Jürgen Banscherus – Katana III – Dokuz İşaretin Izi

Öyle geceler vardır ki bir sinek yorganın üzerinde yürüdüğünde bile uyanırsın. Başka günlerdeyse ev tepene çökse uyumaya devam edersin. Bunun nedeni belki de bir gün önce odandaki ağır mobilyaların yerlerini değiştirmiş olman olabilir. Belki de bisikletle yüz kilom etre dolaştığından olabilir. Ya da arkadaşlarınla birlikte buz gibi Kuzey Denizi’nde saatler boyunca yüzmüş olman da olabilir. Tıpkı JoJo’nun yaklaşık on saat önce yaptığı gibi. Şimdi ise Stern Sokağın’dan geçen m otorlu ga- zete kuryesini duyamayacak kadar derin uyuyordu. Ayrıca sirenlerini çaldırarak geçen ambulansı da duymadı. Ve büyükannesi bodrum katında elektrik süpürgesini çalıştırdığında da uyanmadı. Hâlbuki makine neredeyse yirmi yıllıktı ve düşm ekte olan bir jet uçağının motorları kadar gürültü çıkarırdı. Aslında onu kullanan herkes kulak tıkacı kullanmalıydı. JoJo, güneş bulutsuz gökyüzünde tepe noktasını aşıp da yakındaki kilisenin çanları saat ikiyi vurduğunda uyanabildi. Açık pencereden içeriye boğucu bir hava giriyordu. Tam gözlerini yeniden kapatacakken uykusunu bir anda kaçıran bir şey fark etti. Gece Jimmi içeriye girebilsin diye pencerenin sadece bir kanadını açık bırakmıştı.


Bunu oldukça net hatırlıyordu. Ancak şu anda iki kanadı da açıktı! Kısa süre öncesine kadar JoJo, sabahın beşiyle altısı arasında uyanıp bin parçalık puzzle’ı çözmek istediğinden ailesini çıldırtırdı. Aynı şey yılbaşı sabahları içinde geçerliydi… Ancak artık durum o kadar kötü değildi. Yine de JoJo’nun beyninin çalışmaya başlaması için gözlerini açması yeterli olurdu. Bu, yalnızca ailesi ve arkadaşları için değil, çoğu insan için oldukça yorucuydu. Tek bir bakışta gece Jimmi’nin gelmediğini anlamıştı. Kır saçlı çocuğun normalde kıvrılıp uyuduğu köşe boştu. Bunun yerine yatağının dibinde bir paket fark etti. Üzerinde ne gönderenin adı ne de bir adres vardı. Yatağa girdiğinde bu paket burada değildi. Bunu fark etmiş olurdu… hem de Hamburg’da geçirdikleri o heyecanlı günün ardından gözlerini zorlukla açık tutmaya çalışırken bile. Paketi gece birisi buraya bırakmış olmalıydı. Urma mı? Yoksa birisi, fark edilmeden pencereden gizlice girip tekrar çıkmış mıydı? JoJo yataktan fırlayarak yere çöktü ve kahverengi ambalaj kâğıdına sarılı paketi kulağına tutup dinledi. Paketten en ufak bir ses duyulmuyordu. Böylece zaman ayarlı bomba ihtimali ortadan kalkmıştı… ya da en azından öyle olmasını umuyordu.

Diğer yandan bakıldığında ise banka soyguncuları ve diğer suçlular bunun için ses çıkaran saatler değil, dijital saatler kullanmaya başlamışlardı. Bunlar tik-tak sesi çıkarmaz ve röntgenle bakılmadıktan sonra da kolay kolay görünmezlerdi, diye hatırladı JoJo, son günlerde okuduğu gazete yazılarından. Hem en ufak bir dokunuşta patlayan bombalar da vardı. Durumun neresinden bakarsa baksın bu şeyin havaya uçma riski vardı; hem de kendisiyle birlikte. Ancak Jimmi ile kendisini kim neden öldürmek istesin ki? Kakamuralar mı? Saçma, ikizler Jimmi’yi canlı istiyorlardı. Öldürmek isteselerdi bunu şimdiye kadar birçok kez yapabilirlerdi. JoJo ne yapmalıydı? Polisi arayıp bulduğu şeyi bildirmeli miydi? Büyük ihtimalle özel bir birlik ve bir robot ile gelip paketi bahçede “kontrollü bir şekilde” patlatırlardı. Ama ya bu gizemli şey oraya götürülene kadar patlarsa? Patlama JoJo’nun odasını darma duman ederse? Ya Stern Sokağı 17 numaradaki ev artık olmazsa? JoJo düşündükçe işin içinden çıkamıyordu. Ve giderek konuyu kendi başına çözmeye ikna oluyordu. Gizemli paketi dikkatlice kaldırıp çalışma masasına götürdü. Yapışkan bandı söktükten sonra daha sakin nefes almaya çalıştı. Ancak bunu başaramadı. Elleri de titremeye devam ediyordu. Sırtından terler akıyordu. Parmaklarının ucuyla kâğıdı açınca JoJo, paketin içinde yaklaşık yirmi santim etrelik bir nesne gördü.

Paketi gönderen gizemli kişi onu özenli bir şekilde beyaz kâğıt mendile sarmıştı. Bu şey bir bombaya benzemiyordu. JoJo kâğıdı açınca içinden saate benzer bir şey çıktı. Kadranında gizemli işaretler vardı. Bir tanesi yamulmuş bir X harfine benziyordu, bir diğeri ters duran bir eve. Diğer bir tanesi ise bir yılana benziyordu. JoJo saatin hiçbir yerinde ne bir düğme, ne akrep ve yelkovan, ne de sağlam görünen kasayı açabileceği vidalar görebildi. Bu iyiye işaretti. Kendisi bir boşluk bulamıyorsa bombacılar da bulamamıştır. İşin ilginci bu şey Mai Lyn’in JoJo’ya doğum gününde hediye ettiği arkadaşlık bandından daha hafifti. Bir gün önce onları yelkenli teknesiyle Elbe’den Hamburg’a getiren esrarengiz Tom Sotom’un kolunda da buna benzer bir saat vardı. Ne tü r bir tehlikeye maruz kalacağını düşünmeden JoJo saati -ya da her neyse- paketin içinden çıkardı. Onu sol bileğine taktığında dondurucu bir soğuk hissetti. Düşünceleri daha önce hiç olmadığı kadar berraklaştı ve bu, onun gibi bir çokbilmiş için oldukça anlamlı bir durumdu. Çalışma masasının bir köşesinde JoJo’nun babasıyla oynadıkları son satranç oyunu olduğu gibi duruyordu.

Urma onları yemeğe çağırdığı için yarıda kesmek zorunda kalmışlardı. O ana kadar kimse üstünlüğü ele geçirememişti, oyun bariz şekilde beraberliğe doğru gidiyordu. Ama JoJo birden oyun tahtasının üzerinde bir m at gördü. Bunun için on iki hamleye ihtiyacı vardı, ne daha az ne de daha fazla. JoJo yaşına göre oldukça iyi bir oyuncuydu ve bunu söyleyen sadece babası değildi. Ama on iki hamle ilerisini görebilmek? JoJo bunu daha önce başaramamıştı. Zaten bunu sadece en iyi oyuncular, en iyi oldukları günde başarabiliyorlardı. Babası İbiza’dan döndüğünde ve oyunu tamamladıklarında buna çok şaşıracaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir