Lawrence Block – Cinayet Ve Yaratma Zamani

Birbirini izleyen yedi hafta boyunca her Cuma günü ondan telefon aldım. Orada olmadığım zamanlar bazılarına cevap veremedim. Ama bu önemli değildi; çünkü onun ve benim birbirimize söyleyecek hiçbir şeyimiz yoktu. Eğer aradığında ben dışarıdaysam otele geri döndüğümde benim için bırakılmış bir not olurdu. Bu nota bir göz attıktan sonra çöpe atar, unuturdum. Sonra Nisan’ın ikinci Cuması aramadı. O akşamı Aımstrong’un Yerinde, köşemde burbon ve kahve içip birkaç doktor adayının hemşirelere yaptığı başarısız kurları izleyerek geçirdim. Bar, bir Cuma günü için erken sayılacak bir saatte kapandı. İki sularında Trina eve gitti ve Billie kapıyı kilitledi. Dokuzuncu Cadde, bütünüyle kilitli kapının ardında kalmıştı. Bir iki duble daha atarak Knicks takımının durumunu konuştuk. Saat üçe çeyrek kala paltomu askıdan alıp otele döndüm. Hiçbir mesaj yoktu. Bunun bir anlamı olması gerekmiyordu. Anlaşmamız, onun beni her Cuma arayıp hayatta olduğunu bildirmesiydi.


Eğer aradığı zaman oradaysam birbirimize merhaba derdik. Eğer yoksam, bir mesaj bırakırdı; Çamaşırlarınız hazır. Ama bu sefer unutmuş olabilir ya da sarhoş olabilir ya da hemen her şey olabilirdi. Soyunarak yatağa girdim ve yan dönüp pencereden dışarı bakmaya başladım. Şehir merkezinden on on iki blok ötede ışıkları gece boyunca açık bıraktıkları bir ofis binası var. Işıkların titreyişine bakarak kirlilik düzeyini neredeyse kesin olarak tahmin edebilirsiniz. O gece ise hem delice bir titreşim hem de sarı tonda bir perde vardı ışıkların önünde. Dönüp gözlerimi kapadım ve gelmeyen telefon hakkında düşünmeye başladım. Hayır, unutmamıştı ve sarhoş filan da değildi. Döndürücü ölmüştü. Ona Döndürücü demelerinin sebebi, bir alışkanlığıyla ilgiliydi. Yanında iyi şans getirmesi için eski gümüş bir dolar taşırdı. Parayı sürekli pantolonunun cebinden çıkarıp sol işaret parmağıyla masanın üzerinde diklemesine tutar, sonra da sağ orta parmağıyla kenarına vurup döndürürdü. Biriyle konuşurken gözlerini dönen paradan ayırmaz, sözlerini sanki o kişiden çok paraya söylüyormuş gibi olurdu. Bu tür bir gösteriye en son Şubat ayı başlarında hafta içi bir akşamüstü tanık olmuştum.

Beni Armstrong’un Yeri’nde her zamanki köşemde bulmuştu. Tam bir Broadway’li gibi giyinmişti: Parlak, uçuk gri birtakım elbise, koyu gri monogramlı bir gömlek, aynı renkte ipek bir kravat ve inci bir kravat iğnesi. Ayağında o tabanları yüksek ayakkabılardan vardı. Boyu 1.80 kadar olmuştu. Kolunda taşıdığı palto, koyu maviydi ve kaşmire benziyordu. “Matthew Scudder” dedi. “Hiç değişmemişsin. Ne kadar oldu?” “Birkaç yıl.” “Amma çok olmuş.” Paltosunu boş bir iskemleye yerleştirdi, üzerine şık bir deri çanta, onun da üzerine dar kenarlı gri bir şapka koydu. Masada karşıma oturdu, uğurunu çıkarmak için elini cebine attı. Onun parayı döndürüşünü izledim. “Çok uzun bir zaman Matt” dedi paraya bakarak. “İyi görünüyorsun Döndürücü.

” “Bir süredir şans hep benden yana oluyor.” “Bu her zaman iyidir” “Öyle olmayı sürdürdüğü sürece.” Trina yanımıza geldi. Bir fincan kahve daha ve bir burbon istedim. Döndürücü, başını ondan yana çevirerek küçük yüzünde soru işaretleriyle kaşlarını çattı. “Şey, bilmiyorum” dedi. “Sence bir bardak süt alabilir miyim?” Trina alabileceğini söyledi ve siparişleri getirmek üzere uzaklaştı. “Artık içemiyorum” dedi Döndürücü. “Şu kahrolası ülser işte.” “Bunun başarıyla birlikte geldiğini duydum.” “Birlikte geldiği şey can sıkıntısı ve sinir. Doktor bana yiyemeyeceğim şeylerin bir listesini verdi. Beğendiğim her şey var listede, işim iş. En iyi restoranlara gidebiliyorum ve kendime kahrolası bir tabak yağsız peynir ısmarlıyorum.” Parayı bir kez daha döndürdü.

Onu Teşkilat’ta olduğum yıllardan beri tanıyordum. Birçok kez yakalanmıştı – her seferinde ufak tefek şeyler yüzünden. Ama hiç hapis yatmadı. Hepsinden de paçasını kurtarmayı başardı. Bunu parayla ya da bilgiyle yaptı. Bir çalıntı mal alıcısını yakalamam için yardım etmişti. Bir başka seferinde de bir katil konusunda yardımı dokunmuştu. Arada sırada edindiği bir bilgiyi bize on ya da yirmi dolara satardı. Ufak tefek, ilgi çekmeyen bir tipti ve doğru adımı atmasını biliyordu. Birçok insan da onun yanında boş boğazlık edecek kadar aptaldı. “Matt, buraya yolumun üzerinde olduğu için uğramadım.” “Bunu anlamıştım.” “Evet” Para yalpalamaya başlayınca hemen onu kaptı. Çok hızlı elleri vardı. Onun hep bir zamanlar yankesici olduğunu düşünmüştük; ama sanırım kimse onu suçüstü yakalayamadı.

“Olay şu, bazı sorunlarım var.” “Onlar da ülserle birlikte gelir.” “Emin ol geliyor.” Yeniden döndürdü. “Benim için bir şey saklamanı istiyorum.” “Öyle mi?” Sütünden bir yudum aldı. Bardağı masaya bırakarak deri çantaya uzandı. “Bunun içinde bir zarf var. Senden istediğim, onu benim için saklaman. Kimsenin bulamayacağı, emin bir yere koy, anlıyor musun?” “Zarfın içinde ne var?” Başını hafifçe, sabırsız bir biçimde salladı. “İşin bu kısmını bilmene gerek yok,” “Onu ne kadar saklamalıyım?” “Şey, konu da bu, zaten.” Bir daha döndürdü. “Biliyorsun, insanın başına bir sürü şey gelebilir Dışarı çıkıp karşı kaldırıma geçerken Dokuzuncu Cadde otobüsünün altında kalabilirim. Yani insanın başına gelebilecek her türlü şeyi kastediyorum. Kimse ne olacağını bilemez.

” “Peşinde biri mi var, Döndürücü?” Gözgöze geldik, sonra hızla indirdi gözlerini. “Olabilir” dedi. “Kim olduğunu biliyor musun?” “Değil kim olduğunu, gerçekten peşimde olup olmadığını bile bilmiyorum.” Para yalpaladı, onu yakaladı ve yeniden döndürdü. “Zarf, senin sigortan.” “Onun gibi bir şey.” Kahvemi yudumladım. “Bu iş için doğru insan olduğumdan emin değilim, Döndürücü. Bence yapılacak şey, zarfı bir avukata götürmen. Birkaç talimat verdikten sonra o da zarfı bir kasaya koyar ve mesele hallolur” “Bunu düşündüm.” “Ve?” “İşe yaramaz. Benim bildiğim avukatlar bürolarından dışarı adım attığım an. kahrolası zarfı açarlar. Düzgün bir avukat ise beni şöyle bir süzdükten sonra gidip ellerini yıkar” “Pek de öyle olması gerekmez.” “Bir şey daha var.

Diyelim ki otobüsün altında kaldım. O zaman avukatın zarfı sana getirmesi gerekecektir Benim dediğim gibi yaparsak aracıyı ortadan kaldırmış oluruz, değil mi? “Neden zarfın sonunda bana gelmesi gerekiyor?” “Bunu.zarfı açtığında anlayacaksın. Eğer açarsan tabii.” “Her şey çok karmaşık, değil mi?” “Son zamanlarda her şey oldukça karmaşık Matt. Ülserler ve can sıkıcı şeyler” “Ve üzerindeki giysiler, hayatın boyunca sende gördüklerimin en iyileri.” “Evet, beni bunların içinde gömebilirler” Yeniden döndürdü. “Bak, bütün yapman gereken, zarfı alarak kiralık bir kasaya filan koymak. Orası sana kalmış.” “Ya ben bir otobüsün altında kalırsam?” Bunun üzerinde bir süre düşündü. Sonunda bir karara vardık. Zarf, otel odamdaki halının altında duracaktı. Benim aniden ölmem durumunda Döndürücü gelecek, özel eşyasını alabilecekti. Bir anahtara ihtiyacı olmayacaktı. Daha önce hiç olmamıştı.

Ayrıntıları konuştuk: Haftalık telefon görüşmeleri, benim orada olmamam durumunda bırakacağı mesaj. Bir içki daha söyledim. Döndürücü sütünü hâlâ bitirmemişti. Ona neden beni seçtiğini sordum. “Bana karşı her zaman dürüst oldun Matt. Teşkilat’tan ayrılalı ne kadar oldu? Birkaç yıl?” “Öyle bir şey.” “Evet, istifa etmiştin. Ayrıntılar konusunda iyi sayılmam. Bir çocuğu mu öldürmüştün?” “Evet, görev başındayken kurşun sekmişti.” Gözlerimi kahveme dikerek olayı düşündüm. Bir yaz gecesiydi. Hava çok sıcaktı. Washington Heights’daki Spectacle’da klima sürekli çalışıyordu. Spectacle, polislerin takıldığı bir bardı. O gece görev başında değildim.

Aslında bir polis her zaman bir biçimde görev başındadır. O gece bara iki çocuk geldi ve çıkarlarken barmeni vurarak öldürdüler Onları caddeye kadar kovaladım. Birini öldürdüm, diğerinin de kalça kemiğini parçaladım. Ancak silahı bir kez daha ateşlediğimde kurşun sekti ve Estrellita Rivera adında yedi yaşındaki bir kızın gözüne saplandı. Tam gözüne, oradan da yumuşak dokuyu geçerek beyne. “Biraz ileri gittim sanırım” dedi Döndürücü. “Bu konuyu açmamalıydım.” “Yoo, önemli değil. Bir soruşturma oldu ve sonunda tamamen temize çıktım.” “Ve sonra Teşkilat’ı bıraktın.” “Bir biçimde işin tadı kaçmıştı. Ve diğer şeylerin de. Adada bir ev. Bir eş. Ve oğullarım.

” “Sanırım böyle şeyler oluyor” “Evet, sanırım öyle.” “Peki şimdi ne yapıyorsun? Bir tür özel hafiye ha?” Omuz silktim. “Lisansım yok. Bazen insanlara bir iyilik yapıyorum, onlar da bana karşılığında para veriyor” “Neyse, küçük işimize geri dönecek olursak…” Yeniden döndürdü. “Benim için yapacağın şey de öyle bir iyilik işte.” “Eğer öyle düşünüyorsan.” Tam dönerken parayı tuttu, ona bir süre baktı ve beyaz-mavi dama desenli masa örtüsünün üzerine bıraktı. “Öldürülmek istemiyorsun Döndürücü.” dedim. “Kahretsin, hayır” “Bu işten sıyrılamaz mısın?” “Belki evet. Belki hayır. İşin bu yönünü konuşmayalım, tamam mı?” “Nasıl istersen.” “Çünkü, biri seni öldürmek istiyorsa bu konu hakkında sen ne yapabilirsin ki? Hiçbir şey.” “Belki de haklısın.” “Bunu benim için halledecek misin Matt?” “Zarfını alacağım.

Eğer onu açmam gerekirse ne yapacağımı söylemiyorum. Çünkü içinde ne olduğunu bilmiyorum.” “Eğer açman gerekirse bileceksin.” “Yapmam gereken her neyse, yapacağıma garanti vermiyorum.” Bana uzun uzun baktı. Orada olduğunu bilmediğim bir şeyi yüzümden okumuştu. “Yapacaksın” dedi. “Belki.” “Yapacaksın. Ve eğer yapmazsan, ben bunu bilmeyeceğim. Dinle, avans olarak ne istiyorsun?” “Yapmam gerekenin ne olduğunu bilmiyorum.” “Zarfı tutmak için diyorum. Ne kadar istiyorsun?” İş konusunda ücret belirlemekte hiçbir zaman iyi değilimdin Biraz düşündükten sonra şöyle dedim: “Şu üzerindeki takım güzelmiş.” “Ha? Sağol.” “Nereden aldın?” “Phil Kronfeld’in butiği.

Broadway’de.” “Yerini biliyorum.” “Gerçekten beğendin mi?” “Üzerinde iyi duruyor. Sana ne kadara patladı?” “Üç yüz yirmiye.” “İşte benim ücretim.” “Kahrolası takımı mı istiyorsun?” “Üç yüz yirmi Doları istiyorum.” “Ah.” Başını arkaya attı. Hoşuna gitmişti anlaşılan. “Bir an için kafamı karıştırdın. Takım elbiseyle ne yapacağını anlayamadım da.” “Zaten bana uyacağını sanmıyorum.” “Bence de. Üç yüz yirmi ha? Evet, sanırım sorun değil.” Timsah derisinden şişkin bir cüzdan çıkardı ve içinden altı ellilikle bir yirmilik saydı.

“Üç yüz yirmi” deyip paraları bana verdi. “Eğer bu iş uzarsa ve daha fazlasını istersen, bileyim yeter. Yeterince iyi mi?” “Yeterince iyi. Seninle temasa geçmem gerekirse Döndürücü?” “Ih-ıh.” “Tamam.” “Biliyorsun, ihtiyacın olmayacak; ama sana bir adres vermek isteseydim bile bunu yapamazdım,” “Pekâlâ.” Deri çantayı açtı ve büyük boy özel zarfı uzattı. Zarfın iki ucu, sağlam bantlarla kapatılmıştı. Zarfı alarak yanımdaki sıranın üstüne koydum. Gümüş parayı bir kez daha döndürdükten sonra alıp cebine koydu ve Trina’ya hesabı getirmesi için işaret etti. Onun ödemesine izin verdim. İki dolar da bahşiş bıraktı. “O kadar komik olan ne Matt?” “Seni daha önce hesap ödemek için bu kadar istekli görmemiştim de. Ayrıca başkalarının bahşişlerini bile toplardın.” “Eh, bazı şeyler değişin” “Sanırım öyle.

” “Ayrıca başkalarının bahşişlerini de yalnızca iki defa almışımdır. Aç olduğun zaman birçok şey yaparsın.” “Elbette.” Ayağa kalktı, bir an duraksadı, sonra elini uzattı. Tokalaştık. Gitmek için arkasına döndüğünde seslendim. “Döndürücü?” “Ne?” “Bildiğin avukatların sen büroyu terk eder etmez zarfı açacaklarını söylemiştin.” “Kesinlikle öyle.” “Benim açmayacağımı nereden biliyorsun?” Bana, sorduğum soru çok aptalcaymış gibi baktı. “Sen dürüstsün” dedi. “Ah Tanrım, Biliyorsun, eskiden dürüst davranmadığım zamanlar da olurdu. Senin bir iki olaydan paçanı sıyırmana izin vermiştim.” “Evet ama bana karşı her zaman açık sözlü oldun. Dürüst vardır, dürüst vardır. O zarfı, açman gereken zamana kadar açmayacaksın.

” Haklı olduğunu biliyordum. Yalnızca onun bunu nasıl bildiğini bilmiyordum. “Kendine iyi bak” dedim. “Tamam. Sen de.” “Caddeyi geçerken dikkat et.” “Ha?” “Otobüslere dikkat et, diyorum.” Hafifçe güldü. Ama komik bulduğunu sanmıyorum. O gün daha sonra bir kiliseye uğrayarak yardım kutusuna otuz iki dolar attım. Arkadaki sıralardan birine oturdum ve Döndürücü’yü düşündüm. Bana kolay para vermişti. Bu parayı hak etmem için bütün yapmam gereken, aslında hiçbir şeydi. Odama döndüğümde halıyı kaldırarak Döndürücü’nün zarfını oraya koydum. Yatağın altına denk gelmesine dikkat etmiştim.

Temizlikçi kız sık sık elektrik süpürgesini çalıştırır; ama mobilyaları asla yerinden oynatmaz. Halıyı yeniden örterek hemen zarfı unuttum. Her Cuma bir telefon konuşması ya da bir mesaj, Döndürücü’nün hayatta olduğunu ve zarfın olduğu yerde kalabileceğini garanti edecekti. 2 Sonraki üç gün boyunca gazeteleri ikişer kez okuyarak telefon bekledim. Pazartesi gecesi odama dönerken Times’ın erken baskısından bir tane aldım. “Metropolitan Haberleri” başlığı altında daima “Polis Tutanakları”ndan alınan bir sürü cinayet haberi olur Bu haberlerden sonuncusu, benim aradığım haberdi. Kimliği belirsiz bir erkek, beyaz, 1.70 boylarında, kilosu yaklaşık 70, 45 yaşlarında, Doğu Nehri’nden kafatası parçalanmış halde çıkarılmış. Uyuyordu. Bence birkaç yıl daha yaşlıydı ve biraz daha zayıftı; ama diğer şeyler çok uyuyordu. Döndürücü olduğundan emin olamazdım. Adamın -her kimse- öldürülmüş olduğundan bile emin olamazdım. Başındaki hasar, suya girdikten sonra olmuş olabilirdi. Ayrıca yazıda adamın ne kadar suda kaldığı belirtilmemişti. Eğer on günden fazlaysa o zaman Döndürücü olamazdı.

Ondan, önceki Cuma günü haber almıştım. Saatime baktım. Birini aramak için fazla geç sayılmazdı. Ama birini öylesine aramak için oldukça geçti. Ve zarfını açmak için de çok erken. Bunu, onun öldüğünden kesinlikle emin oluncaya dek yapmak istemiyordum. Her zamankinden biraz daha fazla içki içtim, bir türlü uyku tutmuyordu, Sabahleyin baş ağrısı ve ağzımda kötü bir tatla uyandım. Aspirin içip gargara yaptıktan sonra kahvaltı için Red Flame’e gittim Times’ın daha geç bir baskısını aldım ama yeni bir şey yoktu. Önceki baskıda olanların aynısı yazılıydı. Eddie Koehler, şu sıralar West Village’deki 6. Bölge’de teğmendi. Odamdan telefon ederek ona ulaşmayı başardım. “Hey, Matt” dedi. “Uzun zaman oldu.” Aslında o kadar da uzun olmamıştı.

Ona ailesinin hatırını sordum. O da benimkileri sordu, “iyiler” dedim. “Her zaman buraya geri dönebilirsin” dedi. Hayır dönemezdim. Nedenleri açıklayacak kadar derin bir muhabbete girmek istemiyordum. Ayrıca bir daha rozet taşımaya da başlayamazdım. Ama bütün bunlar onun bir soru daha sormasını engellemiyordu. “Anlaşılan insan ırkının arasına yeniden katılmak için hazır değilsin ha?” “Böyle bir şey olmayacak, Eddie.” “Onun yerine çöplükte yaşamak ve her papel için otlakçılık yapmak zorundasın, öyle mi? Dinle, içkiyle kendini öldürmek istiyorsan bu senin bileceğin birşey.” “Doğru.” “Ama beleşe içebilecekken parasını ödemenin anlamı ne? Sen polis olmak için doğmuşsun Matt.” “Aramamın nedeni.” “Elbette, bir neden olması gerek, değil mi?” Bir süre bekleyip konuşmaya devam ettim. “Gazetede bir şey gözüme takıldı. Ve senin belki de beni morga gitmekten kurtaracağını düşündüm.

Dün Doğu Nehri’nden bir ceset çıkarmışlar Ufak tefek, orta yaşlı bir adam.” “Yani?” “Kimliğini tespit edip etmediklerini öğrenebilir misin?” “Olabilir. Seni neden ilgilendiriyor?” “Aradığım kayıp bir koca var da. Bu adam tanıma uyuyor. Gidip bir bakabilirim ama adamı yalnızca fotoğraflardan tanıyorum. Suda bir süre kaldıktan sonra…” “Pekâlâ. Seninkinin ismini ver, araştırayım.” “İstersen tam tersini yapalım” dedim. “Durumun gizli kalması gerekiyor Bu yüzden, gerçekten gerekli olmadığı sürece ismini vermek istemiyorum.” “Sanırım birkaç telefon görüşmesi yapabilirim.” “Eğer adam benimkiyse, bir şapkan olacak.” “Peki ya değilse?” “O zaman benim içten şükranlarımı kazanacaksın.” “Kahrolası” dedi. “Umarım senin adamındır. Bir şapka iyi olurdu.

Hey, komik değil mi? Bir düşünsene.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir