Maksim Gorki – Klim Samgin’in Yasami (1. Cilt)

Maksim Gorkiy, Klim Samgin’in Yaşamı romanını en önemli yapıtı olarak kabul eder. Ayak Takımı Arasında oyunu dışında, Gorkiy’nin, üzerinde en çok tartışılan yapıtıdır. Gladkov, romanın güç algılandığını, kahramanın yaşamının gereksiz uzatıldığını, romanın oldukça soğuk bir hava taşıdığını, dolayısıyla başarısız olduğunu öne sürerken, Vasiliy Fedorov, “özellikle güncel ve global oldu ğunu ve yeterince değerlendirilmediğini” belirtmiş, Rekemçuk da, “bu, biz edebiyatçılar için yeni dersler alınabilecek bir kitaptır,” diye vurgulamıştır. Dünyanın en uzun romanlarından biri olarak kabul edilen Klim Samgin’in Yaşamı, 1925-1936 yılları arasında yazılmıştır ve Gorkiy’nin son ve en önemli, aynı zamanda üzerinde en çok tartışılan yapıtıdır. Yazar, 1870’li yılların ortalarından ba şlayarak 1917 devrimine kadar çelişkilerle, kavgalarla ve düşünsel çatışmalarla geçen dönemin ruhsal ve entelektüel yaşamını ortaya koymakta, dönemin barometresi sayılan, toplumdaki siyasal kamplaşmaları ve sınıf bilinci gelişimini çok kesin olarak yansıtan orta sınıf Rus aydın kesimine özel bir yer vermektedir. Klim Samgin’in Yaşamı, Sovyet edebiyatında, destansı boyutlara varan ilk ideolojik, toplumsal-felsefi aynı zamanda da toplumsal-psikolojik bir yapıttır. Yazar, yapıtını, söz konusu dönemdeki Rus ruhsal ya şamının bir kroniği olarak tanımlamaktadır. Lunaçarskiy, “bu yapıt uzun bir dönemin hareket halindeki panoramasıdır” demektedir. O dönemdeki pek çok tarihsel olay yapıtın sayfalarına yansımıştır: II. Nikolay’ın taç giyme töreni sırasında meydana gelen Hodın felaketi, 1896 Rusya Sanayi Fuarı, 9 Ocak 1905, Moskova Aralık ayaklanması, ilk devrimci çıkışlar, Rus-Japon Savaşı, I. Dünya Savaşı. Yapıtta, dönemin sert düşünsel-toplumsal savaşımı betimlenmiştir. Gorkiy, yozla şmakta olan halkçılığı (Narodnik düşüncesini), yeni belirmeye başlayan Dekadanlığı eleştirmiş, “legal Marksistlere”, liberal aydınlara, devrim karşıtlarına tavır almış, emperyalistlerin sömürüye dayalı ideolojisini suçlamıştır. Romanda yaratılan kahramanların özel yaşamlarındaki hareketlenmelerle tarihsel olaylar birbirleriyle yakından bağlantılıdır. Aydın tiplemelerin yanı sıra, işçilerin önderliğinde devrimci savaşıma hazırlanan halk kitleleri geniş bir fonda verilmiştir.


Ancak bilinçli olarak ba şkahramanın adını taşıyan romanın ana teması, burjuva ideolojisinin her biçimine, özellikle de bireyci burjuvaziye, yani Samginlere yönelik suçlamadır. “Samginlik” burjuva aydınının davranış biçimini karakterize etmektedir. Bu aydınlar, hiçbir partiye katılmamakta, bazen de devrimci yükselişin “arasına sızarak” devrimci görünme çabası içine girmektedirler. Bu tür aydınları, Gorkiy, yaşamda yönetici konuma geçme iddiasında olan sözde kahramanlar olarak suçlamaktadır. Gorkiy, Samgin’in partisiz bir “düşünür”, herkesin üzerinde olan sözde bağımsız kişilik maskesini düşürmektedir. Yazar, burjuva aydınının ya şam pratiği ve ideolojisinin hakim sınıflara olan bağımlılığını birçok kez ortaya koymaktadır. Klim Samgin’i resmederken, Gorkiy, onun ruhsal değersizliğini, kendini beğenmişliğini, her şeyi basitleştirme eğilimini, tarihin akışını ve devrimi frenleme çabalarını da ortaya koymuştur. Bu yapıtta Gorkiy, Samgin ve benzerlerini yeryüzünden silecek olan “tarih mantığı”nı da göstermektedir. Güçlü işçi gösterisi, bir “kemik torbasına” çevirdiği Samgin’i yolunun üzerinden atmaktadır. Romanda, kapitalistlerin yararsız çabalayışları da Varavkin, Marina Zotova gibi önemli kahramanların kişiliğinde ortaya konmaktadır. Bu kişiler, burjuva düzenini korumak için her yolu denemektedirler. Bolşevik Stepan Kutuzov, Yolda ş Yakov ve devrimci kesimin diğer temsilcileri, düşünsel savaşımlarında Samgin’i ve onun “ruhani öğretmenlerini” ve yandaşlarını yenmektedirler. Kutuzov ve yandaşlarının gücü, Lenin’in düşüncelerini paylaşmalarından ve Bolşevik Partisi üyesi olmalarından kaynaklanmaktadır. Klim Samgin’in Yaşamı’nı yaratırken Gorkiy, Ekim Devrimi öncesi döneme, 1905 ve 1917 devrimleri sırasındaki sınıf savaşımı dönemlerine dayanmaktadır. Klim Samgin’in Yaşamı, Gorkiy’nin diğer devrim sonrası büyük yapıtları gibi, olağanüstü gerçekçiliğiyle, büyük çelişkilerin derin bir biçimde ortaya konmasıyla, geniş epik betimlemeleriyle ve felsefi zenginliğiyle dikkat çekmektedir.

Günümüzde de XX. yüzyılın en önemli yapıtlarından birisi olarak tüm güncelliğini korumaktadır. Gorkiy, Rusya tarihinin sert çelişkilerle, kavgalarla ve düşünsel çatışmalarla dolu, sorunlu ve karmaşık dönemindeki ruhsal ve entelektüel yaşamı ortaya koymaya çalışmıştır. Destansı romanının I. cildini bitirdiğinde, “XIX. yüzyılın sonunda ve XX. yüzyılın başında ortaya çıkan tüm sınıfları, akımları, yönelimleri ve cehennemi kargaşayı betimlemek zorundayım,” demektedir. Romanda o dönemin barometresi sayılan Rus aydın kesimine, özel bir yer verilmektedir, zira bu kesim, tüm toplumdaki siyasal gruplaşmaları ve sınıf bilinci gelişimini çok kesin ve bilinçli olarak yansıtmaktadır. Böylesine önemli bir yapıtı Rusça aslından ilk kez dilimize kazandırıp, 1917 Ekim Devrimi’nin 90. yıldönümünde okuyucuyla buluşturmaktan kıvanç duyuyoruz. Birinci Bölüm KLİM SAMGİN’İN YAŞAMI 40 YIL İvan Akimoviç Samgin özgün şeylerden hoşlanırdı; bu nedenle karısı ikinci erkek çocuğunu doğurduğunda, lohusa kadının yatağının başucuna oturarak onu ikna etmeye çalıştı: “Baksana, Vera, ona az rastlanan bir ad koysak? Bu sayısız İvanlardan, Vasililerden gına geldi… ne dersin?” Doğum sancılarından yorgun düşmüş olan Vera Petrovna yanıt vermedi. Kocası, açık mavi gözlerini pencereye, rüzgârın dağıttığı bulutların ırmaktaki buz parçalarını ve bataklığın yosunlu tümseklerini anımsattığı gökyüzüne dikerek bir süre daldı. Samgin, daha sonra küt parmaklarını havada sallayarak kaygılı bir biçimde saymaya başladı: “Hristofor? Kirik? Vukol? Nikodim?” Her adı listeden düşer gibi havada bir jest yapıyordu ve birkaç sıra dışı adı ayırdıktan sonra memnun bir ifadeyle haykırdı: “Samson! Samson Samgin! İşte! Bu hiç fena değil! Kutsal kitap kahramanının adı, soyadı ise Samgin. Benim soyadım da özgündür zaten!” Eşi, “karyolayı sarsma” diye usulca rica etti. Özür diledi, dermansız ve garip bir biçimde ağırlaşmış elini öptü; gülümseyerek sonbahar rüzgârının öfkeli ıslığını, bebeğin acıklı viyaklamasını dinledi.

“Evet, Samson! Halkın kahramanlara gereksinimi var. Ama… yine de biraz düşüneceğim. Belki de Leonid olabilir.” Yeni doğan bebeği kundaklamakta olan ebe Mariya Romanovna sertçe uyardı: “Saçma şeylerle Vera’yı yoruyorsunuz.” Samgin eşinin kansız yüzüne baktı, yastığa dağılmış ender rastlanan altın sarısı ay ışığını andıran saçlarını düzeltti ve sessizce odadan çıktı. Lohusa yavaş yavaş toparlanıyordu, bebek ise zayıftı. Çocuğun yaşayamayacağından korkan Vera Petrovna’nın şişman ama sürekli hasta anası, onu hemen vaftiz ettirmek istedi; vaftiz ettiler ve Samgin suçlu suçlu gülümseyerek: “Veracık, ona son anda Klim adını vermeye karar verdim. Klim! Sıradan bir halk adı; hiçbir sorumluluk da yüklemiyor. Sen ne dersin, ha?” dedi. Kocasının mahcubiyetini ve ev halkının hoşnutsuzluğunu fark eden Vera onayladı: “Benim hoşuma gitti.” Onun sözleri ailede yasa sayılırdı; Samgin’in şaşırtıcı davranışlarına ise alışkındılar; sık sık sıra dışı davranışlarla insanları şaşırtmasına karşın, aile içinde ve tanıdıklar arasında her işi yolunda giden mutlu bir kişi olarak tanınırdı. Ancak çocuğun bu alışılmadık adı, daha yaşamının ilk günlerinden itibaren onu fark edilir biçimde rahatsız etmeye başladı: Tanıdıkları, çocuğu dikkatle süzerek birbirlerine “Klim mi?” diye soruyorlardı ve neden Klim adı verildiğini anlamaya çabalıyor görüntüsü içindeydiler. Samgin açıklıyordu: “Ona Hestor ya da Antip adını vermek istedim, ama biliyorsunuz ki, bu çok aptalca bir seremoni; papazlar, ‘şeytanı yadsıyor musun?’, ‘üfle’, ‘tükür’ gibi sözler…” Ev halkının, yeni doğan çocuğa, iki yaşındaki ağabeyi Dmitri’ye kıyasla daha temkinli yaklaşması için bir nedeni vardı; Klim’in sağlığı iyi değildi ve annesinin gösterdiği sevgi de bunu güçlendiriyordu; babası ona anlamsız bir ad koyduğu için kendisini suçlu hissediyor, ninesi bu adı “köylüce” bularak çocuğun onurunun kırıldığını söylüyor, Klim’in çocukları seven, öksüzler için kurulan zanaat okulunun kurucusu ve onursal koruyucusu olan, pedagoji ve hijyen işleri ile ilgilenen dedesi ise zayıf Klim’i sağlıklı Dmitri’ye açıktan açığa yeğliyor, çocuğun sağlığı konusunda giderek artan kaygılarıyla torununu güç duruma sokuyordu. Klim’in yaşamının ilk yılları, birçok kişinin cesaretle ve savunmasızca kendisini “örs ve çekiç” arasına, yani yetenekli Alman prensesinin doğurduğu beceriksiz çocukların hükümetiyle, kölelik hukuku ile sersemleşmiş cahil halk arasına soktukları umutsuz özgürlük ve kültür savaşı yıllarına rastlar. Çarlık yönetiminden haklı olarak nefret duyan dürüst insanlar, büyük bir içtenlikle “halkı” seviyorlar ve onu yeniden yaşama kavuşturma ve kurtarma çabası içine giriyorlardı.

Mujik’i daha kolay sevebilmek için, onu sıra dışı ruhsal güzelliğe sahip bir varlık olarak görüyor, günahsız bir çilekeş tacıyla ve kutsal hale ile süslüyor, mujiklerin çektikleri fiziksel acıları, acı veren Rus yaşam gerçeğinin ülkenin en iyi insanlarına bolca bahşettiği manevi acıların üzerinde tutuyorlardı. Dönemin duyarlı ozanının öfkeli inlemeleri bir marş niteliğindeydi ve özellikle ozanın halka yönelttiği soru, endişeyle vurgulanıyordu: “Uyanacak mısın, ey güç? Ya da elinden gelen her şeyi yaptın mı, Yazgının yasasına boyun eğerek? İnlercesine bir şarkı yarattın, Ve ruhça öldün mü sonsuza dek?” Kültür yaratma özgürlüğü uğruna savaşım verenlerin acıları saymakla bitmiyordu. Ancak, tutuklama, zindana atma, Sibirya’ya sürgüne gönderme gibi uygulamalar, yüzlerce genci daha da ateşledi ve hükümetin her yere ulaşabilen acımasız sistemine karşı verilen savaşımı sertleştirdi. Bu savaşımda Samgin ailesi de acı çekti: İvan’ın ağabeyi Yakov, iki y ıl kadar hapis yattıktan sonra Sibirya’ya sürüldü; oradan kaçmaya çalışsa da yakalanarak Türkistan’da bir yere nakledildi. İvan Samgin de tutuklanmaktan ve hapisten kurtulamadı, daha sonra da üniversiteden atıldı. Vera Petrovna’nın kuzeni, Mariya Romanovna’nın kocası sürgüne gönderilirken yolda, Yalutorovsk’ta öldü. 79 yılı baharında Solovyev’in korkusuzca ateşlediği silahın sesi yankılandı, yönetim de buna Asyalı tarzı baskılarla karşılık verdi. O dönemde bir avuç kadın ve erkeğin oluşturduğu kararlı bir grup, Çar’a karşı ortak bir savaşıma girmişti. İki yıl boyunca vahşi bir hayvanmışçasına peşinden koşarak Çar’ı avlamaya çalıştılar, sonunda onu öldürdüler ama hemen yoldaşlarından birisinin ihanetine uğradılar; ihanet eden kişi, II Aleksandr’ı öldürmeyi denemiş, ancak Çar’ın trenini havaya uçuracak mayının tellerini son anda yine kendisi kesmişti. Öldürülen Çar’ın oğlu III. Aleksandr da babasının yaşamına kastetmiş olan bu kişiyi “saygın yurttaş” unvanıyla ödüllendirmişti. Kahramanlar yok edildiklerinde, ki bu hep böyle olur; umutları uyandıran, ancak onları gerçekleştirmeyen kişi olmakla suçlanırlar. Eşit olmayan bu savaşımı uzaktan hoşgörüyle izleyen insanlar, yenilgiden dolayı, savaşçıların sağ kalan dostlarından daha fazla acı duyar. Birçoğu derhal ve hiç düşünmeksizin kapılarını kahramanların arta kalanlarına kapayıverdiler; daha dün kendilerinde hayranlık uyandıran bu kişiler, şimdi yalnızca kendilerine kara çalınmasına neden olabilirlerdi. Zamanla, tarihsel oluşum sürecinde bireyin önemi konusunda kuşku içeren eleştiriler başladı ve bu eleştiri birkaç on yıl sonra yerini, yeni bir kahramana, “sarışın iblis” Friedrich Nietzsche’ye duyulan sınırsız bir coşkuya bıraktı.

İnsanlar çabucak bilinçlendi ve Spencer’in, “gelişmemiş bir içgüdüden dikkate değer bir davranış beklenemez”, sözüyle uzlaşarak güçlerini ve yeteneklerini “kendini tanımaya”, bireysel yaşamın sorunlarına odakladı. Zaman geçirmeden, “dönemimiz büyük sorunlar dönemi değildir,” sloganını kabullenmeye yöneldi. Büyük olasılıkla şeytanın yarattığı kötülüğün gücünü şaşırtıcı bir duyarlılıkla fark eden ve kendisini açıkça ortaya koyan bu dâhi sanatçı, birçok beyefendinin uşakları gibi köle olduğu bu ülkede çılgınca haykırıyordu: “Boyun eğ, mağrur adam! Sabırlı ol, mağrur adam!” Bunun hemen ardından, ikinci bir dehanın, daha az güçlü olmayan sesi çınlıyordu; buyururcasına ve ısrarlı bir biçimde, kişiyi özgürlüğe yalnızca bir yolun götürebileceğini, bu yolun “kötülüğe karşı güç kullanmama” olduğunu vurguluyordu. 1 Samginlerin evi o yıllarda, ev sahibesinin tüm ışıkları söndürme telaşında olmadığı nadir evlerdendi. Arada bir de olsa, suratsız, huysuz kişiler Samginleri ziyarete gelirdi; odaların köşesinde, gölgede oturuyor, az konuşuyor, tatsız bir biçimde gülüyorlardı. Farklı boyda, farklı giysiler içinde, tuhaf bir biçimde, aynı birliğin erleri gibi, birbirlerine benziyorlardı. “Buralı” değildiler; bir yerlere gidiyor, yol üstünde Samginlere uğruyor, ara sıra da yatıya kalıyorlardı. Onları birbirlerinden farksız kılan şeylerden biri de, Mariya Romanovna’nın sert sözlerini hep sessizce dinlemeleri ve görülen o ki, ondan korkmalarıydı. Baba Samgin ise onlardan korkuyordu. Küçük Klim, babasının onların karşısında yumuşak ve güzel ellerini suçlu suçlu ovuşturduğunu ve ayağını salladığını görüyordu. Bunlardan esmer, sakallı ve herhalde çok pinti olan birisi sertçe şöyle demişti: “Senin evinde, İvan, her şey Ermeni fıkrasında olduğu gibi, ama en az on katı fazlasıyla aptalca. Bana bir geceliğine neden iki yastık ve iki mum verdiniz ki?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir