Jo Nesbo – Hamamböcekleri

Trafik lambası yeşile dönünce kamyonların, arabaların, motosikletlerin ve tuk-tuk’larınl gürültüsü öyle yükseldi ki Robinson mağazasının vitrin camının sallandığını gördü Dim. Az sonra araç kuyrukları hareket etmeye başladı ve kırmızı renkli uzun ipek elbisenin sergilendiği vitrin arkada kalarak akşam karanlığında kayboldu. Taksi tutmuştu. Ağzına kadar dolu bir otobüse ya da delik deşik olmuş paslı bir tuk-tuk’a binmek yerine kliması olan ve şoförü konuşmayan bir taksiyi tercih etmişti. Başını koltuğun başlığına yasladı ve yolun tadını çıkarmaya çalıştı. Sorun yoktu. Yanlarından bir motorlu bisiklet ok gibi fırladı ve arka oturağındaki kız, kırmızı bir tişörte tutunurken kaskının siperliğinden taksiye boş bir bakış attı. Sıkı tutun, dedi içinden Dim. Rama VI Caddesi’nde şoför, püskürttüğü yoğun egzoz dumanı yüzünden plakası bile seçilmeyen bir kamyonun arkasına geçti. Havalandırmadan içeri giren duman soğuktu ve kokusuz sayılırdı. Neredeyse … Dim rahatsızlığını göstermek için elini hafifçe sallayınca şoför dikiz aynasına göz attı ve yan şeride geçti. Sorun yoktu. Dim’in hayatı her zaman böyle olmuştu. Büyüdüğü çiftlikte altı kız kardeşlerdi ve altısı birden babasına fazla gelmiş1. Uzakdoğu ülkelerinde yaygın olarak kullanılan üç tekerlekli taksilere verilen ad.


(ç.n.) 12 ti. En büyük ablalarını taşıyan at arabası kahverengi suyun aktığı kanal boyunca köy yolundan inerken, sarı bir toz bulutunun içinde öksürerek dikilip, arkasından el salladıklarında daha yedi yaşındaydı. Ablasına gitmeden önce temiz giysiler, Bangkok’a bir tren bileti ve bir kartvizitin arkasına yazılmış, Patpong’daki bir yerin adresi verilmişti. Dim arabanın arkasından kolu kopacak kadar sert el sallarken hüngür hüngür ağlamıştı. Annesi başını okşayarak bunun onlar için kolay olmadığını ama çok da kötü olmadığını söylemişti. En azından ablası artık annesinin de evlenmeden önce yaptığı gibi bir kwai olarak çiftlik çiftlik dolaşmak zorunda kalmayacaktı. Zaten Bayan Wong ona iyi bakacağına söz vermişti. Babası bunun üzerine başını sallamış, çiğnediği betelin suyunu kararmış dişlerinin arasından tükürerek barlardaki farang’ların2 körpe kızlara iyi para verdiğini eklemişti. Dim annesinin kwai ile ne demek istediğini anlamamış ama yine de sormamıştı. Kwai’nin boğa anlamına geldiğini biliyordu elbette. Etraflarındaki çoğu çiftlik gibi onların da bir boğa almaya paraları yetmiyordu; o yüzden çeltik tarlasının sürülmesi gerektiğinde köyleri dolaşan boğalardan birini kiralarlardı. Dim, kira parasına onun hizmeti de dahil olduğu için boğanın yanında gezen kıza da kwai dendiğini daha sonraları öğrenmişti. Gelenek böyleydi.

Kwai kızlarının tek umudu, çok yaşlanmadan onlarla evlenecek bir çiftçi bulabilmekti. On beş yaşına geldiğinde bir gün babası arkasında güneş ve elinde şapkasıyla çeltik tarlasında bata çıka yürüyerek ona seslenmişti. Dim ilk seferinde cevap vermemiş, onun yerine ayağa kalkarak küçük çiftliğin etrafını saran yeşil tepelere dikkatlice göz gezdirmiş, gözlerini kapayarak yaprakların arasında öten bir alamecek kuşunu dinlemiş, cıkaliptüs ve kauçuk ağaçlarının kokusunu içine çekmişti. Sıranın ona geldiğini anlamıştı. 2. Tayland halkının Batı’dan gelen yabancılar için kullandığı kelime. (ç.n.) 13 İlk sene dört kız bir odada yatmış ve yatağı, yemeği, giysileri, kısacası her şeyi paylaşmışlardı. Bilhassa giysiler önemliydi; güzel kıyafetler olmadan en iyi müşterileri kapmak zordu çünkü. Dans etmeyi, gülümsemeyi, hangi erkeklerin içmek, hangilerinin sevişmek istediğini anlamayı kendi kendine öğrenmişti. Babası Bayan Wong’la paranın eve gönderilmesi konusunda anlaştığı için ilk seneler eline doğru düzgün bir para geçmemişti. Neyse ki Bayan Wong ondan oldukça memnundu ve yıllar geçtikçe paranın büyük kısmını Dim’e ayırmaya başlamıştı. Bayan Wong’un memnun olmak için haklı sebepleri vardı. Dim çalışkan bir kızdı ve müşterilerine içki içirmekte başarılıydı.

İki kez kaçmanın eşiğinden döndükten sonra, Bayan Wong onu hala elinde tutabildiği için mutlu olmalıydı. Japon bir adam Dim’le evlenmek istemiş ama uçak bileti için para isteyince teklifinden vazgeçmişti. Bir keresinde de Amerikalı biri Phuket’e giderken onu yanında götürmüş, dönüş tarihini ertelemiş ve ona bir pırlanta yüzük hediye etmişti. Ne var ki Dim adam gittikten bir gün sonra yüzüğü nakde çevirmişti. Müşterilerin kimisi az para ödeyip Dim karşı çıktığında onu başından savmaya kalkar, kimisi istedikleri her şeyi yaptıramayınca onu Bayan Wong’a şikayet ederdi. Anlamadıkları şeyse onlar bardan dışarı çıkana kadar Bayan W ong parasını zaten kazanırdı ve dışarıdayken Dim’in tek patronu kendisi olurdu. Kendi işinin patronu … Vitrindeki kırmızı elbiseyi düşündü Dim. Annesi haklıydı. Kolay değildi; ama kötü de değildi. Yüzündeki masum tebessümü ve mutlu kahkahalarını korumayı başarmıştı. Gülüşünü severlerdi. Wang Lee’nin Thai Rath gazetesine MİG, yani Misafir İlişkileri Görevlisi sıfatıyla işe alınmasının nedeni buydu belki de. Wang Lee ufak tefek, esmer, Çinli bir adamdı. Sukhumvit Caddesi’nin biraz ilerisinde küçük bir motel işletiyordu ve müşterileri ekseri- 14 yetle Dim’in karşılayabileceği özel isteklerde bulunan yabancılar oluyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse burada yaptığı işi barda saatlerce dans etmeye yeğlerdi.

Ayrıca Wang Lee iyi para veriyordu. Bu işin tek kötü yanı, Banglamphu’daki evinden buraya gelmesinin çok vakit almasıydı. Ne berbat bir trafikti ama! Arabalar bir kez daha tamamen durunca yolun karşı tarafındaki motele ulaşması için altı şerit geçmesi gerekse de şoföre inmek istediğini söyledi. Taksiden indiğinde boğucu hava vücudunu sıcak ve ıslak bir havlu gibi sardı. Karşıya geçmek için bir boşluk ararken elini ağzına götürdü. Bunun işe yaramayacağını biliyordu gerçi. Bangkok’ta artık soluyacak bir hava kalmamıştı fakat en azından kokudan kurtulmuştu. Araçların arasından zikzak çizerek yürüdü, kasası ıslık çalan delikanlılarla dolu bir kamyonetten yana kaçarak sıyrıldı ve üzerine kamikaze uçağı gibi gelen bir Toyota neredeyse topuklu ayakkabısının bantlarını sökecek kadar yakınından geçti. Sonunda karşıdaydı. Kimsenin olmadığı boş resepsiyona girince Wang Lee başını kaldırdı. “Sakin bir akşam, ha?” diye sordu Dim. Wang Lee memnuniyetsizce başını salladı. Son bir senedir böyle akşamlar çoğalmaya başlamıştı. “Bir şeyler yedin mi?” “Evet” diyerek yalan söyledi Dim. Wang Lee’nin iyi niyetli olduğunu biliyordu ama arka odada haşladığı sulu erişteden yiyesi yoktu.

“Beklemen gerek” dedi Wang Lee. “Farang önce biraz uyumak istedi. Hazır olduğunda arayacak.” Dim sızlandı. “Gece yarısından önce bara dönmem gerek, biliyorsun Lee.” 15 Lee saatine baktı. “Bir saat beklesen yeter.” Dim omuzlarını silkip oturdu. Bir sene önce olsa Lee böyle konuştuğu için onu kapı dışarı ederdi; şimdilerdeyse ne kadar para kazansa o kadar kardı. Dim de istese gidebilirdi elbette; fakat bunca yolu boşa gelmiş olmak istemiyordu. Ayrıca Lee’ye bir minnet borcu da vardı. Ondan çok daha kötü kadın tüccarlarıyla çalışmıştı. Üçüncü sigarasını söndürdükten sonra Lee’nin acı Çin çayıyla ağzını çalkaladı ve ayağa kalkıp resepsiyon masasının üzerinde asılı duran aynada makyajına son kez baktı. “Gidip uyandıracağım” dedi. “Hımın … Patenlerini getirdin mi?” Dim çantasını kaldırdı.

Topukları alçak motel odalarının arasındaki boş çakıltaşlı yolda gıcırdıyordu. 120 numaralı oda hemen arkadaydı. Dışarıda bir araba göremedi ama odanın ışığı yanıyordu. Belki de adam uyanmıştı. Hafif bir rüzgar eteğini havalandırdı ama onu üşütmedi. Muson mevsimini, yağmurları özlüyordu. Tıpkı ortalığı sel bastıktan, caddeler çamura bulandıktan ve çamaşırları küflendikten bir iki hafta sonra kuru ve rüzgarsız ayları iple çektiği gibi. Kapıyı parmaklarıyla hafifçe tıklattı ve yüzüne utangaç bir gülümseme kondurarak dudaklarını “Adınız ne?” sorusunu sormaya hazırladı. Cevap veren yoktu. Kapıyı bir daha çaldı ve saatine göz attı. Robinson’da satılıyor olsa da elbisenin fiyatını pazarlıkla birkaç yüz baht3 indirebilirdi herhalde. Kolu çevirince kapının kilitli olmadığını görüp şaşırdı. Adam yatakta yüzükoyun yatıyordu. Dim ilk önce uyuduğunu düşündü. Ardından sapsarı ceketten çıkan mavi renkli cam bir bıçak sapının parıltısını gördü.

O anda aklından ge3. Tayland’ın para birimi. (ç.n.) 16 çenlerin ne olduğunu söylemek zordu ama biri hiç şüphe yok ki Banglamphu’ya yaptığı yolculuğun boşa gitmiş olduğuydu. Az sonra ses tellerine nihayet hükmetmeyi başardı. Ne var ki attığı çığlık, Sukhumvit Caddesi’nde dikkatsiz bir tuk-tuk’a çarpmamak için kornaya asılan bir kamyonun kulakları yırtan gürültüsü içinde kayboldu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir