Jessica Steele – Masum Yalan

Uçuş iyi geçmiş, dev uçak, yolcuları Avustralya’nın sıcak güneşinden Londra’nın serin, puslu havasına getirmişti. Ama hiç değilse, daha birkaç gün öncesine kadar ince ince yağan yağmur şimdi dinmiş görünüyordu. Kasım ayı için yine de iyi bir hava sayılırdı. Oysa Coronet Havayolları hosteslerinden Tiffany Nicholls için havanın yağmurlu ya da güneşli olması hiç fark etmiyordu. Avustralya seferine çıktığı andan itibaren hiçbir şey yüreğine çöken sıkıntıyı söküp atamamıştı. Nick Cowley’yi ne kadar düşünmemeye çalışırsa çalışsın, her baktığı yerde onu görüyordu. Onun hakkında nasıl bu kadar yanılabilmişti? Belki bininci kez, onun kendisine karşı duygularında içten olup olmadığı konusunda nasıl da hiç kuşku duymadığını düşünürken yine o yakışıklı yüz gözlerinin önünde canlandı. Bunun gelip geçici bir ilişki olmadığına, beraberliklerinin karşılıklı anlayış ve güvene, derin bir duygusal bağlılığa dayalı olduğuna inanmıştı. Nick ona, açık açık evlenme önerisinde bulunmamıştı ama Tiffany’ye göre bunun ille de sözcüklerle ifade edilmesi gerekmezdi. İlişkilerinin doğal bir sonucu olarak düşlemişti evliliği hep. Belki de yalnızca kendisi böyle düşünmüştü. Acıyla dudaklarını ısırdı. Düşünceleri öylesine uzaklara dalmıştı ki, birden uçağın pilotunun hemen arkasında olduğunu fark etmek ve adamın kaba ve sert sesini duymak onu neredeyse yerinden sıçratacaktı. <> Tiffany birden kendine geldi ve pilot kabinin kapısında durduğunu fark etti. Son yolcu da çoktan uçaktan inmişti.


Aslında Kaptan Maxwell’in geçebileceği kadar yer vardı. Ama genç adamın Tiffany’nin üzerinde dolaşan bakışları, genç kızı çok çekici bulan bir sürü erkeğin tersine, ondan hiç hoşlanmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Tiffany telaşla yana çekildi. Kendisi de bu adamdan hiç hoşlanmazdı, ama ne olursa olsun Kaptan Maxwell’in, genç kıza karşı duyduğu soğukluğu bu kadar açık bir biçimde belli etmesi gerekmezdi! <> Ben Maxwell, önünden geçmiş ama ne düşündüyse durup ona dönmüştü. Soyadıyla hitap etmesi, söylyeceği şeyin hiç hoş olmadığını gösteriyordu ama Tiffany hafifçe pembeleşmiş yanaklarıyla, yüzüne donuk bir ifade vermeye çalışarak adamın gri gözlerine baktı. <<Aşk yaşamındaki sorunlarla başa çıkmayı öğren.>> Bu sözleri duyar duymaz, Tiffany’nin zaten pembeleşmiş olan yanakları bu kez kıpkırmızı oldu. <<Nerden…>> Sözün sonunu getiremedi, çünkü Ben Maxwell başına gelenleri elbet de bilemezdi. Söyledikleri olsa olsa, keskin bir sezgi gücünün ürünü olabilirdi. <> diye onun yarım kalan sözünü tamamladı Ben Maxwell. <> billur 26.09.2006 16:00 Tiffany gördüğü hosteslik eğitimini, yetiştiriliş biçimini, hepsini unutarak ağzına geleni söylemek için derin bir soluk aldı ama adam hızla yürümüş, açık kapıdan çıkıp merdivenleri yarılamıştı bile. Ondan nefret ediyordu! Hem de hiç kimseden etmediği kadar! Ne sanıyordu kendini bu adam? Havayollarının en iyi pilotlarından biri olmak, dilediği zaman kabalaşma hakkını nasıl verirdi ona? ‘Dilerim sizin aşk yaşamınızda felaketle sonuçlanır, sayın Kaptan Benedict Maxwell’ diye geçirdi içinden, burnundan soluyarak. Ama ne yazık ki, bu dileğinin gerçekleşmeyeceğini de biliyordu.

Adamın aşk yaşamını da şu kocaman karmaşık uçakları yönettiği gibi soğukkanlılık ve ustalıkla yönlendirdiğine emindi. Çünkü duygulardan yoksun kaya gibi sert ve buz gibi soğuk biriydi Ben Maxwell. Dramatik gösteriler ha? Eğer gerçekten ikide bir gözleri dolsa, burnunu çekse, ya da herhangi bir biçimde işini aksatsa bu sözleri biraz olsun hoş karşılayabilirdi. Ama Tiffany görevlerini her zaman eksiksiz yerine getirmiş, aldığı eğitime uygun bir biçimde yolculara sürekli güler yüz göstermiş, saygılı ve nazik davranmıştı. Tiffany öfkeyle yumruklarını sıktı. Tam o sırada hostes arkadaşı Pati Marshall yanına gelmişti. <> diye sorarak mutfağa bir göz attı. <<Tanrım, öyle yorgunum ki!…>> Tiffany de, her şeyin yerli yerinde ve düzenli olup olmadığına son bir kez baktıktan sonra arkadaşına döndü. <> <<Değişiklik mi?>> Pati şaşırmış gibi gözlerini açtı. <<Yo, hayır. Sanmıyorum. Biraz sessizdin ama sen hiçbir zaman gürültücü olmadın ki. Neden soruyorsun?>> <<Şey, hiç.>> Tiffany, arkadaşının güvenilir bir dost olduğunu bilmesine rağmen yine de Ben Maxwell’le aralarında geçen konuşmayı anlatmak istemedi. <<Yalnızca Ben Maxwell’in söylediği bir şey kafamı karıştırdı o kadar.

>> <<Haa!…>> Patti’nin zeki gözleri parladı, yüzüne kurnaz bir gülümseme yayıldı. <<Eğer sende gerçekten bir değişiklik varsa bizim Maxwell’in keskin gözünden kaçmaz.>> Sonra birden durup düşündü <<Hey, gerçekten bir şeyin yok ya? Yoksa bir şey mi oldu?>> Patti’nin her zaman neşeli, hayat dolu yüzü bu kez kaygılıydı. <<Yo, hayır…>> diye söze başlamıştı ki, Patti’nin olan biteni kendisinden öğrenmesinin doğru olacağını anlayıp sustu. Derin bir soluk alıp devam edebildi. <<Ni… Nick’le ayrıldık.>> İşte bütün bir hafta boyunca gizlemeyi başarabildiği gerçek en sonunda açığa çıkmıştı. << Tiffany! İnan çok üzüldüm.>> Pati sevecen gözlerle arkadaşına baktı. Onun Nick Cowley’ye nasıl sırılsıklam aşık olduğunu biliyordu. Aslında Nick’in, Tiffany’ye göre biri olmadığını çok önceden anlamıştı ama yine de arkadaşının hayal kırıklığına üzülmemesi elinde değildi. Birden aklına bir şey gelmiş olmalı ki, düşünceli gözlerle ona baktı. <<Ayrılmanız…şey, benim söylediklerim neden olmadı değil mi?>> <> dedi Tiffany, aceleyle. Ama konuşmalarını daha fazla sürdüremediler, çünkü alanın yer görevlileri, son işlemleri tamamlamak için uçağa girmeye başlamışlardı bile. Tiffany, arkadaşıyla başka bir şey konuşamadan personele ayrılan park yerinin yolunu tuttu.

Patti’ye, Nick’le ayrılmalarına onun uyarısının neden olmadığını söylemişti ama bu tam anlamıyla doğru değildi. Eğer Pati, Tiffany’nin Nick’le birlikte baş başa bir hafta sonu geçireceğini öğrendiğinde, <<Aklını başına topla, hayatım.>> dememiş olsaydı, Tiffany bir süre daha kendini aldatmaya devam edecekti herhalde. Nick, ailesinin Galler’deki küçük sayfiye evinde baş başa bir tatil geçirmelerinin ne kadar güzel olacağını söylerken, bu önerisine öyle romantik, öyle masum bir hava vermişti ki, Tiffany üç gün boyunca yalnız kalmanın güzelliğine kaptırıvermişti kendini. Bu haberi yakın bir arkadaşıyla paylaşmak için sabırsızlanıyordu. Bu kişi de, Patti’den başkası olmazdı tabii. Ama arkadaşının <<Aklını başına topla, hayatım.>> sözleri, bu hafta sonu önerisinin ardındaki amaçtan ilk kez kuşkulanmasına yol açmıştı. <<Oh, Pati! İnan bana düşündüğün gibi değil.>> diye hem arkadaşını, hem de kendini rahatlatmaya çalışmıştı ilk önce. Ama Pati, pek tatmin olmuşa benzemiyordu. Ciddileşip, << Tiffany, bazen ne kadar da saf oluyorsun.>> demişti, içini çekerek. <> diye direttiğini hatırlıyordu Tiffany. <<Nick…>> Pati onun sözünü kesmişti.

<> Tiffany, Nick’e böyle bir şey soramazdı. Belki Pati onun saf olduğunu düşünüyordu ama o kendisini öyle görmüyordu. Elbette birçok kızın sevgilisiyle birlikte tatile çıkıp karı koca hayatı yaşadığını biliyordu, ama bir süredir çıktığı Nick onun böyle bir ilişkiye girmeyeceğini anlamıştı. Gerçi Nick’in kollarında olmak, onun tarafından öpülmek genç kıza benzersiz, tatlı bir heyecan yaşatıyor ama sevişmeleri belirli bir noktaya gelince, içindeki garip bir dürtü, daha ileri gitmelerine izin vermesini engelliyordu. Nick önceleri çok şaşırmıştı ama onu hiçbir şekilde ikna edemeyeceğini anlayınca her şeyi olduğu gibi kabul etmeye razı olmuştu…ya da Tiffany öyle sanıyordu. Sonuçta geçirecekleri hafta sonunun, aralarındaki duygusal bağları derinleştirip güçlendirecek romantik bir tatilden ibaret olduğuna inanmasına rağmen, cesaretini toplayıp içindeki kuşkuyu Nick’e açmaya karar verdi. Böyle bir şeyi sorduğunda onun yalnız güleceğini ve yersiz kuşkularını silmeye çalışacağını ummuştu, ama öyle olmadı. Nick kulaklarına inanamamıştı. <> demişti, yanlış duymadığından emin olmak ister gibi. <<Tanrı aşkına aklını başına topla! Herhalde o hafta sonunun bir okul gezisi olacağını ummuyordun.>> Sonra Tiffany’nin sarardığını görünce, onun da yüzü karışmıştı. <> Nick onu kollarının arasına almaya çalışmış ama Tiffany silkinerek ondan uzaklaşmıştı. Düşünmeye ihtiyacı vardı. En kötüsü, hala onunla gitmeyi istemesi, onun kolları arasında olmayı düşündükçe içini tatlı bir heyecanın sarmasıydı. Ama Nick’in her şeyi bu kadar hafife almasını da kabul edemiyordu bir türlü.

Kendisini hiç mi tanıyamamıştı? Böyle bir ilişkiye girmeden önce duygusal olarak buna hazırlanması gerektiğini, aralarındaki duygusal bağların derinleşip güçlenmesine ihtiyacı olduğunu anlayamamış mıydı? Eğer bunu anlayamamışsa, kendisini gerçekten tanımıyor demekti. Tiffany o hafta sonunun kendilerine, arkadaş kalabalığı içinde bir türlü fırsatını bulamadıkları önemli bir imkanı sağlayacağını düşünmüştü. Birbirlerini daha iyi tanıyacak, kişiliklerinin derinliklerini keşfedecek ve insan olarak birbirlerine yaklaşma imkanı elde edeceklerdi. Oysa artık bunun böyle olmadığını anlıyordu. Kendisini sevdiğini defalarca söylemesine rağmen, artık Nick’in kimseyi sevemeyecek kadar bencil olduğu gerçeğini kavramıştı. Birden her şey gözlerinin önüne apaçık serildi. Nick yaşamının ayrılmaz bir parçasıyken, o kendisi olmadan da pekala yaşayabilirdi. <<Üzgünüm Nick. Ama seninle gelemem.>> <<Saçmalama sevgilim. Bu gayet doğal bir şey. Sevgililer sık sık baş başa kalabilecekleri bir yerlere giderler.>> Tiffany inanmayan gözlerle ona baktı. Oysa kendisi, onların diğer çiftlerden başka olduklarına inanmıştı başından beri. Nick, onun ifadesiz yüzüne bakmış ve ikna edemeyeceğini anlayınca biçimli dudaklarından az önceki gülümseme silinivermişti.

Şimdi ona kaba bir sabırsızlıkla bakıyordu. <<Ömrün boyunca bakire kalacak değilsin ya!>> Bu sözler, bir türlü inanmak istemediği kuşkularını doğruluyordu. Öfkeden tepesi atmalı, yüzüne tokatı patlatmalı, hiç değilse sözcüklerle onu yaralamalıydı. Ama hiçbirini yapmadı. Yalnızca ani bir mide bulantısıyla ona baktı ve arkasını dönüp uzaklaştı. Çocukken annesiyle babasının hiç bitmeyen kavgaları sırasında bu sık sık başına gelirdi. Çok duygusal bir çocuk olduğundan aile sorunları hep midesine vururdu onun. Ne zaman kavga etseler, Tiffany derinden etkilenir, hemen midesi bulanmaya başlar ve ne yediyse çıkarırdı. Ama annesiyle babası ayrıldıktan ve kendisi de teyzesiyle yaşamaya başladıktan sonra bu hastalıktan kurtulduğunu sanmıştı. O gün eve koşup kendini banyoya zor atmış, bütün midesindekileri çıkartmıştı. Banyodan çıktıktan sonra yatağına uzanmış, Nick’in yüzünü söylediklerini, onunla olan tüm geçmişini unutmaya çalışmıştı. O hafta sonu hosteslerden bir kaçı hastalandığından Tiffany’yi göreve çağırmışlar ve işte Ben Maxwell’le böylece Avustralya seferine çıkmıştı. Ta başından beri o adamla yıldızları barışmamıştı. Kendini çok kötü hissettiği bir zamanda o adamla çalışmak zorunda kalması da Tiffany’nin şanssızlığıydı. Neyse ki apartmanına gelmişti.

Arabasını park edip, kendini küçük dairesine attı. İlk işi, üzerindeki havayollarının lacivert döpiyesini çıkarmak ve banyo musluklarını açmak oldu. En az bir on dakika kadar sıcak suyun içinde yatmadan kendine gelemeyecekti. Ama daha suyu yeni açmıştı ki, telefon çaldı. İlk aklına gelen Nick oldu. Oysa arayan teyzesi Margery’ydi. <<Güzel kızım beni aramadın.>> diye sitem etmek oldu ilk işi kadının. Tiffany onu çok severdi, tam eve daha yeni girdiğini açıklayacaktı ki, kadın ona konuşma fırsatı bırakmadan devam etti. <> Tiffany buz kesildi. Teyzesine, bir süreden beri biriyle çıktığını ve ilişkilerinin ciddi olduğunu söylediğini unutmuştu! Üstelik bunu ona anlattı sıralarda, Nick’in niyetinin evlilik olduğunu sanıyordu. Yaşamını, Tiffany’yi büyütmeye, mutlu bir genç kız olarak yetiştirmeye adamış olan bu iyi yürekli kadına, her şeyin bittiğini söyleyecek gücü bulamadı birden. Zar zor Nick’in iyi olduğunu söyleyebildi. Kadıncağız aldığı cevaptan memnun sorularını sürdürüyordu. <> Sesi yeğenine duyduğu sevgi ve merakla doluydu.

Teyzesinin sorusu bir süre kulaklarında uğuldadı. Kafasının yarısı hala açık olan musluklardaydı. Hemen gidip kapatmazsa alt katı sular basacaktı. Birden o kargaşalıkta, teyzesinin sorusunu <> diye cevaplandırdığını dehşet içerisinde fark etti. Cevabını geri almak için ağzını açmıştı ki, teyzesi ondan daha hızlı davrandı ve Tiffany’nin kulaklarında kadıncağızın sevinç çığlığı çınladı. <> Tiffany panikten taş kesilmişti sanki. Teyzesinin cıvıl cıvıl sesi kulaklarında yankılanırken, Nick’le aralarında her şeyin bittiğini anlatacak sözcükler ağzından çıkamıyordu bir türlü. Teyzesi yeğeninin yirmi dört yaşına gelmesine rağmen hala evlenmemesini hep annesiyle babasının ona kötü örnek olmasına ve çocukluğunun çok kötü bir aile ortamında geçmesine bağlardı. Şimdi ise besbelli, çocukluk anılarının onun üzerinde kalıcı bir iz bırakmadığına en sonunda inandığından, deliler gibi seviniyordu kadıncağız. <> diye sözlerini sürdürdü teyzesi. <> Tiffany kafasını güçlükle çalıştırabildi ve teyzesinin, evleneceğini söylediği adamın adını sorduğunu ancak kavrayabildi. <<Ben… şey, teyzeciğim benim gitmem gerek, banyonun sularını açık bırakmıştım…>> Evet, bu yaptığı yüreksizlikti, biliyordu, ama bu konuşmayı daha fazla sürdüremeyecekti. <<Anlıyorum şekerim, müstakbel kocan için güzelleşmen gerek… Söylesene o da sizin meslekten mi?>> <<E…evet.>> Aman tanrım! Her şeye evet diyordu! Oysa ona dürüstçe gerçeği söyleyebilmeyi ne kadar da isterdi. Neden teyzesini üzecek bir şey söylemekten bu kadar korkuyordu, neden onu kırmamak için bu kadar yüreksiz davranıyordu? Bütün söyleyeceği topu topu iki sözcüktü ‘Onunla ayrıldık’ O kadar! <> diye tatlılıkla üsteledi teyzesi.

Adı mı? Tiffany panik içinde, hala teyzesini aldatmayı sürdürdüğünün bilincine varamayarak, bir ad arıyordu. Ama aklına Nick Cowley’ninkinden başka ad gelmiyordu. O olmasında ne ad olursa olsun! <> Teyzesi neşeyle ona iyi banyolar diledikten sonra telefonu kapatmıştı. Tiffany boş gözlerle elindeki ahizeye bakıyordu. Birden dehşete kapıldı. Ona ‘Ben Maxwell’ dememişti, değil mi? Hayır, böyle bir şey söylemiş olamazdı, söyleyemezdi! Aman Tanrım! Kendisini görmeye bile tahammül edemeyen, onu aşk yaşamını bile idare etmekten aciz biri olarak gören kendini beğenmiş Ben Maxwell! Bir sonraki uçuştan önce Tiffany’nin üç günlük tatili vardı. Bu üç gün içinde teyzesine telefon edip işin doğrusunu anlatabilirdi. Anlatmak istedi de… Kaç kez eli telefona gitti, hatta bir keresinde numarayı çevirdi bile, ama sonra yürek çarpıntılarıyla ahizeyi yerine bıraktı. Birkaç kez de yazmayı denedi. Tatilinin son gününe geldiğinde her şeyi teyzesiyle yüz yüze konuşmaya karar vermişti. Ancak Middledeane’e gidip gelecek vakti kalmamıştı. Ama ilk fırsatta, ilk izin gününde oraya gidecek teyzesiyle karşılıklı konuşacaktı. Margery teyze dünya tatlısı bir kadındı ama Tiffany’nin evlilik sorununu kafasına takmıştı bir kez. Bu neredeyse bir saplantı halini almıştı onda. Tiffany teyzesinin bunu bir saplantı haline getirdiğini ilk kez daha on sekiz yaşındayken, yaşıtı olan bir gençle danstan döndüğünde, onun her zamankinin tersine on buçukta yatmayıp kendisini bekler bulduğunda anlamıştı.

Kadıncağızın ilk sorusu erkek arkadaşını neden bir kahve içmeye eve davet etmediği olmuştu. Tiffany gülerek onunla daha ilk kez çıktığını, bir daha da onu görüp görmeyeceğini bilmediğini söyleyince, teyzesinin gözleri iri iri açılmış, <<Yavrucuğum, ona kendisini bir daha görmek istemediğini söylemiş olmayasın sakın?>> demişti. Sonra da Tiffany’nin cevap vermesine fırsat kalmadan makineli tüfek gibi, bütün evliliklerin anne ve babasınınki gibi olmadığını, çok iyi anlaşan çiftlerin de bulunduğunu, evlilikten korkmaması gerektiğini anlatmaya koyulmuştu. Tiffany şaşkın bakakalmış, teyzesinin korkularını anlayışla karşılamaya çalışmıştı. Ama bu kaygılar tümüyle yersizdi. Tiffany’nin evliliğe karşı herhangi bir önyargısı yoktu; yalnızca salt evlenmiş olmak için böyle bir işe kalkışmaktan yana değildi. Ancak teyzesini hiçbir zaman kırmak istemediği için onunla uzun tartışmalara girmemiş, görünüşe göre de bu nedenle onu ikna etmeyi pek başaramamıştı. Tiffany, siyah saçlı, pembe beyaz, pürüzsüz teni, kahve rengi gözleriyle güzel bir kızdı, ama ancak gerçekten aşık olduğu insanla evlenebilirdi, herhangi biriyle değil. Yirmi bir yaşında Coronet Havayolları’nda hostes olarak çalışmaya başladı. Teyzesi ve Middledeane’den ayrılmak üzücüydü ama işini de çok seviyordu. İş arkadaşları tarafından seviliyor ve sayılıyordu. Yalnızca şu Ben Maxwell’le yıldızları bir türlü barışmamıştı. İlk altı ay üç hostes arkadaşıyla birlikte bir apartman k

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir