Jessica Steele – Nefret Ruzgari

Willow günü ilk ışıklarıyla gözlerini açtığında, geceki yağmurun yerini hafif bir sisin aldığını gördü.Her sabah erkenden çıktığı koşudan vazgeçmek için yeterince iyi bir neden bulmuştu demekti. Hava koşulları elverişsizdi ve aklı başında hiç kimse o saatte kalkıp koşuya çıkmazdı. Üstelik, nugün genç kızın yıllık izninin ilk günüydü. Ama Willow tatil için hiçbir yere gidecek değildi. Maddi koşulları şu anda böyle bir lüks için son derece uygunsuz durumdaydı. Willow, parasal sorunlarıyla ilgili düşünceleri bir yana iterek gözlerini kapattı ve biraz daha uyumak amacıyla yorganın altında iyice kıvrıldı. Ama vicdanı rahat etmemişti. Yirmi bir yaşında ve daha bir ay önce sosyal hayatını hareketlendirme konusunda karar alan bir insan, güne böyle başlamamalıydı. On dakika sonra, pembe eşofmanını giymiş, küçük evinin kapısından çıkıyordu. Hafif adımlarla sokak boyunca koşmaya başlarken, kendini gittikçe daha zinde hissettiğini fark etti. Henüz günün başlamadığı, perdeleri kapalı evlerin önünden geçerken koşmaya karar verdiğine seviniyordu. Mrs. Gemmill öldükten beri çok yalnız kalmıştı ve spor yapmak onu biraz olsun rahatlatıyordu. Mrs.


Gemmill’in vefatı genç kızı çok sarsmıştı ama neticede hayat devam ediyordu ve ilk anların boalamasından sonra alışmaya başlamıştı. Yaşlı kadın bir ev sahibinden çok, anne gibi olduğu için Willow onu daha da çok özlüyordu. , sevinmesi mümkün olabilir miydi? Düşüncelerinden kaçmak ister gibi, medığı zamanı hatırlamıştı. O sıralar Mrs. Gemmill’in sağlığı yerindeydi ve Willow da sekreterlik okulundan yeni mezun olmuş, Laffard Porselen’de çalışmaya başlamıştı. Annesi ve babası uzun yıllar önce boşanmışlardı ve genç kız o zamana kadar annesiyle oturmuştu. Daphne Cavendish çekici bir kadındı ve ara sıra erkek arkadaşlarıyla çıktığı olurdu. Ama bir gün, Hong Kong’daki görevinden izinli gelmiş olan Bruce Humpreys adlı biriyle tanışmış ve her şey ondan sonra değişmişti. Annesi birden bire küçük bir kız gibi heyecanlı bir aşk yaşamaya başlamış ve Willow onunda Bruce’la birlikte Hong Kong’a gitmek istediğini tahmin etmişti. Zaten bir süredir Bruce da bu konuda ısrar ediyordu. Beni rs. Gemmill’le mi bırakıyorsun?” Willow aynı anda birkaç duyguya birden kapılmıştı. “Neden bu evde kalmayayım? Genç kız annesinin yeni hayatında ona yer olmadığını anlayınca birdenbire kendini yapayalnız hissetmişti. Mrs. Gemmill’le oturmak, on yedi yaşında bir genç kız için çok sıkıcı bir fikirdi.

<< Söyledim ya, bu evin kontratını yenilemek istemiyorum>> dedi Daphne. << Hem, senin tek başına yaşaman hiç de iyi bir fikir değil.>> <> Willow, bir yandan da annesini onu tamamen terk ettiğini düşünerek avunmaya çalışıyordu. Neticede Daphne, kızının emniyetini düşünerek hareket ediyordu. <<Üstelik,>> diye devam etti annesi. >> On yedi yaşında bir kızla hiç kimse kontrat yapmayacağı gibi, kazandığın parayla böyle bir evin kirasını vermende olanaksız.>> İşte burası doğruydu. Willow işe daha yeni başladığı ve tamamen tecrübesiz olduğu için maaşı çok düşüktü. Ama Willow son derece bağımsz ruhlu ve natçı bir kızdı. Hemen ertesi gün emlak komisyoncularını arayıp bütçesine uygun bir yer olup olmadığını sormuştu. Çalışıp kendi kendine yeten bir kız olmak hayalinin bir anda uçup gittiğini görmek, genç kıza ağır gelmişti. En küçük dairenin bile kirası, Willow’un maaşının iki katıydı. Sonuçta Daphne, Bruce Humpreys’le evlenip Hong Kong’a gitmiş ve Willow da kaderine razı olarak Mrs. Gemmill’in yanına taşınmıştı. Önceler, maaşına zam gelir gelmez hemen kendine bir daire tutup gitmeyi düşünüyordu.

Ama sonra, ilerlemiş yaşına rağmen son derece zeki ve aktif olan yaşlı kadını daha iyi tanıdıkça, bu fikirden vaz geçmişti. Kısa sürede aralarındaki yaş farkını unutmuşlar, güzel bir dostluk kurmuşlardı. Öyle ki maaşına iki kez zam gelmesine rağmen Willow taşınmayı aklından bile geçirmemişti.Mrs. Gemmill’in sağlığı bozulmaya başlayıp da eskisi gibi yürüyüşlere çıkamaz olduğunda, Willow elden düşme bir araba almış ve ikisi birlikte bir çok kez gezmeye gitmişlerdi. Willow köy parkına vardığında, bu günkü maddi sıkıntılarına da arabanın neen olduğunu düşünmekten kendini alamadı. Geçen Cuma günü genç kız tam tatile çıkmayı planlarken arabası aniden bozuluvermişti. Alsında Willow ‘un tatile gerçekten çok ihtiyacı vardı. Mrs. Gemmill’i çok sevdiği için yaşlı kadının hastalığı onu da yıpratmıştı. Uykusuz geçen geceler, sabah uyandığında onun neyin bekleyeceğini bilememek genç kızdan çok şey alıp götürmüştü. Willow, korkularının gerçek olduğu o günü asla unutmayacaktı. Mrs. Gemmill sessizce uykusunda ölmüş ve genç kız sabah uyandığında onu öylece bulmuştu. Daha önce hiç ortada görünmeyen ve Willow’un hiç tanımadığı bir yığın akraba eve bir anda doluşmuş, daha yaşlı kadının cesedi soğumadan miras kavgasına tutuşmuşlardı.

Willow, onlardan duyduğu tiksintiyi ve o insanlardan bir an önce uzaklaşmak için verdiği taşın ma kararını çok iyi hatırlıyordu. Emlak komisyoncusunun bulduğu küçük evi önceleri pek istemediği halde gidip görmeye de böylece karar vermişti. Ev, iş yerine biraz uzak olduğu için tereddüt etmiş, ama çaresiz olduğu için anahtarı alıp görmeye gitmişti. Bir kez gördükten sonra da, o evden başka hiçbir yerde oturmak istemediğine karar vermişti. Taşınmak genç kızın tüm biriktirdiği paraları alıp götürmüştü. Alınması zorunlu olan mobilyaların dışında, gereken bir yığın ufak tefek, hiç hesapta olmayan masraflar yaratmıştı. Yine de Willow hevesle beklediği tatil için bir miktar para ayırmayı ihmal etmemişti. İşte o para, şimdi arabasının tamirine gidiyordu. Wiloow bu beklenmedik sorunu düşünerek köy parkının diğer ucuna kadar koşmuştu. Parkın çevresinde bir tur daha atıp eve dönmeye karar verdi. Terli giysilerinden sıyrılıp ılık bir duş almak gerçekten de çok iyi gelecekti. Stanton Verney köyüne taşınalı henüz bir ay olmasına rağmen, köy halkının yeşillikleri koruma konusunda çok hassas olduğunu fark etmişti. Bu yüzden tek bir otu bile ezmemek için yeşilliğin çevresindeki toprak alanda koşmaya dikkat ediyordu. Genç kız, arabası bozulduğunda ne denli hayal kırıklığına uğradığını hatırlayarak koşmaya devam ederken, birden bire olduğu yere çakılıp kaldı. Birisi, herhalde Stanton Verney köyüne ilk kez gelen ve çok da saygısız birisi, arabasını tam parkın ortasına çekmişti.

Willow, köy halkı uyanmadan o arabanın oradan çekilmesinin acilen şart olduğunu düşünerek o yana yöneldi. Zavallı yabancı, daha gelir gelmez düşmanca davranışlara hedef olmamalıydı. Durum, sandığından daha kötüydü! Willow arabaya yaklaştığında, tekerleklerin otları iyice ezdiğini açıkça görmüştü. Birilerinin başı fena halde derde girecekti. Willow’un gözleri, otların üzerindeki tekerlek izlerinden sürücü koltuğuna kaydı. Bir anda irkilerek duraklamıştı. Direksiyonun üzerine yığılmış bir erkek vücudu görmüştü. Willow, gözlerini o hareketsiz vücuttan ayırmadan yavaşça şoför mahalline yöneldi ve pencereden içeri eğilip baktı. Sarışın genç adamın hiç kıpırdamadığını görünce aklına çok kötü olasılıklar gelmişti, ama kendine hakim olmaya çalışıyordu. Görebildiği kadarıyla ciddi bir kaza olmamıştı, ama adamın nefes aldığına dair de hiçbir belirti yoktu. Willow, onun intihar etmek için bu sakin köy parkını seçmiş olabileceğinden şüphelenmeye başlamıştı. Willow korkularının gerçek olmamasını dileyerek elini kaldırdı ve cama hızlıca vurdu. Yine bir cevap alamayınca, arabanın kapısını açmaktan başka çare kalmadı. Kapı koluna uzanırken, genç adamın ayaklarının dibine düşmeyeceğini umuyordu. Kapıyı açarken, aynı anda birkaç şeye birden dikkat etti.

Birincisi, genç adamın kolunda hafif bir kıpırtı olmuştu. İkincisi… şoför koltuğunun yanındaki koltukta boş bir viski şişesi duruyordu. Bir sarhoş! Genç adam sarhoştu! Ölmemişti, ama sarhoş olması da en az o kadar kötüydü! Willow birden bire fırlayarak bir adım geriledi. Genç adam intihar yada doğal nedenler sonucu ölmüş olduğu takdirde gereken yerlere haber vermeye hazırlanmıştı. Hasta olduğu takdirde de elinden gelen yardımı yapardı. Ama genç adam diğer kolunu da kıpırdatmaya başlamıştı. Anlaşılan artık ayalaıyordu. Willow, onun kendi başının çaresine bakabileceğine karar verdi ve dönüp tekrar koşmaya başladı. Parkın çevresindeki turu yarıladığında, yine durakladı. Evet, genç adam kendi kendine ayılabilirdi, ama bunun ne kadar süreceğini Tanrı bilirdi. Kör sakinleri birazdan uyanmaya başlarlardı… Belki de daha şimdiden birkaç kişi sabah yürüyüşü için parka çıkmaya hazırlanıyordu. Wilow’un hayal gücü tekrar çalışmaya başlamıştı. Sarhoşun arabasının otların üzerinde yaptığı hasarı hatırlayınca yüzünü buruşturdu. Yere bir şeker kağıdı bile düşse olay yaratan köy korucusu, herhalde genç adamı bu tahribat yüzünden hapse atardı. Wiloow parkın çevresinde attığı turu bitirdi ve her zamankinin aksine bugün ikinci bir tur atmaya karar verdi.

Ayakları yorulduğu halde ayakları galip gelmişti. Bu ilginç durumu geride bırakıp sakince evine gitmesi olanaksızdı. Bir yandan koşarken bir yandan da genç adamı karısıyla kavga edip sarhoş olmuş bir yeni evli olarak hayal ediyordu. Kibrit çakılsa alev alacak denli alkol yüklü bu adam, belki de çok tatlı küçük bir çocuğun babasıydı… Willow dönüp plaka numarasına baktığında, arabanın henüz bir yıllık bile olmadığını gördü. Demek ki, genç adamın geliri yüksek sayılabilecek bir düzeydeydi. Willow kendi arabasını tamir ettirirken yeni fiyatlar konusunda da epey bilgi sahibi olmuştu. Genç adamın hala direksiyon başında doğrulamadığını görünce ikinci turun yanında yine arabanın yanına yönelip durdu. Ne yapacağını, hatta bir şey yapması gerekip gerekmediğini bilemeyerek kararsızca duruyordu. Sonra bir anda, arabası bozulduğu gün ona yardım eden iki genç çocuğu hatırladı. Onları hiç tanımadığı halde, yardımına koşacak birileri çıktığı için çok sevinmişti. Öyleyse, bu genç adam da Willow’un yardımına muhtaç olabilirdi.Zaten durum da bunu gösteriyordu. Çünkü genç adam hiç de kendi başının çaresine bakabilecek halde değildi. Willow, alkolik bile olsa, yardıma ihtiyacı olan birine sırtını dönemezdi. Çabucak ilerleyip fikrini değiştirmeden kapının koluna uzandı.

Sanki o ana kadar kaybettiği zamanı telafi etmek istercesine acele ediyordu. Alkol kokusu genç kızı neredeyse boğuyordu. Willow arabayı dolduran bu ağır havanın etkisiyle bir adım geriledi, sonra uzanıp genç adamın kolunu yakaladı ve hızla sarstı. Tüm gücünü kullanmasına karşın, hiçbir tepki alamamıştı. Genç adam gerçektende ölü gibiydi. Ama, canlı olduğu şüphesizdi çünkü horluyordu! Willow’un endişesi gittikçe artıyordu. Parka yürüyüş yapmaya kimse olmaması için dua ederken bir yandan da genç adamı sarsmaya devam etti. Bu durumda yakalanmak, her ikisi için de iyi olmazdı. Sonra, bir anda ne yapacağına karar verdi. Genç adamı güçlükle şoför mahallinin yanındaki koltuğa kaydırırken kendiside direksiyonun arkasına geçmeye çalışıyordu. Dişlerini sıkarak tüm gücüyle geniş omuzları iterken, Cuma günü kendisine yapılan yardımın karşılığını böylece verdiğini düşünüyordu. Genç adam nihayet vites kutusunun diğer yanına kaydığında, Willow yorgunlukla derin bir nefes aldı ve çabucak şoför koltuğuna oturarak kapıyı kapattı. Neyse ki motor sağlamdı ve arabada çamura genç kızın korktuğu kadar derin batmamıştı. Willow son derece dikkatli davranarak arabayı geri vitese aldı ve çimenlere daha fazla zarar vermemeye çalışarak yola çıktı. Asfalt zemine çıkar çıkmaz gaza basmış, zaman kaybetmeden suç alanından uzaklaşmak için acele ediyordu.

Genç adamı götürebileceği tek yer, kendi eviydi. Böylece, arabayı da garaja gizlemek olanağı doğardı. Belki de arabasının bozulmuş olması kaderin bir cilvesiydi. Willow arabayı evin önüne çektiğinde, önce davetsiz konuğunu içeri sokmaya karar verdi. Arabayı daha sonra da garaja alabilirdi. Genç adam yolda hafifçe ayıldığı için, onu içeri taşımak zorunu yoktu. Bulanık bakışlarla çevresine bakınan ‘konuk’, nerede olduğunu anlamaya çalışır gibiydi. Henüz konuşacak halde olmamasına rağmen, Willow’un bakışlarındaki mesajı anlamış, arabadan inip eve yönelmişti. Willow sallanarak yürüyen konuğunun ardından yetişip kapıyı açtı ve onu salondaki kanepeye yöneltip başının arkasına bir de yastık yerleştirdikten sonra tekrar dışarı çıktı. Arabayı bir an önce garaja sokmak için sabırsızlanıyordu. Salona döndüğünde genç adam yine sızmıştı. Willow, onu yalnız bırakmasında bir sakınca olmayacağını düşünerek çabucak üst kata koştu. Duşunu alıp çabucak kuruladıktan sonra tekrara aşağı indiğinde, konuğunun da ayılmış olduğunu gördü. Genç adam doğrulup oturmuş, kan çanağı gibi gözlerle çevresine bakınıyordu. Genç kızı görünce soran bakışlarını ona yöneltti.

<< Stanton Verney’de bir evdesin,>> dedi Willow. Genç adamın konuşacak gücü olmamasına karşın, gözlerindeki soru çok açıktı. << Ve ölümden daha kötü bir olaydan kıl payı kurtulmuş bulunuyorsun.>> <> Genç adam, bu soruya anlamsız bakışlarla anlam verince, Willow devam etmeye karar verdi. << Adım, Willow Cavendish. Şimdi biraz kahve içsen iyi olur.>> Konuşurken, mutfağa yönelmişti. Tam mutfağa girerken, genç adam boğuk, bir ssle arkasından seslendi. <<Bir… aspirin… var mı?>> Willow bir bardağa su doldur ve iki aspirinle birlikte genç adama götürdü. Bardağa uzanan biçimli elin titremesini görmezden gelerek mutfağa döndü ve kahveyi ocağın üstüne koydu. Bu adama iyi gelecek tek şey, şekersiz, koyu bir fincan kahveydi. Genç kız kendiside bir fincan içmeye karar vererek ikinci fincanı da dolaptan indirdi. Evin bir çok ihtiyacı arasında iyi bir buzdolabı da vardı. Arabasının tamirini atlattıktan sonra sıra eve birkaç temel eşyayı almaya gelecekti. Willow, bu gidişle daha birkaç yıl tatile çıkmasının hayal olacağını düşünmekten kendini alamadı.

Kahveyi salona götürdüğünde genç adamın yine yer değiştirmiş olduğunu gördü. Aspirinlerin etkisi hemen belli oluyordu. Genç adam tamamen doğrulmuştu ve sesi de artık boğuk değildi. Sanki nerede oturduğu konusunda soruyu yeni duyarmış gibi Willow’a döndü. << Ailemin evi, Comberford’da.>> Willow ona fincanı uzatırken, Comberford’un yedi bir mil kadar ötede bir köy olduğunu hatırladı. Genç adamın yüzündeki ifadeye bakılırsa, evi konusunda pek de iyi hisler beslemiyor olmalıydı. Genç kız, merakına hakim olmaya çalıştı. <> Genç adam bu sözlerde gizli bir soru olduğunu anlamamış gibi, hiç cevap vermedi. Yirmi beş yaşlarında, zararsız görünüşlü biriydi. Willow oturduğu yerden onu seyrederken, kahvesinden derin bir yudum almış ve aynı anda yüzünü buruşturmuştu. << Ah, başım! >> << Aspirin birazdan tam olarak etkisini gösterir,>> dedi Willow. << Ama, arabadaki şişeyi sen boşalttıysan, şimdi bu durumda olmana şaşmamak gerekir.>> Genç adamın bakışlarında boş bir ifade vardı. << Yanındaki koltuğun üzerinde boş bir viski şişesi vardı,>> diye açıkladı genç kız.

Genç adam ona bir an baktı, sonra ağır ağır konuştu. << Beni nerede buldun?>> << Arabanın içinde sızıp kalmıştın. Araba da , tam köy parkının ortasında duruyordu. Köy halkı için park, kutsal bir yer gibidir. Sabah benden önce başkaları bulmuş olsaydı, şimdi çok daha kötü durumda olurdun, inan bana!>> Willow, durumu elinden geldiğince esprili bir tarzda açıklamaya çalışıyordu. << Demek ölümden de korkunç olan buydu,>> diye mırıldandı genç adam. Nihayet biraz zekice davranmaya başlamıştı. Willow başıyla ’evet’ cevabı verirken, o da fincanını başına dikip kahvesini bitirdi. << Daha var mı?>> Bir yandan da fincanı genç kıza uzatıyordu. Yarım saat kadar sonra, birz daha canlanmış, zeka seviyesi de epeyce yükselmişti. Ama, adının Noel Kilbane olduğunu söyleyen genç adam hala ilk anlardaki kadar mutsuz ve hüzünlü görünüyordu. Kendini toplar toplamaz Willow’a teşekkür etmiş ve içinde bulunduğu d

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir