Lawrence Block – Kutsal Bar Kapandiginda

Morrissey’in Yeri’nde pencereler siyaha boyanmıştı. Patlama, camları şangırdatacak kadar yüksek ve yakındı. Sohbetleri cümlenin ortasında kesti, garsonu adımının ortasında, bir ayağı havada, omzunda bir içki tepsisiyle dondurdu. Her tarafı kaplayan gürültü dindiğinde, salonda, uzun bir dakika, kesin ve âdeta saygılı bir sessizlik hâkim oldu. Birisi “Aman Tanrım” dedi ve bir sürü insan, tutmakta olduğu nefesini bıraktı. Masamızda Bobby Ruslander sigara paketine uzandı ve “Bombaya benziyordu” dedi. Skip Devoe “Güçlü bir çatapat” dedi. “Hepsi bu mu?” “Yeterli” dedi Skip. “Çatapat kuvvetli bir patlayıcıdır. Bu küçük şeytanlardan birini yakıp fırlatmakta biraz gecikirsen tek kollu kahramana dönüşürsün. “Daha çok havai fişeğe benziyordu” diye ısrar etti Bobby. “Dinamit, el bombası ya da buna benzer bir şey kadar ses çıkardı. Doğrusunu isterseniz Üçüncü Dünya Savaşı’nı düşündürüyor.” “Aktöre bakar mısınız” dedi Skip sevecenlikle. “Bu adamı nasıl sevmezsiniz? Hendeklerde savaşan, rüzgârlı bayırları tırmanan, çamurlar içinde sürüklenen Bobby Ruslander.


Binbir mücadeleden her tarafı yara-bere içinde çıkmış gazi.” “Her tarafı alkol içinde demek istiyorsun” dedi biri. “Müthiş aktör” dedi Skip, Bobby’nin saçlarını karıştırarak. “Son savaşta, Bobby deli doktorundan bir rapor getirdi, ‘Sevgili Sam Amca, lütfen Bobby’yi mazur görün, kurşunlar onu delirtiyor’.” “Pederin fikriydi” dedi Bobby. “Ama sen onun fikrini değiştirmeye çalıştın. ‘Bana bir silah verin’ dedin. ‘Vatanım için savaşmak istiyorum.'” Bobby güldü. Bir kolu sevgilisinin omzundaydı, serbest olan eliyle içkisini aldı. “Yalnızca bomba gibi bir fikir olduğunu söyledim” dedi. Skip başını salladı. “Bombalar çeşitlidir. Hepsi farklıdır. Her birinin farklı bir patlaması vardır.

Dinamit tek bir yüksek nota gibidir ve çatapattan daha düz bir sesi vardır. Hepsi farklı ses çıkarır. El bombası tamamen değişiktir, bir akort gibidir.” “Kayıp akort” dedi birisi. Bir diğeri “Şuna bak, şiir gibi” dedi. “Benim yere Atnalları ve Elbombaları adını verecektim” dedi Skip. “Güzel bir ad” dedi Billie Keegan. “Ortağım nefret etti” dedi Skip. “Allahın belası Kasapyan, bardan çok, bir butik ya da Soho’da zenginlerin çocuklarına oyuncak satan bir dükkân adına benzediğini söyledi. Bilemiyorum doğrusu. Atnalları ve Elbombaları, hâlâ hoşuma gidiyor.” “Atboku ve Elmarifetleri” dedi birisi. “Belki Kasapyan haklıydı, sonunda herkes böyle diyecektiyse.” Bobby’e dönerek “Çıkardıkları değişik sesleri konuşmak istiyorsan, bir havan topunun sesini duymalısın. Bir gün Kasapyan sana havan topunu anlatsın.

Esaslı bir hikâye” dedi. “Bir gün isterim anlatmasını.” “Atnalları ve Elbombaları” dedi Skip. “Adını böyle koymalıydık.” Bunun yerine, ortağıyla birlikte açtıkları bara Bayan Kitty’nin Yeri demişlerdi. Saygon’da bir genelevden esinlenmişlerdi. Ben çoğunlukla, Dokuzuncu Cadde’de Elli Yedinci ile Elli Sekizinci sokaklar arasındaki Jimmy Armstrong’un Yeri’nde içerdim. Bayan Kitty’nin Yeri Dokuzuncu’nun üstünde Elli Ahi’nin hemen aşağısındaydı ve benim zevkime göre biraz büyük ve gürültülüydü. Hafta sonlan uzak dururdum ama hafta arası, kalabalığın azaldığı, uğultunun dindiği geç saatlerde vakit geçirmek için kötü bir yer değildi. O gece, daha erken saatlerde ordaydım. Đlk Armstrong’a gitmiştim. Đki buçukta yalnızca dördümüz kalmıştık; barın arkasında Billie Keegan, önünde ben ve Black Russian’la hayli kafayı bulmuş iki hemşire. Billie kapıları kilitledi, hemşireler gecenin içine doğru sendeleyerek yürüdüler, biz ikimiz de Bayan Kitty’nin Yeri’ne gittik. Saat dört gibi, Skip de kapıları kapadı, birkaçımız Morrissey’in Yeri’ne yollandık. Morrissey sabah dokuz hatta ona kadar kapanmazdı.

New York şehrinde barların resmi kapanma saati sabah dörttür; Cumartesi geceleri bir saat daha erken. Ancak Morrissey’in Yeri gayri-resmi bir işletme olduğu için böyle kurallarla sınırlandırılmamıştı. Elli Birinci Sokak’ta On Birinci ile On Đkinci caddeler arasındaki dört katlı tuğla binalardan birinde, sokak seviyesinden bir kat yukardaydı. Bloktaki apartmanlardan üçte biri terkedilmişti, pencereleri kırık ya da tahtalarla kapatılmış, girişleri beton bloklarla engellenmişti. Morrissey kardeşler binanın sahipleriydi. Onlara çok pahalıya malolmuş olamazdı. Üst iki katta kendileri oturuyorlar, giriş katını amatör bir Đrlandalı tiyatro grubuna kiralıyorlardı. Đkinci katta da geç saatlerde bira ve viski satıyorlardı. Đkinci katın bütün iç duvarlarını kaldırmış, geniş, açık bir alan yaratmışlardı. Bir duvarın sıvasını tamamen kazıtıp, tuğlayı ortaya çıkartmışlardı. Yerdeki parkeyi temizletip cilalatmış, etrafı yumuşak bir ışıkla aydınlatmışlardı. Duvarlarda çeşitli Aer Lingus Posterleri asılmıştı. Bir köşede de Pearse’in 1916 Đrlanda Cumhuriyeti’nin kuruluş ilanı çerçeveletilmişti. “Đrlandalı erkekler ve Đrlandalı kadınlar, Tanrı’nın ve ölmüşlerimizin adıyla…” Bir duvar boyunca servis barı ve yirmi otuz kadar ahşap üstlü kare masa vardı. Đki masayı birleştirerek oturduk.

Skip Devoe ile Armstrong’daki gece barmeni, Billie Keegan vardı. Bobby Ruslander da ordaydı ve uykulu gözlü, kızıl saçlı Helen, Bobby’nin o geceki kız arkadaşı. Bir de, Batı kırklarda bir Đtalyan lokantasında barmenlik yapan Eddi Grillo adında bir adamla Vince adında, CBS Televizyonu’nda ses teknisyeni ya da öyle bir şey olan bir başka şahıs vardı. Ben burbon içiyordum. Ya Jack Daniel’s ya da Early Times olmalıydı çünkü Morrissey kardeşler yalnızca bu iki markayı satarlardı. Ayrıca, üç ya da dört çeşit skoç, Canadian Club ve tek çeşit cin ve votka bulundururlardı. Yalnızca iki çeşit bira, Bud ve Heineken. Tek konyak ve bir iki likör. Kahlua belki, çünkü o yıl pek çok kişi Black Russian içiyordu. Uç çeşit Đrlanda viskisi; Bushmill’s, Jameson ve hiç kimsenin ısmarlamadığı ama Morrissey kardeşlerin hoşlandığı Power’s denilen bir marka. Đrlanda birası, en azından Guinness bulunduracaklarını düşünürdünüz ama bir keresinde Tim Pat Morrissey, şişelenmiş Guinness’i hiç sevmediğini, berbat bir şey olduğunu, yalnızca fıçıdan olursa, o da Atlantik’in öteki yakasında, içebileceğini söylemişti. Morrisseyler iri adamlardı, geniş yüksek alınları ve kocaman, pas rengi sakalları vardı. Siyah pantolon, aşırı parlatılmış siyah cilalı ayakkabılar, kollarını dirseklerine kadar sıvadıkları beyaz gömlekler ve dizlerine kadar inen beyaz kasap önlükleri giyerlerdi. Zayıf, tertemiz suratlı garson da aynı kıyafeti giyerdi ama onun üstünde kostüm gibi dururdu. Bir kuzendi sanırım.

Orada çalışabilmek için bir tür kan .bağı olması gerekirdi sanırım. Haftanın yedi günü gece ikiden sabah dokuz ya da ona kadar açıktılar. Bir içkiye üç dolar alıyorlardı; bu yüksekti biraz ama geç saatlerde açık olan diğer barlara göre fena değildi. Bardağı da iyi doldururlardı. Bira iki dolardı. Birçok içkiyi karıştırırlardı ama pousse-cafe kokteyli ısmarlayacağınız bir yer de değildi. Polisin Morrisseyler’e zorluk çıkardığını hiç sanmıyorum. Ön tarafta neonlu bir tabela yoktuysa da o kadar da bilinmeyen bir delik değildi burası. Polis biliyordu ve o akşam da Midtown North’dan bir iki görevli ve Brooklyn’den çok eskiden tanıdığım bir detektif gözüme çarpmıştı. Salonda iki siyah adam vardı; ikisini de tanıyordum. Birini sık sık boks maçlarında ön taraflarda görüyordum, diğeri de bir senatördü. Morrisseyler’in barlarını açık tutabilmek için para yedirdiklerinden şüphem yoktu ama paranın da ötesinde güçlü bağlantıları vardı, yerel politik merkezlere uzanan bağlar. Đçkiyi sulandırmaz, bolca koyarlardı. Bir insan için yeterli bir karakter referansı sayılmaz mıydı bu? Dışarıda bir çatapat daha patladı.

Bu seferki bir ya da iki blok uzaktaydı ve sohbetleri yarıda kesmedi. Masamızda CBS’deki şahıs, kutlamaları hızlandırdıklarından şikâyet etti. “Ayın dördü Cuma değil mi? Bugün nedir? Biri mi?” “Đki saatten beri ayın ikisi.” “Öyleyse daha iki gün var. Neden acele ediyorlar?” “Havai fişek atıp, kaşınıyorlar” dedi Bobby Ruslander. “En kötüsü kimler biliyor musunuz? Allanın belası sarı benizliler. Bir ara Çin Mahallesi’nin yakınlarında oturan bir kızla beraberdim. Gecenin yarısında, Roma fişekleri, çatapat, ne istersen patlardı. Yalnızca Temmuz’da değil, yılın herhangi bir zamanında. Havai fişek patlatmaya gelince orada hepsi çocuk gibidir.” “Ortağım bara Küçük Saygon adını vermek istedi” dedi Skip. “Ben, John dedim, Allahaşkına, insanlar Çin lokantası olduğunu düşünecekler. Rego Park’tan aileler akın akın gelecek moo goo gai pan ısmarlayacaklar. O da Saygon’un Çin’le ne ilgisi var dedi. Bak John dedim, bunu sen biliyorsun, ben biliyorum, ama Rego Park’tan insanlar için, yokuş, yokuştur ve hepsi sonuçta moo goo gai pan’a çıkar.

” Billie “Peki, ya Park Yokuşu’ndan insanlara göre?” dedi. “Park Yokuşu’ndan insanlara ne olmuş?” dedi Skip, kaşlarını çatarak. “Park Yokuşu’ndaki insanlar. Park Yokuşu’ndaki insanları boşver.” Bobby Ruslander’ın sevgilisi Helen ciddi bir sesle Park Yokuşu’nda bir teyzesinin oturduğunu söyledi. Skip onun yüzüne baktı. Ben bardağımı kaldırdım. Boştu. Etrafta sakalsız garsonu ya da kardeşlerden birini arandım. Yani kapı ardına kadar açıldığında ben tam oraya bakıyordum. Aşağıdaki girişte bekleyen erkek kardeş içeri doğru sendeledi, bir masanın üzerine yığıldı. Đçkiler döküldü, bir iskemle devrildi. Onun arkasından iki adam içeri daldı. Biri 1.80 boyunda, diğeri biraz daha kısaydı.

Đkisi de zayıftı. Đkisi de blucinli ve tenis ayakkabılıydı. Uzun olanı bir beyzbol ceketi giymişti, diğerinin üzerinde kraliyet mavisi naylon bir rüzgârlık vardı. Đkisi de başlarına beyzbol şapkası geçirmiş, ağızlarını ve yanaklarını da üçgen biçiminde bağladıkları kan kırmızısı bir mendille saklamışlardı. Her birinin elinde birer tabanca vardı. Birisinin bir revolveri, ötekisinin uzun namlulu bir otomatiği vardı. Otomatiği olan onu yukarı doğru kaldırdı ve çinko kaplı tavana iki el ateş etti. Çıkardığı ses ne çatapata ne de el bombasına benziyordu. Đçeri girmeleriyle çıkmaları bir oldu. Biri anında barın arkasına geçti, eğildi ve Tim Pat’in gecenin hasılatını topladığı bir Garcia y Vega puro kutusu ile ortaya çıktı. Barın üstünde IRA’lı tutukluların aileleri için yapılan nakit para yardımlarının bulunduğu cam bir kavanoz vardı. Kavanozun içine elini daldırdı ve kağıt paraları topladı, bozuklukları bıraktı. O bunları yaparken uzun boylu olanı da tabancasını Morrisseyler’in üzerine doğrultmuş, ceplerim boşalttırıyordu. Cüzdanlarından paraları, Tim Pat’ten de bir kâğıt para rulosu aldı. Kısa boylu olanı puro kutusunu yere koydu, salonun arka tarafına gitti, Moher Yamaçları’nı gösteren, çerçevelenmiş bir Aer Lingus Posterini kaldırarak kilitli bir dolap ortaya çıkardı.

Kilidi tabancayla uçurdu, metal bir kutu çıkardı, açmadan kolunun altına yerleştirdi, puro kutusunu da bıraktığı yerden alarak kapıdan fırladı, merdivenlerden koşarak indi. O binadan çıkana kadar ortağı silahını Morrisseyler’in üzerinden ayırmadı. Tabancayı Tim Pat’in göğsüne doğrultmuştu ve bir an için ateşleyeceğini düşündüm. Silahı uzun namlulu otomatik olanıydı, tavana iki el ateş etmişti ve Tim Pat’e ateş etseydi hedefini şaşacağını hiç sanmıyordum. Bu konuda yapacağım hiç bir şey yoktu. Sonra o an geçti. Silahlı adam yüzündeki mendili kabartarak ağzından nefes aldı. Geri geri giderek kapıdan çıktı ve merdivenlerden aşağı koştu. Hiç kimse hareket etmedi. Sonra Tim Pat kardeşlerinin biriyle, aşağıda kapıyı bekleyenle, fısıltılı bir mülakatta bulundu. Bir dakika sonra kardeşi başını salladı ve salonun arka tarafında açık duran dolaba doğru yürüdü. Kapattı ve Moher Yamaçları Posterini eski yerine koydu. Tim Pat öteki kardeşiyle de konuştuktan sonra boğazını temizledi. “Baylar” dedi sakalını sıvazlayarak. “Baylar, şahit olduğunuz gösteriyi izah etmek için bir dakikanızı almak istiyorum, iki iyi arkadaşımız bir kaç dolar borç almak için geldiler, biz de seve seve verdik.

Hiçbirimiz kim olduklarını çıkaramadık. Görünüşlerine dikkat etmedik ve eminim bu odada hiç kimse onları bir daha görse tanıyamayacak.” Parmaklarını uçlarıyla geniş alnına vurdu ve tekrar sakalını sıvazladı. “Beyefendiler” dedi, “içki ikramımızı kabul ederseniz beni ve kardeşlerimi şereflendirirsiniz.” Ve Morrisseyler herkese içki ısmarladı. Bana burbon, Billie Keegan’a Jameson, Skip için skoç, Bobby için brendi ve Billie Keegan’a Jameson, Skip için skoç, Bobby için brendi ve sevgilisi için sodalı skoç. CBS’den adama bira, barmen Eddie’ye brendi. Herkese içki -polislere, siyah politikacılara, bir oda dolusu garsona, barmene ve gece insanlarına. Đçerde bedava içki, dışarıda maskeli ve silahlı bir takım adamlar varken kimse kalkıp gitmedi. Sinekkaydı tıraşlı yeğen ve iki kardeş içkileri dağıttı. Tim Pat bir kenarda kollarını kavuşturmuş, yüzü ifadesiz bir halde durdu. Herkese içkisi verildikten sonra kardeşlerinden biri Tim Pat’e bir şeyler fısıldadı ve bozukluklar hariç bomboş olan cam kavanozu gösterdi. Tim Pat’in yüzü karardı. “Baylar” dedi, oda sessizleşti. “Baylar, karışıklık sırasında Norad’a, Kuzey’deki politik mahkûmların bahtsız eş ve çocukları için yapılan yardımlar da alındı.

Bizim kaybımız bize aittir. Bana ve kardeşlerime. Bunun sözünü etmeyeceğiz artık ama orada, Kuzeydekiler, parasız ve aç…” Nefes almak için bir an sustu sonra daha alçak bir sesle devam etti. “Kavanozu dolaştıracağız, bir kaçınız bir şeyler verirse Tanrı sizden razı olsun.” Herhalde bir yarım saat daha kaldım, daha uzun değil. Tim Pat’in ısmarladığı içkiyi içtim, sonra bir tane daha içtim, bu da yetti. Billie ve Skip benimle birlikte çıktı. Bobby ve kız arkadaşı biraz daha kalacaklardı, Vince çoktan gitmişti, Eddie başka bir masaya katılmıştı ve O’Neal’de garsonluk yapan uzun boylu bir kızı tavlamaya çalışıyordu. Gökyüzü açık, sokaklar bomboş, tan vakti sessizdi.’ Skip “Eh, Norad yine de kazançlı çıktı. Frank ve Jesse kavanozdan pek fazla bir şey almış olamazlar, kalabalık da yeniden doldurmak için epey çıkıştırdı” dedi. “Frank ve Jesse?” “Şu kırmızı mendilliler. Bilirsin işte Frank ve Jesse James. Kavanozdan aldıkları beşlik onluktu. Oysa boş kavanoz onluk ve yirmiliklerle dolduruldu, dolayısıyla şu Kuzeydeki zavallı eşler ve veletler kazançlı çıktı.

” Billie “Morrisseyler ne kaybetti dersin?” dedi. “Hiç bilemiyorum. O çelik kutu sigorta kâğıtları ve azize annelerinin resimleriyle dolu olabilir tabii ama buna hiç kimse ihtimal vermez, değil mi? Bahse girerim, Derry ve Belfast’taki cesur delikanlılara bir sürü silah göndermeye yetecek kadar parayla tüydüler.” “Soyguncuların IRA olduklarını mı düşünüyorsun?” “Yok canım” dedi. Sigarasını oluğa attı. “Morrisseyler’in öyle olduklarını düşünüyorum. Bence paralan oraya gidiyor. Şöyle ki…” “Hey, dostlar, ne haber?” Döndük. Tommy Tillary adında bir adam bize el sallıyordu, iri kıyım bir adamdı, toplu yanakları, büyük bir çenesi vardı. Göğsü ve göbeği de büyüktü. Yazlık bordo rengi bir lazer ve beyaz pantolon giymişti. Bir kravat da takmıştı. Hemen her zaman kravat takardı. Birlikte olduğu kadın kısa boylu ve toplucaydı. Açık kahverengi saçlarında kızıl pırıltılar vardı.

Dar, solmuş bir blucinle dirseklerine kadar sıvanmış pembe bir gömlek giymişti. Çok yorgun ve biraz sarhoş görünüyordu. “Carolyn’i tanıyorsunuz değil mi? Tabii tanıyorsunuz” dedi adam. Hepimiz Carolyn’e merhaba dedik. Tommy “Otomobilim köşede, herkese yer var. Sizi gideceğiniz yere bırakayım” dedi. “Güzel bir sabah” dedi Billie. “Yürümeyi tercih ederim, Tommy.” “Ya, öyle mi?” Skip’le ben de aynısını söyledik. “Yürüyerek biraz alkol atarız” dedi Skip. “Daha rahat uyuruz.” “Emin misiniz? Bana hiç zahmet olmaz.” Biz emindik. “Şey, oraya kadar birlikte yürüyebilir miyiz? Şu gösteri insanın sinirlerini bozabiliyor.” “Tabii Tom.

” “Güzel sabah, ha? Bugün çok sıcak olacak ama şu an güzel. Yemin ederim, vuracak sandım, adı neydi, Tim Pat’i. Suratındaki ifadeyi gördünüz mü?” “Bir an geldi” dedi Billie. “Đki türlü de olabilirdi.” “Silahlar patlamaya başlarsa hangi masanın altına saklanacağımı düşünüyordum. Allanın cezası ufacık masalar, biliyor musunuz, insanın kendini koruyacağı pek bir şey yoktu.” “Evet, fazla bir şey yoktu.” “Ben de geniş bir hedefim değil mi? Ne sigarası içiyorsun Skip, Camel mi? Bir tane alabilir miyim? Ben filtreli içiyorum, gecenin bu saatinde hiç tad alamıyorum. Teşekkürler. Ben mi hayal görüyorum yoksa içerde bir iki polis var mıydı?” “Bir kaç tane vardı.” “Görevde değilken de silahlarını taşıyabiliyorlar değil mi?” Bu soruyu bana sormuştu. Bu konuda bir yönetmelik olduğunu onayladım. “Hiç olmazsa birinin bir şeyler yapabileceğini düşünüyor insan.” “Yani soygunculara silah çekmeyi mi kastediyorsun?” “Bir şeyler işte.” “Đnsanları öldürmenin iyi bir yolu” dedim.

“Öyle kalabalık bir salona kurşun yağdırmak.” “Kurşun sekme tehlikesi olabilir, sanırım.” “Neden böyle bir şey söylüyorsun?” Sesimdeki sertliğe şaşarak yüzüme baktı. “Şey, tuğla duvarlardan herhalde” dedi. “Çinko tavana sıktığı kurşun bile sekebilir, zarar verebilirdi sanırım. Değil mi?” “Olabilir” dedim. “Böyle durumlarda birileri silahlarını ateşlememişse görevde ya da görev dışı olsun, polis bir şeyler başlatmaz. Bu gece içerde herhalde elleri silahlarının üstünde hazır bekleyen bir iki kişi vardı. Eğer o adam Tim Pat’i vursaydı büyük olasılıkla kurşun yağmuru altında kaçmaya çalışacaktı.” “Ateş edecek kadar ayıklarsa.” “Dediklerini anlıyorum” dedi Tommy. “Matt, bir iki yıl önce sen bir barda bir soygunu engellemedin miydi? Birileri bu konuda bir şeyler anlatmıştı.” “O durum biraz farklıydı” dedim. “Ben harekete geçmeden onlar barmeni vurup öldürmüşlerdi. Ben içerde ateş etmedim.

Onların arkasından sokağa çıktım.” Düşündüm. Bir sonraki bir iki cümleyi söyleyemedim. Kendime geldiğimde Tommy soyguncuların herkesi soymasını beklediğini söylüyordu. “Bu gece bir sürü insan vardı salonda” dedi. “Gece çalışanları, iş yerlerini kapamış, yanlarında bol nakit para taşıyan insanlar. Şapkayı dolaştıracaklarını düşünürsün değil mi?” “Aceleleri vardı herhalde.” “Yanımda yalnızca iki yüz vardı ama yine de mendilli adamlara vermeyi istemezdim doğrusu. Soyulmadığın için o kadar rahatlıyorsun ki kavanozu geçirdiklerinde cömert davranıyorsun. Ne için geçirmişlerdi? Norad mı? Dullara ve yetimlere yirmi papel verdim, hiç düşünmeden.” “Hepsi bir oyundu belki de” dedi Billie Keegan. “Adamlar aile dostları ve Norad’a katkıları arttırmak için bir iki haftada bir böyle bir oyun oynuyorlar.” “Tanrım” dedi Tommy gülerek. “Đlginç olurdu, değil mi? Đşte benim Riv. Hepimizi rahatlıkla alır.

Fikrinizi değiştirin, sizi evlerinize bırakayım.” Hepimiz yürüme kararında kaldık. Đçi beyaz deri döşemeli, kestane rengi bir Buick Riviera’ydı. Carolyn’i oturtturduktan sonra öbür yana geçerek kendi kapısını açtı ve kadının eğilip kapının kilidini açmamasına yüzünü ekşiterek içeri girdi. Onlar gittikten sonra, Billie “Bir bir buçuğa kadar Armstrong’un Yeri’ndeydiler. Onları bu akşam bir daha göreceğimi düşünmüyordum. Umarım bu gece Brooklyn’e dönmüyordur” dedi. “Orada mı oturuyorlar?” diye sordu Skip. “Tommy orada oturuyor. Kadın buralarda bir yerde oturuyor. Adam evli. Yüzük takmıyor muydu?” “Hiç farketmedim.” “Carolyn, Caroline’dan” dedi Billie. “Böyle tanıştırdı onu. Bu gece adamakıllı sarhoştu değil mi? Armstrong’dan ayrıldıklarında onu eve götürdüğünü düşünmüştüm, aslında götürdü de herhalde.

Daha önce bir elbise giyiyordu, değil mi Matt?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir