Jean Christophe Grange – Kongo’ya Agit

Dünyanın kırmızı yüreği Lubumbaşi Havalimanı, Kongo-Kinşasa. Uçağa binmek için büyük bir itiş kakış yaşanıyordu. Uçak alelacele boyanmıştı. Havada kesif bir kerosen kokusu vardı. Uçağın dibinde Siyahi adamlar ile aptallaşmış Beyazlardan oluşan bir kalabalık bekleşiyordu. Bağrışmalar. El kol hareketleri. Bubular. 1 Mukavva kutular. Bu kargaşa sıradan yerel bir gelenek miydi? Yoksa toplumsal gerilemenin şaşırtıcı bir örneği mi? Uzun zamandan beri Gregoire Morvan artık soru sormayı bırakmıştı. Pistin ucunda ailece tadım çıkara çıkara yenecek insan eti parçalan satıldığını biliyordu. Pilotun havalanmadan önce büyücüsünü kokpitte kabul ettiğini. Üstünkörü onarılmış motorlara takılması gereken yedek parçaların çoğunun satıldığını da. Yolculara gelince… Morvan bu uçağa binmeyecekti. Ertesi günkü uçuşu için tamamen kendi cebinden finanse ettiği, oldukça ucuza bir Antonov kiralamıştı; son kontrolleri yapmaya gelmişti.


Gümrük memurlan-na, göçmenlik bürosu görevlilerine, askeri yetkililere rüşvet vermişti, elbette havalimanında dolanıp duran ve sadece bahşişlerle beslenen çok sayıdaki asalağı, yani uyması gereken “protokolleri” de unutmamıştı. Gerekli belgeleri tedarik etmişti: Uçuş planı, kuyruk tescili, sigorta sözleşmeleri, bröveler, izinler… Hepsi sahteydi. Bu da kimseyi rahatsız etmiyordu: Kongo’da orijinal evrak yoktu, sadece kopyalan vardı. Oğlu Ervvan’la birlikte, Kinşasa’ya yaptıklan kısa süreli bir aktarma uçuşunun ardından iki gün önce Lubumbaşi’ye inmişlerdi. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin başkentine ulaşmak için dokuz saatlik bir uçuştan sonra DKC’nin hâlâ savaş tehdidi altındaki en zengin eyaleti Katanga’nın başkentine varmak için de dört saatlik bir uçuş daha yapmışlardı. Dikkate değer bir şey yoktu. Birlikte yolculuk ediyorlardı, ama sebepleri farklıydı. Envan geçmişin küllerini eşelemek niyetindeydi. Oğlu, kırk yıl önce Morvan’m bizzat sürdürdüğü, Kuzey Katanga’nın madenci şehri Lontano’da Beyaz kızlan öldüren bir seri katille ilgili soruşturmanın ayrıntılarına inmek istiyordu. Ona göre, Gregoire bir hata yapmıştı: Çivi Adam’m yedinci kurbanı olarak kabul edilen Catherine Fontana başka biri tarafından öldürülmüştü. Kahretsin, sen ne biliyorsun ki? Morvan, oğlunun bu saçma fikrin peşinden gitmesine mâni olmak için her şeyi yapmıştı, ama 36’dan ücretsiz izin koparınca ve uçak biletini alınca hiçbir şeyin onu durduramayacağını anlamıştı. Böylece ona eşlik etmeye karar vermişti: Ne de olsa onun da Katanga’da yapacak işleri vardı… – Gidelim mi, patron? Arkasına döndü. Michel tüm havaalanının mülkiyeti kendisine aitmiş gibi, elinde bir anahtar tomarıyla pistin ucunda duruyordu. Zürafa boyunlu, ufak tefek, sıska bir Siyah’tı. Devasa kıvırcık saçlarından dolayı lakabı Tutam’dı; tergal bir pantolon ile çiğ renklerden desenli bir gömlek giymişti.

Michel, Morvan’ın güvenilir adamıydı, ki bu da Lubumbaşi’de hâlâ görece bir kavramdı. Bunaltıcı güneşin altında Siyah adamı takip etti. Bütün düşünceleri, bütün umutlan donduran boğucu bir ışık, ezici bir beyazlık dışında burada insan hiçbir şey hissetmiyordu. Tüm malzeme sıkıca kilit altına alınmış, askerler tarafından korunan bir hangara yerleştirilmişti. Tutam kapının kilidini açtı ve kapı kanadını rayının üstünde kaydırdı. – İşte! Işık, Renault marka damperli iki kamyon ile yolcu koltukları sökülmüş üç tane Toyota 4×4’ü -hepsi geçen ay başka madenci gruplarından satın alınmıştı- aydınlattı. Morvan, Kolwezi çevresindeki tesislerin yenilenmesini bahane ederek, bu bütçeyi 90’lı yıllarda bizzat kendisinin kurduğu maden şirketi Coltano’nun genel kurulunda oylatmıştı. Aslında aklında, uzman jeologları tarafından bulunmuş yeni maden damarlarını işletmeye açmak vardı. Gerçek bir fırsat. Yaklaştı ve hâlâ yerinde duran tekerlekleri, direksiyonları ve motorlan kontrol etti. – Yakıt? – Orada. îşi varilleri kontrol etmeye kadar götürmedi: Daha önemli şeyler vardı. – Başka? Michel karanlığın içinde sıralanmış askeri erzak sandıklarını işaret etmek için entrikacı bir yüz ifadesi takındı. Anahtar tomarının içinden özenle bir anahtar seçti ve sandıklardan birini açtı. İçinde kırk kadar saldırı tüfeği, şarjörler ve tabancalar vardı.

Ormandaki Siyahlar bu tür aletleri kullanmayı bilmiyordu, ama Cross onlara öğretecekti. – Bunları nereden buldun? – MONUSCO’dan. Demokratik Kongo Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler İstikrar Misyonu. Mavi Bereliler yaklaşık on beş yıldır bu balçığın içinde debeleniyordu. Asgari bir sonuca ulaşmak için azami miktarda askeri birlik. Bu karışıklık içinde, silahlar ve cephaneler yolunu şaşırarak kimi zaman böyle erzak sandıklan içinde bu tür hangarlarda ortaya çıkabiliyordu… Gregoire FAMAS’lardan 2 birini aldı ve seri bir hareketle sürme kolunu çekti. Bu basit hareket hatıralarını canlandırdı. Hem sevdiği hem de nefret ettiği Afrika’nın derinliklerinde savaşlarla, fetihlerle, şiddetle geçmiş yıllar. 9 mm’lik bir Glock aldı, beline yerleştirdi ve pantolon ceplerine bir sürü şarjör tıkıştırdı – Ervvan için hediye. Onun soruşturmada ilerlemesini engellemek istiyordu, onu savunmasız bırakmak değil. Özellikle de bunu istemiyordu. – Aynca yeterince 7,62 mm’lik M43 stokumuz da var. AK-47’lerde kullanılan mermiler. Klasikleri unutmak gerekiyordu: Modem Afrika’nın eski dostu Keleş’i. – Mükemmel.

Kaç adam götürüyoruz? – Sekiz. – Onlara güveniyor musun? – Kendime güvendiğim kadar. – Beni kaygılandırmaya başladın. Michel kıkır kıkır güldü, ama Morvan şaka yapmıyordu. Bir saniye önce kendini yirmi beş yıl öncenin savaşçısı, modem dünyanın öncüsü olarak görüyordu, şimdi ise mezara yakın hissediyordu. Ne olursa olsun, bir uyuşuklar çetesini gizli maden damarlarına ulaşmak için ormanı geçerken idare edecek olma düşüncesi daha şimdiden onu bitkin düşürmüştü. – Patron, seçtiğim adamlar FARDC’ın 3 eski mensuplan ve… Morvan artık dinlemiyordu. Eğer her şey öngördüğü gibi gittiyse -ki bu Afrika’da imkânsızdı- kuzeye bin kilometre mesafedeki maden yataklan kazılmış ve yatakların yaklaşık yirmi kilometre uzağındaki iniş pistine kadar bir yol açılmıştı. Böylece kamyonlar ocaklardan çıkacak ilk tonlarca koltanı uçaklara kadar taşıyabilecekti, bu da yataklan hızla işletmeye açmamn ilk adımı olacaktı. Birkaç ay gizlice Ruanda’yla çalışacak, cepler iyice dolunca da yataklardan partnerlerini -Katangalı yetkililer, Kongolu hissedarlar, Avrupalı ortaklar haberdar edecekti. İşte ancak, o zaman geri kalan bu zengin kaynağı onlarla paylaşacaktı. Bu, tamamen teoriydi. Son haberler -her şeyin yolunda gideceğini vaat eden kısa e-postalariyimserliğe sevk etmiyordu. – İyi iş, Michel. Malzemeyi gözden geçirdi ve yeniden ruh hali değişti.

Altmış yedi yaşmda, Afrikalı Fitzcarraldo’lan 4 oynamak için burada olduğunu düşündü. Sonuçta oğlunun adaleti sağlama hevesi ve isteği onu cesaretlendirmişti. Böylece bir taşla iki kuş vurma umudu… Zengin olmak ve oğlunun dizginlerim elinde tutmak. -Yarın öğleden önce havalanabilmemiz için elini çabuk tut. – Sorun yok, patron. Morvan yakıcı güneşin altmda adamın yanından uzaklaştı. Bej rengi ince kumaş pantolonunun üzerinde dalgalanan basit bir mavi keten gömlek giymişti – her koşulda kasıla kasıla giydiği, plilileri kusursuz siyah takımdan iklim sebebiyle verilen bir ödün. Uzakta, uçağın pervaneleri vınlayarak çalışırken, insan sallanılan, uçaktan uzaklaştmlan seyyar merdivene hâlâ asılmaya devam ediyordu. Genel bir itiş kakış. Kıvırcık gri saçlarım kaşıdı ve kendisini fark eden dilenci çocuklan bir el hareketiyle uzaklaştırdı. Bu yolculuk onun son yalanı olacaktı. Babası akşam yemeği için ona katıldığında Ervvan epeydir otelin terasında oturuyordu. Saat 19’dan az önce, gece bir külçe gibi çökmüştü. – Yarın sabah havalanıyoruz! dedi ihtiyar, muzaffer bir ses tonuyla. – Bunu daha önce yüz kere konuştuk, diye cevapladı Ervvan, gözlerini mönüden ayırmadan.

Ben seninle gelmiyorum. Morvan ağır hareketlerle plastik sandalyesine oturdu. Envan’m gözlemleyebildiği kadarıyla Padre, 4 Kongo standartlarındaydı: Bir metre seksen santim boy ve yüz kilo ağırlık. – Aynı yöne gidiyoruz: Benim uçağımdan faydalanabilirsin. – Hayır. Bağımsız olmak istiyorum. Gregoire kahkahayı bastı. – Umarım beni kokuşmuş bir devlet memuru olmakla suçlamazsın! Envan, cüssesi, ışıklandırılmış havuzun üstünde bir karaltı halinde beliren muhatabına dikkatle baktı. Bir sivrisinek bulutu tur-kuaz rengi suyun üstünde uçuşuyor, dolanıp duran bir tür hale oluşturuyordu. – Bu işe karışmanı istemiyorum, diye şiddetle karşı çıktı. Bilgilere tek başıma ulaşmalıyım. Bağımsız olmalıyım. Objektif olmalıyım. – Bir gazeteci gibi konuşuyorsun. – Kırk yıl öncesine ait eski bir olayı gün ışığına çıkarmak, daha çok bir tarihçinin işi.

Envan Katanga’ya, kendisini neyin beklediğini bilmeden gelmişti. Bazen babasının Catherine Fontana’nm gerçek katilim gizlediğinden şüphe ediyordu. Bazen de İhtiyar’ın iyi niyetli olduğunu ve herkes gibi Thierry Pharabot’nun suçluluğuna inandığını düşünüyordu. Aslında, ekip olmadan, teknik destek olmadan, ipucu ve tanık olmadan babasının zamanında bu soruşturmayı nasıl yürütülebildiğini anlamakta zorlanıyordu. Garson geldi. Alacakaranlığın içinde (teras sadece havuzun ışığıyla ve ultraviyole sineksavar lambalarla aydınlatılmıştı) yalnızca beyaz gömleği, papyon kravatı ve yeleğinin V biçimindeki yakası görünüyordu. Kararsız yürüyüşü ona başsız bir uyurgezer havası veriyordu. – İki Nil levreği, iki! diye bağırdı Morvan, tartışmaya mahal vermeyecek bir şeküde. – Yine mi? – Burada sadece bu var. Nehrin en iyi balığı. Pirinçle birlikte yediğinde, öbür güne kadar açlık hissetmezsin. İşte ishal olmadan geçileceğin bir gün daha. Dün de, önceki gün de aynı tuzağa düşmüştü. Bu gidişle Ervvan bir ay boyunca kabızlık çekecekti. – Gerçeği ortaya çıkarmak istiyorum, diye söze girdi, ciddi bir ses tonuyla.

Buna hakkım var, öyle değil mi? – Elbette. Ama tam olarak bu soruşturmanın konusu ne? Kırk yıllık eski bir cinayet mi? Hakkında hiçbir şey bilmediğin ölmüş bir kız mı? Soruşturmayı artık olmayan bir şehirde mi yapacaksın? Çivi Adam’ın onu öldürmediğinden nasıl emin olabilirsin? – Cinayet anında, Lontano’dan seksen kilometre uzaktaydı. – Nereden biliyorsun ki? diye üsteledi İhtiyar, dirseklerini masaya dayayarak. Afrika’da tarihlerin güvenilir olduğunu mu sanıyorsun? Uzaklıkların? Tanıklıkların? Sen doğmadan önce olmuş olaylarla ilgili benim yazdığım raporu gözden geçirmek istemeni küstahça buluyorum. Envan sakin olmaya karar vermişti: Baba oğul çatışması, kim bilir bu kaçıncı raunttu ve hiçbir yere varmıyordu. Bir şekilde sakinleşmenin yolunu bulmalıydı. – İşte tam da bu yüzden, diye kabullendi. Burnunun dibindey-di. Kendini olup bitenlere kaptırmıştın. Belki bugün, geriye dönüp bakıldığında… Morvan bağırmak için ağzını açtı, sonra vazgeçti. Dudaklarında gülümsemeyle sandalyesinde geriye yaslandı. – Sen bir polissin. Sen de benim kadar olayların her zaman mantıkla ve kronolojiyle örtüşmediğini bilirsin. Bu tutarsızlıklara rağmen, o kızın daha önce aynı teknikle altı kez cinayet işlemiş o katil tarafından katledilmiş olması güçlü bir olasılık değil mi? Erwan bir avuç yerfıstığı aldı: Her akşam Nil levreklerinin gelmesi o kadar uzun sürüyordu ki insan, balıkların tabaklarına ulaşmadan önce nehri akıntıya karşı tırmandıklarını düşünebilirdi. – Eğer öyleyse, tutarlı ipuçları bulurum ve yaptığım tahkikat doğru mu yanlış mı birkaç gün içinde belli olur.

– İyi de onlan, yani ipuçlarını nereden bulacaksın? – Pharabot davasının eksiksiz olarak arşivlenmiş tutanaklann-dan. – O tutanaklar artık yok. – Var. Buldum. Babası kaskatı kesildi. – Neredeler? – Buradan iki adım uzakta. Saint-François-de-Sales Koleji’nde. – Gördün mü? – Yann sabah gidiyorum. Hepsinin orada olduğuna dair güvence verdiler. – Seninle kafa bulmuşlar. Envan kaderci bir edayla ellerini iki yana açtı. Onun bu soğukkanlılığı babasını çileden çıkarıyordu, bunu bildiği için daha da abartıyordu. – Göreceğiz bakalım, dedi sakin bir ses tonuyla. Morvan masaya vurdu. Kâğıt masa örtüsü çatal bıçaklann gürültüsünü azalttı.

– Kongo’dayız, kahrolası! Burada izler iki saate, raporlar iki güne, arşivlerse ertesi aya kaybolur. Burada sonsuza dek kaybolmayan üç şey vardır: Yağmur, çamur ve orman. Gerisini unut gitsin. Envan bir türlü kabullenemiyordu. Önceki gün eski gazetelerin peşinde tüm şehri dolaşmıştı. Boşuna. Adli mercileri, idari kurumlan araştırmıştı. Bir şey bulamamıştı. Bugün de belediyeye, Lubumbaşi Başpiskoposluğu’na, maden şirketlerinin ofislerine gitmişti. Nafile. Geriye bir tek Saint-François-deSales kalıyordu. – Sanınm o dönemin tanıklarını da bulmaya çalışacaksın? diye yeniden konuşmaya başladı babası. – Deneyeceğim. – Afrika’da ortalama insan ömrü ne kadar, biliyor musun? Envan cevap vermedi. Sonunda çatışmadan bıkan kıvırcık saçlı dev, egzotik meyve kokteyli kadehim kaldırdı – asla alkol kullanmazdı.

– Her halükârda sana iyi şanslar diliyorum! Savaş baltalarını gömer gibi kadeh tokuşturdular. – Şaka bir yana, diye müşfik bir ses tonuyla yemden konuşmaya başladı İhtiyar, Lontano’ya nasıl ulaşmayı düşünüyorsun? – Tanganika Gölü’nün batısı Ankoro’ya düzenli bir uçuş var. – Aylardan beri oraya uçak kalkmadı. Üstelik iniş pisti bile yok. – Havalimamndaki adamlar bana öyle söylemedi. – Bahşiş verirsen hipopotam sırtında götürmeyi bile vaat ederler! Envan omuzlarını silkti. Yemden yerfıstığı aldı. – Farz edelim oraya ulaştın, diye kabullendi Morvan, Lontano yüz kilometre daha kuzeyde. – Nehirden mavnaya bineceğim. Araştırdım: Köylere bu şekilde ikmal yapılıyor. Çinli tüccarlar bile bu konvoyları kullanıyor. – Kuzey Katanga’ya ulaşabileceğine inanıyor musun? – Nasıl yani? – Yanisi, yavrum, o bölgede savaş var. Buraya varışlarından beri Envan bunu bekliyordu: Kongo’daki savaş hakkında esaslı bir ders. Neden olmasın? Yola çıkmadan önce bu konuyla ilgili ne bulduysa okumuş ancak pek fazla bir şey anlamamıştı. – Sana durumu yeniden açıklamama izin ver, diye ekledi Morvan bilgiç bir ses tonuyla.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Teşekkürler