna geçtikleı i spor arabaları tam gaz süren genç kızların Đni zaman son derece güzel ve çekici olduklarını tecrübelerinden bilirdi. Havalı koı nanın yarattığı şok onu birdenbire kendine getirmiş, düşüncelerinden uzaklaşmasına ne tlin olmuştu. Şimdi tüm dikkati yoldaydı. Dudakları bir gülümsemeyle gerildi, sonuna kadar gaza bastı ve Lancia ‘nın peşine takıldı. 160… 170… 180… Aradaki mesafe hâlâ kapanmıyordu. Bond kontrol tablosuna uzaıı.ııak oradaki düğmelerden birini çevirdi. ıcye giren takviyeyle güçlenen motorun ıip 11Đl usu Bond’un kulaklarını doldurdu. Bentl«’v ileri fırlamış, 210… 220 yapmaya başlamışlı Artık, ara kapanıyordu. Fark 50 metreye inmişti. 40…30… Şimdi, dikiz aynasından kızın gözlerini bile görebiliyordu. Fakat yolun •ün kısmı sona ermek üzereydi. Sağ kenardaki bir trafik işaretini yıldırım hızıyla geçti.

Tepede bir kilise kulesi göründü. Ondan lOfira da yokuşun altında bir köy. Yol kınarında bir viraj işaretini geçti. Her iki ı-ı ı da yavaşlamaya başlamıştı. 130…120… 110… Bond öndeki arabamn stop lambaları nın yandığını gördü. Kızın eli vitese gitti. Bond dıı vites küçülttü. Peşpeşe parke döşeli S virajına girdiler. Öndeki araba rahatlıkla iken, Bond’un arabası hafif savruldu. Ilı »mi frene bastı. Virajdan çıkarken Lancia naılaki mesafeyi açıyordu. Fark yine 50 metre olmuştu

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir