Jean Christophe Grange – Kızıl Nehirler

Kimlik kontrolü, üst arama, iki ülkeden gelmiş kırk bin izleyicinin kendilerine ayrılan yerlere yönlendirilmeleri. Başko-miser Pierre NiĞmans bütün bu manevraların sorumlularından biriydi. Aslında böylesi görevler her zaman yaptıklarına pek benzemiyordu, ama alabros tıraşlı polis görevlisi bu tür sorumluluklardan hoşlanıyordu. Saf denetim ve çatışma. Ne soruşturma, ne de gizlilik. Bir bakıma, böylesi bir değişiklik dinlendiriyordu sanki onu. Ayrıca, hareket halindeki bir orduyu anımsatan koyu lacivertli kalabalığın askeri davranışlarına bayılıyordu. Taraftarlar alt kata ulaşıyorlardı, stadyumun beton direklerinin arasından, H ve G kapılarının üzerinden görünüyorlardı işte. Niemans saatine baktı. Dört dakika içinde dışarıda olacaklar, asfaltın üzerinden dağılmaya koyulacaklardı. Đşte o zaman kavga, arbede tehlikesi baş gösterecekti. Başkomiser ciğerlerini şişirdi. Ekim gecesi gerilim yüklüydü, fid dakika. Niemans neredeyse içgüdüsel bir dürtüyle döndü, uzaktaki Porte-de-Saint-Cloud Meydaru’nı gördü. Meydanın üç çeşmesi gecenin karanlığında, endişe totemleri gibi yükseliyordu.


Cadde boyunca, CRS kamyonları, sık bir sıra halinde peş peşe dizilmişti. Önlerinde de, kasklanm kemerlerine asmış, coplan dizlerini döven, sıkıntıyla gidip gelen adamlar vardı. Bunlar takviye güçlerdi. Uğultu arttı. Kalabalık sivri uçlu parmaklıkların arasındaki bölümdeydi şimdi. Niemans gülümsedi. Đşte arayıp da bulmadığı şey, buydu. Kalabalık dalgalandı. Borazanlar gürültüyü yırttı. Uğultu çimentonun tüm gözeneklerini titretti. “Ga-na-most Ga-na-mosl” Niemans vericinin mandalına bastı, doğu .bölümündeki birimin şefi Joachim’e seslendi. “Niemans konuşuyor. Çıkıyorlar. Onları otobüslere, Murat Bulvan’na, otoparklara, metro girişlerine yönlendirin.

” Bulunduğu yüksek yerden, durumu değerlendirdi: bu tarafta pek fazla bir tehlike yoktu. Bu gece galip gelmişti Đspanyollar, yani öyle saldırgan olmaları beklenemezdi. Đngiliz-lerse karşı taraftan, A ve K kapılarından Boulogne tribününe, yırtıcı hayvanlar tribününe doğru çıkarılacaklardı. Burada işler yoluna girer girmez, gidip o tarafa da bir göz atmak niyetindeydi Niemans. Birden, sokak lambalarının ışığında, kalabalığın üzerinKIZIL NEHĐRLER 13 den bir şişe uçtu. Başkomiser bir copun kalkıp indiğini, safların sıklaşıp gerilediğini, insanların düştüğünü gördü. Vericiye haykırdı: “Joachim, Allah kahretsin! Adamlarınıza hâkim olun!” Niemans servis merdivenine koştu, sekiz katı uçarcasına indi. Caddeye vardığında, iki sıra toplum polisi, hoüganlan engellemek üzere koşmaya başlamıştı bile. Niemans silahlı polislerin önüne geçti, kollarıyla geniş daireler çizerek durdurmaya çabaladı. Coplar burnunun sadece birkaç metre ötesindeydi ki, sağ taraftan, miğferini kafasına sıkıca oturtmuş Joachim yetişti. Siperliğini kaldırdı, bakışları öfke saçıyordu: – Niemans, çıldırdınız mı siz? Üstelik de sivil kıyafetle. Sizi… Başkomiser soruyu duymamış gibiydi. – Ne bok yiyorsunuz? Adamlarınıza hâkim olun, Joachim 1 Yoksa, üç dakika içinde bir ayaklanmayla karşı karşıya kalabiliriz. Kırmızı yüzlü, şişman polis yüzbaşısı nefes nefeseydi. Geçen yüzyılın modasına uygun kırptırdığı ince bıyığı soluklarına tempo tutar gibi titreşiyordu.

Telsizden bir ses duyuldu: “Tüm… tüm birliklere çağn… tüm birliklere çağn… Boulogne Kavşağı… Commandant-Guilbaud Sokağı… Ben… Burada bir sorun var!” Niemans, Joachim’e sanki bütün bu karışıklığın tek sorumlusuymuş gibi bakth Sonra parmaklan telsizin mandalına bastı: “Niemans konuşuyor. Geliyoruz.” Sakinleşmiş bir sesle yüzbaşıya-.talimat verdi: – Gidiyorum. Oraya olabildiğince çok adam gönderin. Burada da kuş uçurtmayın. Yüzbaşının cevabını bile beklemeden, şoför olarak kullandığı stajyer memuru aramaya koyuldu. Meydanı geniş adımlarla geçti, karşı taraftaki Princes Birahanesi garsonlarının aceleyle kepenkleri indirdiklerini gördü. Hava endişe yüklüydü. Sonunda, siyah otomobilin yanı başında, ayaklarını yere vurarak dolaşan, deri ceketli genci buldu. Niemans arabanın kaputuna eliyle vurarak haykırdı: – Boulogne Kavşağı! Çabuk! iki adam arabaya aynı anda daldılar. Lastikler patinaj JEAN-CHRISTOPHE OKAKOt yapb, duman çıkararak kalktı. Stajyer direksiyonu stadyumun soluna kırdı, güvenlik güçleri için ayrılmış yoldan geçerek K kapısına varmak istiyordu anlaşılan. Niemans’ın sezgisi güçlüydü: – Hayır, diye soludu, geri dön. Kavga öbür tarafta.

Araba olduğu yerde, kargaşayı yatıştırmak için hazırlanmış basınçlı su kamyonlarının oluşturduğu birikintilerde kıç atarak döndü. Sonra, gri CRS kamyonlarının arasındaki dar koridordan geçerek Parcdes-Princes Caddesi’ne girdi. Aynı yöne doğru koşuşturan miğferli adamlar, arkalarına bakmadan yana açılıyorlardı. Niemans arabanın üzerine sireni yerleştirmişti. Stajyer Claude-Bemard Üsesi’nin hizasına gelince direksiyonu sola kırdı, göbekten döndü, stadyumun öte yanına dolandı. Auteuil tribününün yakınındaydılar. Niemans havada asılı kalmış ilk gaz perdesini gördüğünde, sezgilerinde ne kadar haklı olduğunu düşündü: çatışma Avrupa Meydanı’na varmıştı bile. Otomobil beyazımsı sis perdesinin içinden geçti, bacaklarının var gücüyle kaçmaya çalışan ilk gaz kurbanları m ezmemek için güçlükle durabildi. Çatışma tam da şeref tribününün önünde patlak vermişti. Kravatlı erkekler, mücevherli kadınlar koşuşturup sendeliyor, gözyaşları yanaklarından akıyordu. Kimileri sokağa açılacak bir geçit arıyor, kimileri de daha da yukarıya, stat turnikelerine doğru tırmanıyorlardı. Niemans arabadan fırladı. Meydanda, birbirine girmiş vücutlardan çıkan kollar kalkıp kalkıp iniyordu. Đngiliz takımının parlak, göz alıcı renkleri ile CRS polisinin koyu gölgelerini hayal meyal seçti. Polislerden bazıları, kanlı birer salyangoz gibi, yerlerde sürünüyordu, uzaktaki meslektaşları ise, yerdeki yaralı arkadaşlarım vurmak korkusuyla, plastik mermi atan tüfeklerini kullananııyorlardı bir türlü.

Başkomiser gözlüklerini iç cebine yerleştirdi, yüzüne fularını doladı. En yakındaki polisin yanına gitti, bir eliyle üç renkli kimliğini gösterirken, ötekiyle de polisin copuna uzandı. Adam şaşkınlık içindeydi; üstelik miğferinin camı da bu-ğulanmıştı. Pierre Niemans kavganın göbeğine daldı. Arsenal taraftarları yumrukla, metal çubuklarla, demir ökçelerle vuruyorlar, CRS memurları da geri çekilerek direnmeye, yere KIZIL NEHĐRLER 73 düşmüş arkadaşlarını korumaya çalışıyorlardı. Vücutlar sarsılıp titriyor, yüzler buruşuyor, çeneler asfalta çarpıyordu. Ve coplar. Coplar kalkıp iniyor, darbenin şiddetinden eğilip bükülüyorlardı. Başkomiser kargaşanın ortasına atıldı. Yumruk attı, cop salladı. Đriyan birini yakalayıp, bir dizi yumruk patlattı. Kaburgalara, mideye, çeneye. Birden, sağdan gelen bir tekmeyle çöktü, sonra kükreyerek doğruldu. Cop saldırganın gırtlağının çevresine dolandı neredeyse. Beynindeki kan fokurduyor, metal bir tat ağzının içini uyuşturuyordu.

Hiçbir şey düşünmüyor, hissetmiyordu artık. Savaşa girmişti, farkındaydı bunun. Birden, tuhaf bir sahneye ilişti gözü. Yüz metre kadar ötede, iyice sopa yemiş bir sivil, iki holiganın ellerinden kurtulmaya çalışıyordu. Niemans taraftarın kana bulanmış yüzünü, nefretten tir tir titreyen öteki ikisinin robotumsu hareketlerini izledi. Bir saniye sonra, neyin tuhaf geldiğini anlamıştı Niemans: yaralı ve diğer ikisi, rakip kulüplerin amblemini taşıyan deri ceketler giymişlerdi. Bir hesaplaşmaydı. Niemans daha ne olduğunu tam anlayamadan, yaralı adam saldırganların elinden kurtuldu ve yan sokağa, Nun-gesser-et-Coli Sokağı’na sapıp kurtulmaya çalıştı. Dayakçılar da peşinden. Niemans elindeki copu attı, kalabalığın arasında kendine bir yol açıp, peşlerine takıldı. Kovalamaca başladı. ” V Niemans düzenli soluk alarak koşuyor, sessiz sokakta kurbanlarına giderek yaklaşan iki saldırganla arayı kapatmaya çalışıyordu. •-” Hep birlikte sola döndüler, birkaç adım sonra, yüksek duvarlarla çevrili Molltor yüzme havuzuna vardılar. Bu kez, kurbanlarım ellerinden kaçırmayacaktı serseriler. Niemans çevreyoluna tepeden bakan Porte-Molitor Meydanı’na vardı-^ğında, gözlerine inanamadı: saldırganlardan birinin” elinde, kocaman bir bıçak vardı.

Niemans, cadde ışıklarının donuk aydınlığında, dizüstü çökmüş adama durmaksızın saplanan, vücudunu sarsan bıçağın parıltısını gördü. Sonra saldırganlar adamı yerden kaldırdı, korkuluğun üzerinden aşağı attı. JEAN-CHRISTOPHE ORANOE – HAYniK! Niemans haykırırken silahını kılıfından çıkarmıştı bile. Bir otomobilin kaputundan destek aldı, sag yumruğunu sol avucuna yerleştirdi, soluğunu tutarak nişan aldı. Đlk kurşun. Karavana. Eli bıçaklı katil döndü, şaşkındı. Đkinci kurşun. Yine karavana. Niemans yeniden koşmaya koyuldu, tabanca tutan elini, yakın dövüş kurallarına uygun olarak kalçasına dayamıştı. Öfkeden içi içini yiyordu; gözlüksüz olduğu için, iki kez üst üste karavana atmıştı. Köprüye vardı. Eli bıçaklı adam çev-reyolunun kenarındaki çalılıklara dalmıştı bile. Arkadaşıysa, dizlerinin bağı çözülmüş, şaşkınlık içinde bakıyordu. Başkomiser tabancasının kabzasını adamın gırtlağına indirdi, sonra da saçlarından yakalayarak trafik ışığına kadar sürükledi, tek eliyle adamı bileğinden direğe kelepçeledi.

Şimdi artık köprünün üzerinden, aşağıya bakabilirdi. Kurbanın cesedi asfaltın üzerindeydi ve trafiği tıkayan zincirleme kaza meydana gelene kadar arabalar üzerinden geçmişti. Büyük bir kazaydı… Đç içe geçmiş arabalar, ezilmiş saclar… Trafik sıkışıklığı, sinir bozucu bir korna konserine dönüşmüştü. Farların ışığında, bir eliyle yüzünü tutarak otomobiline doğru sendeleyerek ilerleyen bir sürücü gördü Niemans. Sonra bakışlarını çevreyolunun diğer tarafına çevirdi. Renkli kol şeridiyle çalıların arasında ilerlemeye çalışan katili gördü. Silahını kılıfina yerleştirip, adamın peşine düştü. Ağaçların arasında koşarken, durup geriye, ona bakıyordu katil. Gizlenmeye gerek duymadı başkomiser: adamın Niemans’ın peşinde olduğunu bilmesi, gelip yakasına yapışacağını düşünmesi gerekiyordu. Birden holigan bir çalılığın üzerinden atlayıp, gözden kayboldu. Çakıl taşlan üzerinde duyulan ayak sesleri, Niemans’a adamın tuttuğu yönü gösterdi hemen: Auteuil Bahçeleri. Başkomiser katilin peşine düştü, gecenin bahçenin gri çakılları üzerindeki yansımasını gördü. Seralar boyunca ilerlerken, duvara tırmanan gölgeyi fark etti. Peşinden seğirtti, kendini Roland-Garros tenis kortlarında buldu. Tel kafesten kapılar kilitli değildi: katil hiçbir engelle kar-şılaşmaksızın, bir korttan diğerine geçiyordu.

Niemans bir kapıdan daldı, kırmızı toprak sahaya girdi ve ilk filenin üzerinden atladı. Elli metre önündeydi adam, gözle görülür biçimde yavaşlamıştı şimdi; yorgunluğun etkisi kendini göstermişti. Yine de filenin üzerinden atlamayı, tribündeki basamakları tırmanmayı başardı. Peşinden de Niemans geliyordu, çevik, yumuşak, soluğunda en ufak bir değişiklik olmaksızın. Adama birkaç metre kalıncaya kadar yaklaştığında, tribünlerin en tepesindeki gölgenin boşluğa atladığını gördü. Kaçak özel bir evin çatısına düşmüştü. Çatının öbür ta-rafina yuvarlandı, gözden kayboldu. Komiser geriledi, peşinden atladı. Çakıl taşı kaplı platforma düştü. Aşağıda çimenler, ağaçlar, sessizlik. Katilden ise en ufak bir iz yoktu. Niemans ıslak çimenlerin üzerinde yuvarlandı. Đki seçeneği vardı: ya çatısından atladığı ana bina ya da bahçenin dibindeki geniş ahşap yapı. MR 73 tabancasını kılıfından çıkardı, sırtını arkasındaki kapıya dayadı. Kapı direnmedi.

Başkomiser birkaç adım attı, sonra şaşkınlık içinde, durdu. Mermer bir holdeydi, tepede, tavanın tam ortasında yuvarlak bir taş, taşın üzerine de tanımadığı, bilmediği harflerle kazınmış yazılar vardı. Altın yaldızlı bir merdiven karanlığın içinden üst kata çıkıyordu. Đmparator kırmızısı kadife perdeler, duvar kaplamaları, heybetli vazolar. Niemans bir Asya ülkesinin büyükelçiliğine girdiğini anladı. Birden, dışarıdan bir ses duydu. Katil diğer binadaydı. Komiser çimenlerin üzerinden koşarak bahçeyi geçti, ahşap yapıya ulaştı. Kapının kanadı hâlâ sallanıyordu, karanlık içinde bir gölge gibi içeri girdi.Büyü bir derece daha artmıştı. Girdiği yer, bölmelere ayrılmış, yeleleri kısa kesilmiş küçük atların bulunduğu bir ahırdı. Titreşen sağrılar. Havada uçuşan saman çöpleri. Pierre Niemans elde tabanca, ilerledi. Birinci bölmeyi geçti, ikinci, üçüncü… Sağ tarafta boğuk bir ses.

Başkomiser döndü. Yere vuran bir toynak. Solda bir hışırtı. Yine döndü. Çok geç. Bıçak indi. Niemans son anda kendini yana attı. Bıçak omzunu sıyırdı ve atın sağrısına saplandı. Atın şahlanışı ölümcül oldu. Nalı katilin yüzüne çarptı. Başkomiser durumdan yararlanıp adamın üzerine atıldı, silahını namlusundan 18 JEAN-CHRtSTOPHE ORANGE kavrayıp çekiç gibi kullanmaya başladı. Vurdu, vurdu, sonra birden durdu, gözlerini holigarun kanlı yüz hatlarına dikti. Yarılmış etlerin altından kemikleri fırlamıştı. Karmakarışık dokuların ucunda da, göz küresi. Başında hâlâ Arsenal şapkası olan katil, kımüdaiıuyordu.

Niemans tabancasını düzeltti, kabzasını kanlı elleriyle tutarak namluyu adamın aralık dudaklarının arasından ağzına soktu. Horozu kaldırıp, gözlerini kapattı. Tetiği çekecekti ki… tiz bir ses duydu. Cebindeki telefonu çalıyordu. • Đkinci kısım Üç saat kadar sonra, Nanterre-Prefecture Mahallesi’nin’ çok yeni, çok simetrik sokaklarından birinde, Đçişleri Bakanlığı Adlî Polis Merkezi binasında tek bir ışık yanıyordu. Karanlıkta oturan Antoine Rheims’in masasının hizasına kadar indirilmiş, yoğun ve parlak bir ışık. Karşısında, ışık halesinin hemen dışında, Pierre Niemans’ın uzun boylu silueti. Kesik kesik cümlelerle, Boulogne kovalamacası hakkında yazdığı raporu özetlemişti az önce. Rheims kuşkuyla sordu: -Adam nasıl? -Đngiliz mi? Komada. Yüzünde bir sürü kırık. Hötel-Dieu’yle az önce konuştum: yüzüne deri yaması yapacaklar-mış. -Ya kurbanı? – Çevreyolunda, Molitor Kapısı’mn orada arabaların altında kalıp, kemikleri un ufak olmuş. – Aman Tanrım I Neden? – Holiganlar arası bir hesaplaşma. Arsenal taraftarlarının arasında, Chelsea Kulübü’nün adamları da varmış. Bıçaklı iki holigan kavgadan da yararlanarak, rakiplerini öldürmüş.

Rheims duyduklarına inanmıyormuşçasına dinliyordu. Kısa süren bir sessizlikten, Sonra sordu: – Ya seninki? Onu bu fiale sokanın bir at toynağı olduğundan emin misin?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir