Jean Paul Sartre – Özgürlük Yolları 3 – Yıkılış

Ahtapot! Bıçağına davrandı, gözlerini açtı, düşm üş. Hayır! Ahtapot oradaydı, üzerinde, vantuzlarıyla emiyor, sömürüyordu: Sıcak! Terliyordu. Gece bire doğru uyuyabilmişti, ikide sıcak uyandırmıştı, kendini soğuk suyla doldurduğu banyoya atmış, sonra öylece, kurulanm adan gelip yatmıştı; hem en ardından demirci körüğü derisinin altına sıcak soluğunu üfürm eye başlam ıştı gene, başlamıştı, yeniden terlem eye başlamıştı. Ortalık ağarırken biraz dalmıştı, düşünde bir yangın görm üştü; şimdi güneş tepede olmalıydı, Gomez hâlâ terliyordu: Kırk sekiz saatten beri durm adan terliyordu. Terli avucunu ıslak, yapışkan göğsünde dolaştırarak soludu: “Allah kahretsin!” Sıcak değildi bu, atm osferin hastalığıydı: Hava hastaydı, ateşi vardı, hava terliyordu, insanlar bu terde boğuluyor, terliyorlardı. Kalkmak. Bir gömleğin içinde terlem eye koyulmak. Birden doğruldu: “Hombre! Gömleğim de kalm adı.” Sonuncuyu da, maviyi de kirletm işti, günde iki kez gömlek değiştirm ek zorunda kalmıştı. Şimdi, bitmişti: Temizler çam aşırcıdan gelinceye dek bu ıslak, ekşi kokulu paçavrayı sırtında taşım ak zorundaydı. Usulca, dikkatle, am a terin şakır şakır akm asına engel olamadan ayağa kalktı, tanecikler, binlerce bit gibi sırtından aşağı indi, bütün bedeni kaşınıyordu. B um buruşuk, bin yerinden kırış kırış gömlek koltuğun üzerine atılıydı. Elini uzattı baktı: Bu Allahın belası m em lekette hiçbir şey kurumazdı. Yüreği hızlı hızlı atıyordu, sanki gece, sabaha kadar içmiş gibiydi, ağzı, gırtlağına kadar tahta kesilmişti, kupkuruydu. Pantolonunu giydi, pencereye yürüdü, perdeleri çekti.


Sokakta bir felaket gibi bembeyaz aydınlık; daha on üç saat sürecek aydınlık. Sokağa öfke ve korkuyla baktı. Aynı dehşet verici felaket: Orada, uzakta, bereketli, esm er topraklarda dum anın, sisin altında kan ve çığlık; burada, kırmızı tuğla duvarlar arasında aydınlık, yalnızca kör edici aydınlık ve ter. Ama bu gene de o felaketti, aynı kahredici felaketti. İki zenci gülüşerek gelip geçtiler, bir kadın drugstore’lardan birine girdi. Gomez, “Allah kahretsin!” diye inledi. “Allah kahretsin.” B ütün bu renklerin çılgın haykırışına baktı: Zamanım olsaydı, hatta kafam da yerinde olsa, kıvam ında olsaydım, bu aydınlıkta nasıl resim yapabilir insan! “Allah kahretsin!” dedi. “Allah kahretsin!” Kapı vuruldu, Gomez yürüdü, kapıyı açtı. Ritchi’ydi. “Bu düpedüz cinayet,” dedi Ritchi. Gomez irkildi: “Ne?” “Bu sıcak: Bu sıcak düpedüz cinayet.” Sonra Gomez’e azarlayan gözlerle bakarak sordu: “Sen hâlâ giyinm edin mi? Ramon saat onda bizi bekliyor.” Gomez omuz silkti: “Gece çok geç uyudum .” Ritchi gülüm seyerek bakıyordu, Gomez acele ekledi: “Hava çok sıcak.

Uyuyamadım.” Ritchi yum uşak bir sesle, “İlk zam anlar öyledir,” dedi. “Alışırsın.” Gomez’e dikkatle bakıyordu. “Tuz haplarım alıyor m usun?” “Alıyorum. Ama hiç fayda etmiyor.” Ritchi başını salladı, iyi niyetli yum uşaklığı bir anda inatçı bir katılığa dönm üştü: Tuz haplarının fayda etmesi, terlem eyi önlemesi gerekti. Gomez’i etkilem iyorsa bu, Gomez’in herkes gibi olmadığı anlam ına gelirdi. Kaşlarını çatarak söylendi: “Bana bak,” dedi, “senin sıcağa alışkın olman gerek: İspanya en azından burası kadar sıcak yapar.” Gomez M adrid’in o kupkuru ve m üthiş sabahlarını, Alcala’nın üzerinde üm idi dile getiren o soylu, gururlu aydınlığı düşündü, başını salladı: “Aynı sıcak değil.” Ritchi bir çeşit övünmeyle, “Daha az nemli, ha?” dedi. “Evet. Ve daha insanca.” Ritchi’nin elinde bir gazete vardı; Gomez gazeteyi almak için elini uzattı, am a cesaret edemedi, el usulca düştü. Ritchi neşeyle, “Önemli bir gün bugün,” dedi: “Delaware’in bayramı.

Ben oralıyım, biliyorsun, değil m i?” Gazetenin on üçüncü sayfasını açtı; Gomez bir resim gördü; La Guardia şişm an bir adam ın elini sıkıyordu, ikisi de alabildiğine gülmüşlerdi. “Solcudur bu adam ,” dedi Ritchi. “Delaware Valisi. La Guardia dün onu World Hall’da kabul etti. M üthiş bir şey bu.” Gomez gazeteyi Ritchi’nin elinden çekip alm ak ve birinci sayfaya bakm ak için delice bir istek duydu, ama, “Vızgelir artık,” diye düşündü, banyoya geçti. Soğuk su m usluğunu açtı, çabucak tıraş oldu. Soğuk su dolu banyoya girerken Ritchi seslendi: “Ne haldesin sen?” “Sıfırı tüketm ek üzereyim. Bir tek gömleğimle on sekiz dolarım kaldı. Sonra M anuel de pazartesiye dönüyor, apartm anı ona bırakm ak zorundayım .” Ama hâlâ gazeteyi düşünüyordu: Ritchi beklerken okuyordu herhalde: Gomez onun sayfalan çevirdiğini duyuyordu. Dikkatle, uzun uzun kurulandı; boşuna: Havlu suyu emmiyor, kusuyordu. Titreyerek ıslak gömleğini sırtına geçirdi, yatak odasına döndü. “Devler maçı alm ış,” dedi Ritchi. Gomez Ritchi’ye anlam adan baktı.

“D ünkü maç, beysbol. Devler almış maçı…” “Ha! Beysbol, evet…” Ayakkabılarını bağlam ak için eğildi. Öylece, aşağıdan yukarı bakarak birinci sayfayı görmeye, bir şeyler okumaya çalışıyordu. Sonunda sordu: “Ya Paris?” “Radyo dinlem edin mi?” “Radyom yok.” Ritchi yorgun bir sesle, “Tamam,” dedi. “Dün gece girmişler Paris’e.” Gomez pencereye doğru yürüdü, alnını ateş gibi yanan cama dayadı, sokağa, bu yarasız, amaçsız güneşe, yararsız, amaçsız güne baktı. B undan böyle yalnızca yararsız amaçsız günler olacaktı hep. Döndü, geldi, kendini yatağın üzerine attı. “Hadi artık, acele et,” dedi Ritchi. “Ramon bekletilm ekten hoşlanmaz.” Gomez kalktı. Gömleği şim diden sırılsıklamdı. Aynanın önünde durarak kravatını bağladı: “Peki dedi m i?” “Prensip olarak, evet,” dedi Ritchi. “Sanat hareketlerini yazacaksın, haftada altm ış dolar.

Ama bir kez seni görüp konuşm ak is- ‘or.” “Görsün bakalım ,” dedi Gomez, “görsün bakalım .” Sonra birden dönerek sordu: “Avans almam gerek,” dedi. “Verir mi dersin?” Ritchi omuz silkti, bir an sustu, sonra, “Ona İspanya’dan geldiğini söyledim; senin Franco’dan pek hoşlanm adığını düşünüyor. Anladın ya? Tabii ben tutup onlara senin… kahram anlık hikâyelerini anlatm adım . Sen de general olduğunu falan söyleme: Ne olur ne olmaz, onun gerçekte ne düşündüğü bilinmez çünkü.” General! Gomez eskim eye yüz tutm uş buruşuk pantolonuna, gömleğine yer yer siyah lekeler halinde yayılmış tere baktı. Acı bir sesle, “Korkma,” dedi, “övünmeye hiç niyetim yok. İspanya’da savaşmış olm anın burada insana neye mal olduğunu öğrendim artık: Altı aydır işsizim.” Ritchi rahatsız olmuştu. Kuru bir sesle, “Amerikalılar savaştan hoşlanmazlar,” diye anlattı. Gomez ceketini kolunun altına almıştı, “Gidelim,” dedi. Ritchi telaşsız hareketlerle gazeteyi katladı, ayağa kalktı. Merdivende sordu: “Karınla oğlun Paris’teler, değil m i?” Gomez heyecanla, “Paris’te olmadıklarım umuyorum,” dedi. “Sarah’nın M ontpellier’ye kapağı atacak kadar zeki olduğunu um uyorum .

” Sonra devam etti: “Haziran başından beri hiç haber alm adım .” “İşi ayarlayabilirsen, onları da buraya getirtebilirsin,” dedi Ritchi. “Evet,” dedi Gomez, “evet, öyle ya. “Bakalım, düşüneceğiz.” Sokak, pencerelerin tutuşan aydınlığı, kararm ış tuğlalarıyla yayvan, çatısız binalar üzerinde güneş. Her kapının önünde beyaz m erm er basam aklar; East River’den yükselen sıcak buğu; kent uyuşm uş gibi, uyukluyor gibi. En küçük, küçücük bir gölge yok: D ünyanın hiçbir sokağında insan kendini böylesine yalnız, böylesine çıplak hissetmezdi. Akkor halindeki binlerce, binlerce bem beyaz iğne gözlerine batıyordu; gözlerini saklam ak için elini kaldırdı, ıslak gömlek sırtına yapıştı. Ürperdi: “Cinayet bu!” “Dün,” dedi Ritchi, “zavallı bir adam önüm e yere yığılıverdi: Güneş çarpm ası tabii. Brrr!” Genç adam yüzünü buruşturdu: “Ölülerden hiç hoşlanm am .” “Öyleyse Avrupa’ya git,” diye düşündü Gomez. Ritchi, “Kırkıncı blokta,” diyordu. “Şuradan bir otobüse atlayalım.” San boyalı bir direğin önünde durdular. Bir genç kadın bekliyordu.

Keyifsiz, profesyonel gözlerle iki erkeğe baktı, sonra sırtını döndü. Ritehi bir okul çocuğu heyecanıyla, “Ne güzel kız,” diye fısıldadı. Gomez kinle, “Ü stünden orospuluk akıyor,” dedi. Bu bakışın karşısında kendini pis, iğrenç, yapış yapış hissetmişti. Kız terli değildi. Ritehi de terli değildi; terlem iyordu, beyaz güzel gömleğiyle temiz, taptaze, pembe pembeydi, ucu kalkık burnu parlam am ıştı bile. Güzel, yakışıklı General Gomez. Yakışıklı General Gomez, uzun kirpiklerin örttüğü baygın, güzel gözlere, yeşil, mavi, siyah, arzu dolu gözlere doğru eğiliyordu; bu boyalı orospu, karşısında, ucuz, hazır elbiseleri içinde terleyen, haftada elli dolara fit olmuş bir zavallı, alelade Akdenizli görm üştü yalnızca. “Adam yerine koyup bakm adı bile!” Ama gene de dolgun, biçimli bacaklara baktı ve birden sırtından ter fışkırdı. “Dört aydır kadın yüzü görmedim.” Eskiden arzu, kam ının içinde hissettiği kuru, yakıcı bir güneşti. Şimdi yakışıklı General Gomez’in yalnızca bakışlarıyla doyan bir sapığa özgü kaçak ve utanç dolu arzuları vardı. Ritehi, “Bir sigara al,” dedi. “Hayır. Boğazım yanıyor.

Soğuk bir şey içmeyi tercih ederim .” “Zamanımız yok,” dedi Ritehi. Sonra acemi bir hareketle Gomez’in omzuna vurarak ekledi: “Gülümsemeye çalış!” “Ne dedin?” “Gülüm sem eye çalış. Ram on bu suratla görürse korkar senden.” Gomez’in bir el hareketini görerek telaşla devam etti: “Sana herife dalkavukluk yap, demiyorum. Yalnızca kapıdan girerken hiçbir anlam ı olmayan, kişiliksiz bir gülüm sem e yapıştırırsın dudaklarına, sonra unutursun gülüm sediğini anladın mı? Üst yanı, sen kendi kendine cam nın istediğini düşünürsün.” “Gülüm serim ,” dedi Gomez. Ritehi gizlemeye çalıştığı bir şaşkınlıkla bakıyordu: “Oğlun için mi dertleniyorsun?” diye sordu. “Hayır.” Ritehi düşünebilm ek için ıstırap verecek bir çabayla beynini zorladı: “Paris için mi?” Gomez hırsla, “Yerin dibine batsın Paris!” dedi. “Um urum da değil.” “Ama, dövüşm eden aldıkları daha iyi oldu, değil m i?” Gomez renksiz bir sesle, “Fransızlar Paris’i savunabilirlerdi,” dedi. “Yok canım! Avuç içi gibi düm düz bir kent…” “Savunabilirlerdi. M adrid iki buçuk yıl dayandı.” Ritchi iç sıkıntısıyla gelişigüzel bir hareket yaptı: “Madrid…” dedi.

Sonra sesini yükselterek: “Hem, ne diye savunsunlar?” dedi. “Bu öyle ahm akça bir şey ki. Herifler Louvre’u, Opera’yı, Notre-Dame’ı yerle bir edeceklerdi. Zarar ne kadar az olursa, o kadar iyi.” Sonra rahat bir gülüm sem eyle Gomez’e baktı: “Hem böyle olunca savaş çabuk biter.” Gomez alayla, “Ona kuşku yok,” dedi. “Bu gidişle üç aya kalmaz Nazi barışı Avrupa’ya egem en olur.” “Barış,” dedi Ritchi, “ne dem okrat olabilir, ne nasyonal sosyalist. Barış, barıştır kardeşim . Sen de bilirsin ki ben H itlercilerden hiç hoşlanmam. Ama ne olursa olsun, Hitlerci de olsalar onlar da insan sonuçta; değil mi? Avrupa’ya el koyduklarını farz edelim, bir ay geçti mi bütün o geçm işteki zorluklar, belalar yeniden baş gösterecek ve sonunda onlar da şaraba su katm ak zorunda kalacaklar. Eğer on paralık akılları varsa bir Avrupa federasyonu içinde her ulusun kendi kendini idare etm esine razı olacaklardır. Bizim Birleşik Devletler cinsinden bir şey.” Yavaş yavaş, dikkatle, özenerek konuşuyordu. Devam etti: “Eğer bu sizin her yirmi yılda bir savaşa kalkışm anıza engel olacaksa, yalnız bu kadarı bile kazanç sayılır Avrupa için.

” Gomez, Ritchi’ye öfkeyle bakıyordu: Genç adam ın griye çalar mavi gözlerinde sonsuz bir iyi niyet vardı. Neşeliydi, insanları, çocukları, kuşları, çağdaş sanatı seviyordu; iki kuruşluk sağduyu ile bütün kavga dövüşlerin, bütün anlaşm azlıkların hallolup gideceğini düşünüyordu. Latin ırkından gelme göçm enlerden pek de hoşlanmıyor, Almanlarla daha rahat anlaşıyordu. “Paris’in işgali, aslında ne ifade eder onun için?” Gomez başını çevirdi ve gazetecinin küçük vitrinindeki renk renk sergiye baktı: Ritchi birden katı, acım ak bilmez bir yabancı olm uştu gözünde. Ritchi, “Siz AvrupalIlar sembollere sımsıkı yapışırsınız hep,” diyordu. “Daha sekiz gün öncesinden Fransa’nın savaşı kaybettiği biliniyordu. Anladık, haklısın: Sen Avrupa’da doğdun, orada yaşadın, anılarını orada bıraktın, şimdi dertlenm en çok doğal. Ama Paris’in işgali! Paris’in işgali seni neden dertlendirsin? Madem kente el sürülmemiştir… Savaş bitince gene gidebiliriz Paris’e.” Gomez birden içinde sıcak sıcak, kocaman bir sevincin kabardığım duydu; “Dertlendiriyor m u?” dedi. “Yok canım! Aksine… Zevk veriyor bana, hem de nasıl! Franco Barcelona’ya girdiği zaman onlar başlarını iki yana sallayarak: Çok yazık, dem işlerdi, ama biri çıkıp bu uğurda küçükparm ağını bile kım ıldatm adı. Eh, işte, şimdi sıra onlarda! Şimdi onlar tadına bakacaklar bu işin.” Kaldırıma doğru hızla yaklaşan otobüsün gürültüsü içinde kaybolan sesini yükselterek deli gibi bağırdı: “Zevk veriyor bana! Zevk veriyor!” Genç kadının arkasından otobüse bindiler. Gomez kadının etekleri içinde kalan bacaklarım görebilmek için iki adım geride kalmıştı. Sonra bindiler ve ayakta durdular. Altın çerçeveli gözlüklü bir adam birden çekilerek uzaklaştı: “Kötü kokuyorum m utlaka,” diye düşündü Gomez.

Önlerinde oturan bir adam gazetesini açmıştı. Gomez adam ın omzu üzerinden uzanarak okudu: “Toscanini elli dört yıldan beri ilk kez konser verdiği Rio’da çılgınca alkışlandı.” Daha altta: “New York’ta prömiyer. Loretta Young’la Ray Milland başrollerini paylaştıkları Doktor Evleniyor adlı komedinin pröm iyerinde bulunm ak için bu sabah New York’a geldiler.” Şurada burada gazeteler peş peşe kanatlarını açıyorlardı: La Guardia Delaware Valisini kabul etti; Loretta Young; Illinois’te korkunç yangın; Ray Milland; Pitts krem ini kullandığım günden beri kocam beni daha çok seviyor; Chrisargil kullanın, Chrisargil halayındaki genç evlilerin kolonyasıdır; pijamalı bir erkek genç karısına gülümsüyor, La Guardia Delaware Valisine gülümsüyor; Buddy Smith: “M aden işçisine pasta yok!” dedi. Okuyorlardı; siyahlı beyazlı kocam an sayfalar onlara kendilerinden, kendi kaygılarından, kendi sevinçlerinden söz ediyordu, onlar Buddy Sm ith’in kim olduğunu biliyorlardı, Gomez bilmiyordu; bir “Paris düştü!”, bir “M ontmartre alevler içinde!” cüm lesinin iri, siyah harflerini gelişigüzel, yere doğru ya da şoförün sırtına doğru çeviriyorlar, kendi haberlerini okuyorlardı. Okuyorlardı ve gazeteler parm aklarının arasında işitilmeyen feryatlarıyla haykırıyordu. Gomez kendini yorgun ve yaşlı hissetti. Paris çok uzaktaydı ve yüz elli milyonluk insan kalabalığı arasında Paris için kaygılanan yalnız oydu, yalnızdı, tek başına; bu yalnızca onu ilgilendiren, kişisel bir küçük kaygıdan başka bir şey değildi, boğazını kavuran susuzluktan biraz daha önemli bir küçük, kişisel kaygı. “Gazeteyi versene,” dedi R itchi’ye. A lm anlar Paris’i işgal ediyor. Güneye yapılan baskı. H avre’m işgali. M ajino hattında çöküş.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir