Isa Ozturk – Kerem ile Asli

Kerem ile Aslı uzun zamandan beri halk arasında bilinen ve söylenegelen fantastik bir öyküdür. Sözlü, elyazması ve basılı kaynaklardan pek çok varyantı günümüze kadar gelmiştir. Ama bu radyo ve televizyon çağında eski önemini taşıdığı elbette söylenemez. Bu fantastik öykünün XVI. Yüzyılda, Kerem Dede veya Âşık Kerem adlı bir aşığın şiirleriyle oluştuğu sanılmaktadır. Öykü zamanla destan âşıklarının katkılarıyla daha da zenginleşmiştir. Ama özünde, epizotlarında ve geçtiği yerlerde fazla bir değişiklik yoktur. Başlıca üç varyant ya da versiyondan söz edilebilir. 1840 tarihli bir cönkte Kerem Halep’te zengjn bir beyin oğlu olarak gösterilmektedir. Anadolu ve İstanbul versiyonunda Kerem İsfahan şahının oğludur. Azerbaycan versiyonunda ise Gence hanı Ziyat hanınoğludur. Aslı’nın babası Ermeni keşiş ise şahın veya hanın haznedarıdır ya da Halepli bir zengindir. Konu ayrı dinden olan iki sevgilinin din uyuşmazlığı yüzünden kavuşamaması, kızını alıp uzaklara kaçmakta olan keşiş ile onun ardından koşan Kerem ile yoldaşı Sofu’nun kovalamacasıdır. Öykünün en eski basımı 1886 yılında İstanbul’dadır. Ermenice uyarlaması da ilk kez aynı yıl yapılmıştır.


Öykü hakkında yapılmış araştırmaların sayısı pek çoktur: Şükrü Elçin, P.Naili Boratav, C.Öztelli, Fikret Türkmen, vb. (Türkiye), M. H. Tahmasp, Hamit Araslı (Azerbaycan) B. A. Kariyev, Amagül Durdunyeva (Türkmenistan), Rıza Mollov (Bulgaristan), vb. Türkiyede A. Adnan Saygun (libretto Salahattin Batu). Azerbaycan’da Üzeyir Hacıbeyli birer Kerem operası bestelemişti. Biz burada Kerem ile Aslı’nın en yaygın iki versiyonunu (Anadolu ve Azerbaycan versiyonları) bir arada sunuyoruz. İsa Öztürk Giriş ÜSTATNAME Âdemoğlu, yol erkânı tanı, bil, Yol erkân bilenin yeri dar olmaz. Sırrını söyleme kamu âleme, Bivefa dilberden sana yar olmaz. Yiğit odur yergi okun atmaya, Helal mayasına haram katmaya, Bir oğul ki, ata sözü tutmaya, O oğulda gayret, namus, ar olmaz.

Öz süründen kurban, adak yiyersin, Öz yününden şal dokuyup giyersin, Beslediğin bağın barın yiyersin, Yad bağından sana ayva, nar olmaz. Dellek Murat, çekme bir bunca gamı, Burda kalan olmaz, giderler kamu, Dellek biçincidir, bu dünya zemi [1] Biçilen zemiden çemenzar olmaz. Üstatlar üstatnameyi bir değil, iki söyler, biz de söyleyelim iki olsun. Derdin, gamın erbabıyım, Dertler benden hiç red olmaz. Günde yüz bin hayal eyler, Benim gönlüm bir şad olmaz. Göğe yükselmez tepeler Felek onu tez tepeler, Her kazma eşmez tepeler, Her kimesne Ferhat olmaz. Derviş gönlü olmaz hasta, Ulu olan olur usta, Güvenme bivefa dosta, Bivefadan imdat olmaz. Seherde bağların badı, [2] Hısımı kov, iste yadı, Mevlam yaratmış Murat’ı Herkes Dellek Murat olmaz! Üstatlar üstatnameyi iki değil, üç söyler, biz de söyleyelim üç olsun. Gelin size ben arzımı eyleyim, Akil olan, bu dünyada var nedir? Dünya bir bahçedir, bozulur gider, Çiçek nedir, yemiş nedir, bar nedir? Bu dünyada çok çok şirin mal olur, Tamahkârın hali müşkül hal olur, Kol burulur, kulak batar, lal olur. Hısım nedir, kardeş nedir, yar nedir? Dellek Murat, bu yollarda sürümüz, Şimdi gidişidir, ne vakt görünür? Altı toprak, üstü tahta, örünür, Sıcak nedir, soğuk nedir, kar nedir? Derler ki geçmiş zamanlarda Gence [3] şehrinde Ziyad adlı bir han yaşarmış. Onun çok güzel bir tabiatı varmış, hiç kimseyi incitmezmiş. Kimsenin hakkını kimsede bırakmazmış. Kısacası halkını adaletle yönetirmiş. Anlatıldığına göre Ziyad Han’ı tanıyanlar, onun davranışlarına bakarlar dünyada ondan daha mutlu bir kişi yok sanırlarmış. Ancak adı sanı, varlığı devleti varmış ama, Ziyad Han da dertten gamdan yoksun değilmiş.

Allah ona evlat vermemişmiş. Evlatsızlık Ziyad Han’ı çokça üzüyormuş. Ziyad Han’ın Kara Keşiş adlı bir hazinedarı varmış. O da Ziyad Han gibi evlat yüzüne hasretmiş. Dertleri bir olduğu için Ziyad Han ile Kara Keşiş’in sohbeti birbirine uygun düşermiş. Sıkça görüşüp bu konuda dertleşirlermiş. Dert aynı olunca laf da ister istemez aynı yere gelirmiş. Bir gün Ziyad Han konağında oturup gene efkârlanmaktaymış. Kara bahtından, evlatsızlığından yakınıyormuş. O sırada Kara Keşiş içeri girmiş. Hanın perişan halini görünce şöyle demiş: – Gene gam deryasına dalmışsınız sultanım. Nedir bu hal? Ziyad Han yanıt vermiş: – Elimden ne gelir, keşiş! Sonsuzluk düşüncesi beni verem edecek. Efkârlanmayayım da ne yapayım? Kara Keşiş demiş: – Benim de çocuğum yoktur. Ama ben bunu dert etmiyorum. Her şeyi gören Tanrı’nın dergâhında ne günah iş tutmuşuz ki bize çocuk vermiyor.

Günahımızı affettirmek için sevap işlemeliyiz. Ziyad Han: – Daha ne sevap işleyeceğiz? demiş. Elimizden geleni yaptık. Adak dersen adadık, niyaz dersen eyledik; yoksulların, açların karnını dersen doyurduk. Daha ne yapacağız? Kara Keşiş dedi: – Han sağ olsun, aklıma bir şey geldi, onu desem acaba bana darılmaz mısın? Ziyad Han: – De bakalım! Keşiş dedi: – Gel seninle bir ahit yapalım. Ziyad Han meraklanarak sordu: – Nasıl bir ahit? Keşiş dedi: – Han sağ olsun, gel şöyle bir ahit yapalım. Eğer benim kızım, senin oğlun olursa ben kızımı senin oğluna vereyim, yok, senin kızın, benim oğlum olursa, sen kızını benim oğluma ver. Ziyad Han razı oldu. Ahdüpeymandan sonra her biri çekilip kendi odasına gitti. Dokuz ay, dokuz gün, dokuz saat, dokuz dakika, dokuz saniye geçtikten sonra Ziyad Han’ın bir oğlu oldu, Kara Keşiş’in de bir kızı dünyaya geldi. Ziyad Han ayanı eşrafı toplayıp sevincini gösterdi, oğlanın adını Mahmut, kızın adını Meryem koydular. Çocukları dadılara emanet ettiler. Hani nasıl derler, öykü dili yürük olur. Çocuklar büyüyüp sekiz yaşına erdiler. Ziyad Han oğluna hoca tuttu.

Kara Keşiş de kızını kendi okutmaya başladı. Aylar geçti, yıllar geçti, Mahmut ile Meryem on beş yaşına erdiler; ama bu on beş yıl içinde ne kız oğlanı gördü, ne de oğlan kızı. Mahmut günü lalası Sofu ile geçiriyordu. Bir gün Mahmut lalası Sofu’ya dedi: – Sofu, git babamdan izin al, ben ava gitmek istiyorum. Sofu gidip Mahmut’un arzusunu Ziyad Han’a söyledi. Ziyad Han izin verdi. Mahmut ata bindi, şahinini de koluna kondurup şehirden çıktı. Bir süre gittikten sonra Mahmut’un şahini kolunun üstünden havalandı, bir güzel kuşu önüne katıp bir ağaçlığın arasına daldı. Mahmut dedi: – Sofu, sen atımı tut, ben şahinin ardınca gideyim, bakayım nereye kondu. Sofu atların yanında kaldı. Mahmut kuşun ardına düştü. Mahmut şahinini aramakta olsun, şimdi gelelim Keşiş kızı Meryem’e. Meryem bahçeye gezmek için çıkmıştı. Servi ağacının yanına vardığında gördü ki bir şahin güzel bir kuşu önüne katmış kovalıyor. Kuş korkuyla sığınacak yer ararken geldi Meryem’in kucağına kondu.

Meryem hemen kuşu yakaladı. O sırada şahin de yetişti, kuşu Meryem’in elinden kapmak istedi, Meryem onu da yakaladı. Öte yandan Mahmut ağaçların arasında yürüyerek gelip bu bahçeye ulaştı. Baktı ki bahçe ne bahçe? Gül bülbülü, bülbül gülü çağırıyor. Ağaçlar çiçeklenmiş, çiçekler baş kaldırmış. Mahmut biraz ilerleyince bir de ne görsün, servi ağacının altında güzel bir kız nazlı nazlı duruyor. Kaşlar keman, gözler kara, burun hint fındığı, sine Semerkant kâğıdı. Mahmut baktı ki şahin de bu kızın elindedir. İlerlemek isteyince Meryem geri dönüp onu gördü. Keman kaşlarını çatarak öfkeyle söylendi: – Oğlan, sen kimsin? İzinsiz bu bahçeye niye girdin? Mahmut aldı sazını, bakalım şahini kızdan nasıl istedi. A güzel kız, çok aferin aslına, Ela gözlüm, şahinimi getir ver! Benim bu şahinin avcı sahibi, Ela gözlüm, şahinimi getir ver! Mahmut böyle deyince kız anladı ki şahin onundur. Kara saçlarından üç tel ayırıp saz gibi göğsüne bastırarak ona şöyle cevap verdi: Ben bilirim bu şahinin işini, Kerem eyle, şahinini al götür! Şahin gerek yesin avın döşünü, Kerem eyle, şahinini al götür! Mahmut: Sırtına giymişsin allı karalı, Tarak ile zülüfleri taralı, Avcı olan şahinini soralı, Ela gözlüm, şahinimi getir ver! Meryem: Avın olmuş bedeninden yaralı, Bülbül gül görmese rengi saralı, Niçin durdun öyle benden aralı? Kerem eyle, şahinini al götür! Mahmut: Mahmut der ki neler geldi başıma, Gidip söyleyim mi yar yoldaşıma? Avım sensin, güzel, çıktın karşıma Ela gözlüm, şahinimi getir ver! Meryem: Aslı dedin, güzellerin gözüyüm, Âşıkların sohbetiyim, sözüyüm, Adım Meryem, Kara Keşiş kızıyım, Kerem eyle, şahinini al götür! Söz tamam olunca kız dedi. – Oğlan, kerem eyle, çabuk buradan çık git, keşiş babam gelip bizi görmesin. Mahmut dedi. – Giderim ancak bir ricam var.

Meryem dedi: – Ne ricası? Mahmut dedi: – Ben istiyorum ki senin adın Aslı olsun. Meryem baktı, Mahmut çok ısrar ediyor, adının Aslı çağrılmasına razı oldu. Mahmut dedi: – Madem sen benim ricamı reddetmedin, adının Aslı olmasına razılık verdin, bundan sonra sen de benim adımı Kerem diye çağır. Meryem saçından iki tel ayırıp saz diye göğsüne bastırdı, aldı bakalım Kerem’e ne dedi: Kerem, kuşun geldi kondu kucağa, Kerem oğlan, kerem eyle, kuşun al! Gözlerinden ateş yansır ocağa, Kerem oğlan, kerem eyle kuşun al! Burada durmuşuz karşı karşıya, Dur burada sakın geçme karşıya, Ziyad Han babandır uzun yaşıya, Kerem oğlan, kerem eyle, kuşun al! Bülbüller ötüşür baharın faslı, Gözlerin iç çeker sanki çok yaşlı, Adım Meryem idi, sen koydun Aslı, Kerem oğlan, kerem eyle, kuşun al! Kerem’in kalbi coştu, kanı kaynadı. Aslı gitmek isteyince onu durdurup dedi: – Bekle, bir de ben diyeyim, sonra gidersin. Aldı Kerem: Sallanarak giden güzel, Salla zülfün kement olsun, Koy görünsün mah cemalin, Gönül eylensin bent olsun. Yaralarım kabar kabar, Geldi yardan doğru haber, Dedim: leblerin kim emer? Dedi: em, sana gend [4] olsun. Akar çaylar güldür güldür, Ötüşen şeyda bülbüldür, Deseler Kerem’i öldür, Öldür elime kan dolsun. Kerem’in sözleri Aslı’yı etkiledi. Kızın gonca dudakları gülümsedi. Kerem, içinden gelen bir dürtüyle parmağındaki yüzüğü kıza, kız da ipek mendilini Kerem’e verdi. Kerem Aslı’nın gözlerinden öpmek isteyince Aslı geri çekildi. Saçlarından iki tel ayırıp göğsüne bastırıp bakalım ne dedi: Ne gezersin melül melül bu yerde, Aman Kerem, beni rüsvay eyleme! Seni bana kısmet etmiş yaradan, Aman Kerem, beni rüsvay eyleme! Kerem kızın yalvarmasına bakmayıp onu kucakladı. Aslı silkinip onun elinden kurtularak dedi: Hiç olur mu bu yerlerde böyle iş, Keşiş babam duyup eylerse teftiş, Öptün de, kucdun da, artık var, savuş, Aman Kerem, beni rüsvay eyleme! Kerem kendini tutamadı, el attı kızın ince beline. Aslı dedi: Doyamadım senin tatlı dilinden, Korkum yoktur benim asla ölümden, Sarılmışsın ince orta belimden, Aman Kerem, beni rüsvay eyleme!

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir