Mickey Spillane – Merdivenden Kan Akiyor

Bizim ahbap yüzü koyun yerde yatıyordu. Sırtında pijaması, sağ elinde benim emektar 45 lik tabancam vardı. Kafatası bir kurşunla patlamış, beyni karyolanın önündeki halının üzerine akmıştı. Gözlerimi açar açmaz işte bu manzarayı gördüm. Birisi suratımı ıslak bir bezle hoyrat hoyrat oğuşturuyor, aklımı başıma getirmek için yaptığı bu hareket kendimi toplamama büsbütün mani oluyordu. — Dur be herif! Bırak! diye bağırdım. Bu şartlar İçinde olup bitenleri hatırlamak kabri değildi. Gözlerimi her aralayışta kocaman 45’liğimden başka bir şey göremez olmuştum. Yüzümde dolaşan ıslaklık beni neredeyse boğacak, zonklayan beynim, neredeyse, yerde yatan herifin beyni gibi kafatasından dışarıya uğrayacaktı. Nihayet can havliyle kendimi kurtarmak istedim, suratımı oğuşturan eli hızla ittim. El derekap boğazıma sarıldı. Sağ yumruğumu var kuvvetimle savurdum. Hafif bir inilti duyuldu. Beni ayıltmağa çalışan dev gibi polis iki kat olmaya başladı. Bir başkası: — Vay haydut vay! Alacağın olsun! diye üstüme yürüdüğü zaman koridorda ayak sesleri işiterek durdu.


İçeriye New York polisinin Cinayet Kısmı Şefi Pat Çambers’in girdiğini görünce: — Hay çok yaşa Pat, diye sevindim, her zaman hızır gibi imdadıma yetişirsin. Pat, böyle iltifatlarla kibirlenip sırıtacak halde olmamalı ki: — Fitil gibi ziftlenecek sırayı da nasıl bilirsin! diye çıkıştı. -Sonra polislere döndü:- Hiçbir şeye dokunmadınız ya? Cevap veren olmadı. Yumruğumu midesine yiyen herifi bir iskemleye oturtmuşlardı. Oturduğu yerden: — Karnıma vurdu, diye şikâyet etti, karnıma değil, kasıklarıma doğru. ikinci polis tasdik etti: — Evet, sorguya çekiyorduk. Marşal’ı apansız yumrukladı. Pat yanıma yaklaştı: — Nasılsın Mayk? Aklın başına geldi mi? Islak havluyu aldım. Yüzümü bir müddet masajladım. Ellerimin titremesi geçince Pat banyoya gitmeme yardım etti, başımı musluğun altına soktu. Sonra pijamamı yırtar gibi çıkardı. Duşu açtı. Vücuduma değen soğuk su ile biraz kendimi topladım. Ben bu işi bitirirken Pat da ömrümde içmediğim kadar sert bir kahve hazırlamıştı. Fincanı alırken gülümsedim.

Somurtarak başını çevirdi. Şu anda benimle aynı dünyada yaşadığından eza duyduğu belliydi. — Maskaralık istemez Mayk, diye homurdandı, bu sefer belânın dibinde yüzüyorsun. Aklını başına devşirmedin mi mahvolduğun gündür. — Beni korkutmaya çalışma! Biz böyle işleri çok gördük aslanım! — Bir de sıkılmadan efeleniyor! Şu kapının ötesinde ne var bakalım? — Henüz bunamadım. Kafası patlamış bir ceset. — Evet! Kafası patlamış bir adam. Dün gece buraya beraber geldiğimiz zaman kafası böyle patlak değildi sanırım. Elinde senin 45’liğin… Fazladan leş gibi sarhoşsun. Bütün bunlar ne manaya gelir? — Gayet basit: ben hastalanmışım. Uykuda gezmek hastalığına tutulmuşum da herifi uyku sersemi temizlemişim. En hoş tarafı da hiçbir şey hatırlamıyorum. — Hatırlamaya mecbursun. İster istemez hatırlayacaksın. Olup bitenleri öğrenmemiz lâzım.

— İçerdekiler hepsi polis mi? -— Hiç şüphen olmasın, hepsi polis, hepsi de işin içyüzünü öğrenmeye uğraşıyor. Mesele şu: saat üçe doğru bitişik odada yatan karı koca bir gürültü duyuyorlar, gürültüyü silah sesine benzetiyorlar ama, buna ihtimal vermediklerinden «Bir otomobil eksozu patlamıştır» diyorlar. Sabahleyin otelin bu katına bakan hizmetçi kadın kapınızı açıp manzarayı görünce bir feryat koparıp bayılıyor. Bize telefon ettiler. Gelip yetiştik. Şimdi söyle bakalım neler oldu? — Canım çıksın ki hiçbir şey hatırlamıyorum. — Hatırlayamamakta devam edersen canının çıkacağından hiç şüphen olmasın, hem de halisinden bir elektrikli sandalyeye oturtularak. New York polisinin en iyi yürekli, en kabiliyetli elemanına dikkatle baktım. Pat şaka etmiyordu. Yüzü keder içindeydi. Beni ne kadar çok sevdiği somurtkan çocuk duruşundan anlaşılıyordu. İçimden eski dostum Pat Cambers’i sımsıkı kucaklamak arzusu geldi. Her şey aleyhimde olduğu halde sevgili Pat benden yana idi. Öfkesine ve resmî durumuna rağmen bunu sağlamaya bile lüzum görmüyordu. Midem kabardı.

Musluğu tutarak küvetin içine uzun uzun öğürdüm. Pat dışarı çıkıp elbiselerimi getirdi. Ellerim yeniden titremeye başladığından zorla giyindim, kravatımı müşkülâtla düğümledim. Yatak odasına döndüğümüz zaman yumrukladığım polis inlemeyi kesmişti. Suratına baktım. Öyle pis bir manzarası vardı ki insan böyle bir suratı ölünceye kadar taşımaya katlandığı için bu herifi her adım başında keyifle dövebilirdi. Gözleri kinle dolmuştu. Pat olmasa işimi bitiriverecekti. Üniformalı polislerle iki sivil de aynı şeyi düşünüyorlar, «Biraz müsaade edin de şunun aklını başına getirelim» mânasında yumruklarını sıkıyorlardı. Pat bana bir iskemle gösterdi: — Şuraya otur Mayk, dedi, otur da başından başla! Hiçbir şey unutmamaya çalış. Gözlerimi cesede çevirdim. Kafasına bir büyük havlu atmışlardı. — Adı Çester Viler, diye anlatmaya giriştim, Ohio’da babasından kalma büyük bir ma ğaza işletiyor. Bir karısı, iki çocuğu var. Newyork’a iş için gelmiş.

— Ne zaman, nerede tanıştınız? — 1945’de, Sonsi’de, askerden terhis edildiğim zaman tanıştık. O sıralarda oralarda yatacak yer bulmak meseleydi. Ben bir otelde iki yataklı bir oda ele geçirmiştim. Bu da koridorda uyuyordu. Boş yatağı kendisine verdim. Çok sevindi. İyi oğlandı. Hava yüzbaşısıydı. Ama uçan cinsinden değil, iaşede filan galiba! Bir iki gün arkadaşlık ettik. Ondan sonra bir daha görüşmek nasip olmamıştı. Dün gece rastladım. Barlardan birisinde tek başına içiyordu. Çok kederli bir hali vardı. İnsanların sarhoşlukla birbirlerine nasıl kaynaştıklarını bilirsin. Kırk yıllık dost imişiz gibi kucaklaştık, öpüştük.

Sonra galiba yedi sekiz meyhane daha dolaştık. Burnumuzun ucunu göremez hale gelince, buraya nasılsa kapağı atmışız. Fazladan bir şişe alıp beraber getirdiğimizi, onu da burada içip tükettiğimizi hatırlıyorum. Sonra sızmışım. Demin, suratımı ıslak havlu ile silerken ayıldım. — Hepsi bu kadar mı?. — Bu kadar Pat. New York polisinin Cinayet Kısmı Şefi Pat Çambers odada gidip gelmeye başladı. Polislerden biri, deminki suale şimdi cevap vermeyi akıl etmiş olmalı ki: — Hiçbir şeye dokunmadık şef, dedi, her şey yerli yerinde. Pat başını salladı. Nihayet gelip cesedin önüne çömeldi. Ben de aynı hareketi yapmak istiyordum ama, midemin buna tahammül edemiyeceğini anladığımdan yerimden kalkmıyordum. Pat neden sonra: — İntihar olduğu meydanda! dedi. -Bana döndü-İntihar da olsa bu sefer hususi polis hafiyeliği ruhsatnameni elinden alırlar Mayk. — Ne hakları var? Madem ki intihar diyorsun.

Bunu ben öldürmediğime göre… Karnına yumruk attığım polis: — Ne malûm? diye söze karıştı. — Ne malûm mu? Çünkü ben insanları hiçbir zaman sarhoş olduğum sıralarda öldürmem, diye kendimi müdafaaya kalkıştım. Yahut ki öldürdüğüm herif namlı bir gangster olur. Edebini de bilmezse… — Bu hava başka hava! —- Hava bana vız gelir, ben senin gibi saksofoncu değilim. Pat homurdanarak ikimizi de susturdu. İşi olmayanları dışarı çıkardı. Biraz sonra adlî tıp mütehassısları, doktor ve savcı geldiler. Malûm tetkikat hemen yapıldı. Fotoğraflarla cesedin ve eşyanın vaziyeti tespit olundu. Neticede, ölüme sebebiyet veren silahın benim 45’liğim olduğu, üzerinde bana ve ölüye ait parmak izlerinin bulunduğu anlaşıldı. Bir aralık Pat telefon etmek için arkasını döner dönmez, karnına yumruk yiyen polis doktora yaklaştı: — Herşey intihar gibi görünüyorsa da, dedi, cinayet olmak ihtimali de kuvvetli. Çünkü bunlar fitil gibi sarhoşmuşlar. Sarhoşlukla dolaşmışlardır. Herif arkadaşını temizlemiş, sonra silahı eline sıkıştırmış olabilir. Biz böylelerini çok gördük.

Böyleleri arkadan bir şişe viskiyi dikerler, sarhoş numarasına geçerler. Doktor: — Bu da mümkün! diye başını salladı. Ben: — Pis dangalak! diye bağırarak polisin yakasına yapıştım. Az kalsın suratını dağıtıyordum ki Pat aramıza girdi. Cesedi alıp götürdüler. Herkes çıktı. Odada Pat’la yalnız kaldık. Bana koltuğu gösterdi. Kendisi elleri cebinde gidip gelirken: — Ergeç böyle bir belaya saplanacaktın Mayk, dedi, silahla bu kadar fazla oynamak iyi değildi. — Ne demek? Benim öldürmediğimi pek âlâ biliyorsun. — Beni bırak! Sen kendinden yüzde yüz emin misin? — Elbette eminim. Bir kere ölü gibi sızmış olmasam kurşun sesi duymaz mıydım? Mütehassıslar her tarafı inceden inceye tetkik ettiler. Barut izi bulamadılar. Sonra ben bu herifi durup dururken neden öldürecekmişim bakalım? Boş laflarla vakit kaybettiğinin farkında mısın? — Boş laflarla mı? Aşkolsun! Hâlâ anlamadın mı? Herif kendini öldürmüş de olsa senin ruhsatname gitti gider. Açlıktan geberirsin.

Mahkeme reisleri cebinde silah taşıyanların olup bitenlerin farkında olmayacak kadar içmelerini hoş karşılamıyorlar. Hakkı vardı. Hususi polis hafiyeliği ruhsatnamemin elimden alınması berbat bir şey olacaktı. Pat etrafa ümitsiz ümitsiz baktı. Yerde boş viski şişesi, bulaşık bardaklar, sigara izmaritleri… Masada kabzasına parmak izi aramak için beyaz toz sürülmüş tabancam, boş kovan. — Haydi gidelim! dedi. Beraber Polis Müdüriyetine gittik. Pat’ın odasında oturup mütehassısların vereceği kati raporu bekledik. Kocaman bir kül tablasını sigara artıklarıyla tıka basa doldurduğumuz zaman telefon çaldı. Pat birkaç dakika dinledi. Bitirince: — Ne var? diye sordum. — Temize çıktın. Silahın vaziyetinden intihar olduğuna şüphe kalmamış. — Hay Allah razı olsun. — Hemen sevinme.

Başsavcı seninle görüşmek istiyormuş. Kendisini öldüren Çester Viler’in kaldığı otelin sahibi bazı çapraşık ifadeler vermiş. Gel bakalım! Yürürken sabahtanberi ilk defa olup bitenleri hizaya getirdiğimi farkettim. Bu cenabet herif kendisini mutlaka öldürecekse benimle beraber sarhoş olacağı zamanı neden seçmişti? Sonra bir insanın intihar etmesi için mutlaka arkadaşının silahını kullanması şart mı? «Kendini kaldır pencereden sokağa atsana be musibet!» Acaba tabancam gözüne ilişince sarhoşlukla birdenbire mi karar verdi? İyi ama «Bundan dolayı bizim ahpaba sıkıntı vermemiz ayıp olur» demek yok mudur? Asansör durdu. Başsavcının makamına girdik. Çoktanberi ayağımın kaymasını bekleyen bu zat, şimdi gözlediği fırsatı ele geçirdiğine memnun, kibirli bir pozla masasının kenarına ilişmişti. Pat vakayı hülâsa ederken gözlerini bir an bile benden ayırmadı. Pat sözlerini bitirdikten sonra Başsavcı biraz daha düşündü, bana: — Büsbütün aptal bir adam değilsiniz Mister Mayk Hammer, dedi, bu şehirde artık yapacak bir işiniz kalmadığını elbet anladınız. Cevap veremiyeceğimi bildiği halde gaddar bir zevkle karışık bekledi. Sükûtu kâfi derecede uzattı: — Geçmişte bize bazı kıymetli yardımlarda bulunduğunuz inkâr edecek değilim, diye devam etti, fakat bu sefer hakikaten talihsizliğe uğradınız. Başınıza gelen bu işten dolayı müteessirim. Lâkin düzeltmek benim de iktidarımın dışında… New York şehri sizin şahsınızda parlak bir kanun ve hak koruyucusu kaybediyor. Parlak bir hak ve kanun koruyucusu ve gayet eğlenceli bir vatandaş. — Yani, hususi polis hafiyeliği ruhsatnamemi bu andan itibaren kaybettiğimi söylemek istiyorsunuz? — Evet, müsaadenizle bunu arzetmek istiyorum. Artık ne ruhsatname kalıyor, ne de silah taşımak müsaadesi… Bunlar artık maziye karıştı Mister Mayk Hammer.

— Ayrıca mahpusluk filân? — Şimdilik maalesef böyle bir şey yok. Buna da ayrıca ne kadar üzüldüğümü tasavvur edemezsiniz. — Bilmez miyim? Başsavcı olarak New York şehri emsalinizi hiç görmemişti. Eğer gazetecilere bazı heyecanlı mevzular verip kalemlerini başka sahalarda çalıştırmalarını temin etmeseydim, şimdiye kadar olduğunuzdan yüz misli daha fazla maskara olurdunuz. — Kâfi Mister Hammer. — En iyisi bir çaresini bulup beni hapse tıkmaktı. Yoksa elimden yakanızı kurtaramazsınız. Ruhsatnamem de olmasa, silah da taşıyamasam herhangi bir vatandaş olarak Başsavcılığın nasıl bir zata kaldığını önüme gelene anlatacağım. Başındanberi benden hoşlanmadınız. Herzaman sinirinize dokundum. Sebep: çünkü bu şehri kırıp geçiren haydutları, sizin cinayetlerini kolayca icra etmeleri için köşelerinde rahat bıraktığınız namussuz serserileri deliklerinden birer birer çıkarıp tepeledim. Bu işin size düştüğünü, fakat beceremediğinizi biliyorsunuz. Gazetelerin bana tahsis ettikleri sütunlar esasında sizin adınız ve resimlerinizle dolu çıkmalıydı. Siz zavallı bir adamsınız. Bereket versin haydutlarla boğuşan polislerin hepsi size benzemiyorlar.

İçlerinde vazifelerinin ehli, kabiliyetli insanlar var da, şehirde kan gövdeyi götürmüyor. Siz de bizzat cebinizdeki saate malik olabiliyorsunuz. Belki de iyi bir avukatsınız. Zanaatınızda hakikaten ustasınız. Buna da katiyen emin değilim ama henüz tetkik etmek fırsatı bulamadım. Yazıhanenizde kalıp boşanma davaları takip etseydiniz, kendinizden çok kabiliyetli insanlara kumanda etmek sevdasına kapılmasaydınız daha iyi olurdu. Hem sizin için, hem de New York şehri için. — Çıkın! Şapkamı kafama geçirdim. Suratına güldüm. Pat’ın açtığı kapıdan azametle çıktım. Başsavcıdan duyduğum son kelimeler şunlar oldu: — Nizami sürati aşarak otomobil sürmek suçundan bile olsa elime düşmelisin ki… Elime her ne suretle olursa olsun bir düşmelisin ki… Sana nasıl adam olduğumu… Gazetelermiş… Pat öfkesini merdiven başına kadar zaptedebildi. Orada birden patladı: — Sen çeneni hiç tutamaz mısın mendebur? Sen çeneni… — Hayır, tutamam! Kaç zamandır bu sırayı bekliyordu. Bunu da saklamaya lüzum görmedi. Beni ezmenin keyfini çıkarmasına elbette müsaade edemezdim. — İyi mi oldu sanki… Ekmek paranı kaybettin.

— Meraklanma .hafiye bürosunu kapatır, bakkal dükkânı açarım. — İşin maskaralığa tahammülü kalmadı Mayk, odama gel. Birer kadeh içelim de vaziyeti biraz etraflı konuşalım. Beni rahat koltuklardan birisine oturttu. Çekmeden yarım kiloluk bir viski şişesi çıkardı. Bardaklara içki koydu. — Canım sıkılıyor, dedi, ne zaman beraber çalıştıksa iyi neticeler aldık. — Sahi! diye güldüm. — Bir müddet ruhsatnamesiz çalış diyece ğim, derhal farkına varırlar. Başsavcı etmediğini bırakmaz. Okadar meşhur oldun ki gizlilik artık senin için mevzubahis değil. — Doğru! — Şu andan itibaren hususi polis hafiyelerine mahsus kara listeye geçtin. Kendini temize çıkaracak büyük bir tesadüf vuku bulmadıkça bu hal sürüp gider. Silah ruhsatını cebimden çıkarıp masanın üstüne attım.

— Şunu çerçeveletelim de doğum yıldönümünde kendisine hediye edelim. Pat bu şakaya gülmedi. Cüzdanı alıp gözden geçirdi. Sonra masasında duran büyük sarı zarfı açtı. Emektar 45’liğimi arasına koydu. — İstersen şunu bir kere öp Mayk, dedi, ayrılırken âdettir. Bunu söylerken bir taraftan silahı boşaltıyor. kurşunları birer birer masaya düşürüyordu. Üstüme bir dalgınlık gelmişti. Bu dalgınlık içinde mermilerin masaya her temasında çıkan sesleri saymışım. Birdenbire davrandım. Sonra tekrar dalgınlık başladı. Pat neden sonra işin farkına vardı: — Ne düşünüyorsun? diye şüpheyle sordu. — Ben mi? Hiç… — Hayır. Bir şey düşünüyorsun.

Bir şeye daldın. Ben seni bilmez miyim? Suratın böyle maymun suratına dönerse bir halt karıştırmaya hazırlanıyorsun demektir. Söyle bakayım! — Hiç dedim ya Pat, başıma gelenleri dü şündüm. Bu da hakkım değil mi? Rica ederim, felâkete uğramış bir arkadaşına en kederli zamanında çıkışma! — Bunları da nereden uyduruyorsun? Sana birdenbire ne oldu? — Düşündüm ki… Yani şu namussuz vesikaları, şu köpoğlusu tabancayı tekrar almanın çaresi. — E! — Çaresini bulmalı. — Bunun çaresini bulursan ustamsın diyerek elini öperim. — Pek zor değil gibime geliyor. — Sakın kaybettiklerini zorla geri almayı tasarlama! İnsana deli derler. — Zor değil. Göreceksin. — Şu halde bizim Başsavcı seni çağıracak hafiye ruhsatı ile tabancanı uzatıp bir de özür mü dileyecek? — Zannederim. Bunun da usulü böyledir. — Neden usulü böyle oluyormuş? — Çünkü başka çaresi kalmaz. Ya hakkımı verir, ya da kendisini resmen rezil ederim. — Dur hele Mayk! Sen benden gene bir şeyler saklıyorsun.

— Neyi saklayabilirim? Mütehassıslar tetkikat yaptılar. Vakanın intihar olduğundan kimsenin şüphesi kalmadı. Herif bir kurşunla kafasını patlatmış. Hangi saatte? Meçhul! Niçin? Meçhul! Bildiğimiz cihet bu işi nerede yaptığı. Öyle değil mi? — Evet! — Öyleyse bana müsaade yavrum, hele bir dolaşayım da hava alayım! Şapkamı alıp çıktım. Pat arkamdan masasını yumruklayarak bir eski zaman arabacısı ve bir yeni zaman şoförü gibi küfür etmeye başladı. *** Bir taksiye atladım, büroya gittim. Büro da artık söz gelişi bir laf! Ruhsatnamesi alınmış, tabanca taşımak hakkını kaybetmiş bir sabık hususi polis hafiyesinin bürosu mu olurmuş? Artık biz neyiz? Herhangi bir vatandaş! Herhangi bir Mister Mayk Hammer… Başına bir iş gelse paçasını kurtarmak için bir hususi polis hafiyesine müracaat etmekten başka çaresi kalmamış bir zavallı… Kâtibem Velda’yı yazıhaneme oturmuş gazeteleri okur buldum. Ben içeri girince başını kaldırdı. Yüzü karmakarışık. Gözleri ağlamaktan kızarmış. Bir şey söylemek istedi. Sonra vazgeçerek yeniden ağlamaya başladı. — Bu da neyin nesi? diye çıkıştım. Ceketimi çıkardım, bir tarafa attım.

Kızı omuzlarından tutup kaldırdım. Velda’yı tanıdım tanıyalı bu kadar hafif, bu kadar ümitsiz ve bu kadar kederli görmemiştim. Kısacası bu kadar kadın. Kızı sımsıkı kucakladım. Başını yanağıma dayadı: — Nedir bu olup bitenler Mayk? diye göğsüme sokuldu. — Aldırma, dedim, mühim sayılmaz. Ruhsatnamemizle silahımızı kaptırdık. Başsavcı çoktanberi böyle bir fırsat gözlüyordu. Birden hırçınlaştı. Gözleri kin dolu, yüzüme baktı: — Bu aptal herife iki lâf söyleseydin bari dedi, hayvanın biri olduğunu güzelce anlatsaydın. — Hiç merak etme! Ağzıma geleni söyledim. — Söyledin mi? Çok yaşa! Ben de durmuş çocuk gibi… Kusura bakmıyorsun değil mi Mayk, budala gibi bir ağlama tutturmuşum. Bunu unutacaksın değil mi? — Şuradan içecek bir şeyler getir! Pat’la karşılıklı «Mayk Hammer Özel Polis Hafiyesi Bürosu»nun kapanması şerefine içtik. Şimdi de seninle yeni kuracağım «İşsiz Kalan Özel Polis Hafiyelerine Yardım Cemiyeti»nin açılması şerefine içelim. Yazıhanenin koltuğuna kuruldum.

Kız bardakları getirip ikişer parmak viski koydu. — Budalalık bunlar vallahi»! dedi, sana da öyle gelmiyor mu Mayk? — Evet, tastamam budalalık… Hem de gayet garip. — Hele anlat, bir türlü akıl erdiremedim. Velda’nın gözlerinde artık keder yoktu. Bunun yerini biraz merak, biraz da öfke almıştı. Hikâyeyi bitirince buraya yazılması icabetmeyen ve kendisi kadar güzel bir kadının ağzına yaraşmaması lazımgelen bir iki okkalı kelime savurdu. Yaktığı sigarayı bana uzattı: — Aldırma sevgilim, dedi, bu bizim Başsavcı gibi herifler gazetelere iki kere adları yazılsın diye bir sürü insanı mahvetmekten zerre kadar çekinmezler. Ama alacağı olsun, elbet bir gün musibeti bir tenhada kıstırır, öcümüzü alırım. Ona öyle bir oyun oynayacağım ki… Öfke başına sıçramıştı. Bacaklarını toplayıp koltuğa iyice yerleşti. Elimi uzatarak eteğini biraz aşağıya çektim. Bacaklar birçok kadınlarda birer yürüme vasıtasıdır. Halbuki bizim Velda’da bunlar birer başbelâsı, birer akıl da ğıtan felâket halindedirler. Bir kere bu güzelliklere gözü kaydı mı insan hiçbir ciddi şey dü şünemez olur. — Başsavcıdan öc almayı sonraya bırakalım da yeni işinden bahsedelim, dedim.

— Yeni işimden mi? Aldırma canım. Ben nasıl olsa başımı sokacak bir yer bulurum. Asıl sen ne halt edeceksin? — İşte asıl şimdi saçmaladın. Eskiden adeta akıllı bir kıza befizerdin maskara! — Ne demek? — Çantanda bir küçük tabanca ile bir silah taşıma ruhsatnamesi bulunduğunu zannediyorum. Bunlar hâlâ duruyorlar mı? — Tabii. — Hatta senin bir de hususi polis hafiyelik kartın olacak. — Var. — Bu andan itibaren bu idarehane sana ait şekerim. Bundan böyle büronun sahibi sensin; —Ya sen? — Ben de senin muavinin… Kâtibin… Ne bileyim, yardımcın… Kız işi anlayarak pek sevindi. Bu sevinçle öyle bir hareket yaptı ki bacakları çoraplarının bittiği yere kadar açıldı. Ben bu harikulade manzara karşısında az kalsın tıkanıyordum. Neden sonra: — Hem patronluk sana daha çok yaraşır, dedim, şu bacaklara baksana bir… — Bacaklarımı rahat bırak, diye çıkıştı, olur mu? — Ayıp! Bir patron maiyetindeki basit bir memura böyle sualler sormamalı. — Öyleyse herşeyi yüzüstü bırakarak senin ruhsatnamenle silahını geri almaya çalışacağız. — Bunun için de… — Gayet basit: otel odasında bir adamın durup dururken neden kendisini öldürdüğünü öğrenmeye çalışacağız. «İyi bir aile babası, iyi bir işadamı, aklı başında bir insan» diyorsun.

Böyleleri canlarına kolay kolay kıymazlar. — Aferin patron! Şu ciheti de ilave etmeme müsaade buyurun efendim: bizim ahpabımız Mister Çester Viler kafasına bir tek kurşun sıkarak kendisini öldürdü, değil mi? — Öyle diyorsun. — İyi ama benim silahımda tam 6 tane kurşun vardı. — Peki? — Biraz evvel Pat tabancayı boşaltırken içinden kaç mermi çıksa iyi? — Kaç çıktı? — Tam dört tane. Ne fazla, ne eksik. — Ne diyorsun Mayk! Altıncı kurşun nereye gitmiş? — İşte bunu bulacağız şekerim! Sana bir sualim var. İyi düşün de cevap ver: silahı bir herifin karnına dayayıp ateş ettikten sonra keyfin için ikinci kurşunu da sıkabilir misin? Gözlerimin ta içine baktı. Ayağa kalktım. Velda hiç istifini bozmadan: — Vızır vızır! dedi. Bacakları hep öyle meydandaydı. Hatta bakışlarında aynı zamanda hem erkeği davete, hem de reddetmeye hazır garip mânaları vardı. En istekli sıralarında bile ne kadar imansız olduğunu birkaç kere denediğim için bu anda talihimi tekrar denemek istemedim. Ceketimi alıp kapıdan çıktım. Günün birinde kendisi razı olacaktı. Buna emindim.

II Gazeteler başıma gelenleri halka birinci sahifelerinde haber vermişlerdi. Sütun sütun yazılarda akıl almaz maskaralık doluydu. İçlerinden yalnız biri ikisi evvelce yaptığım hizmetleri hatırlamak nezaketini göstermişti. Bunları okurken Başsavcının ne kadar keyifleneceğini düşünerek öfkeden deliye dönüyordum. Herif şimdi kim bilir nasıl gülüyordu. Şimdi gülüyordu ama. iki saat sonra belki de gülme sırası bana geçecekti. O zaman ben ona dünyanın kaç bucak olduğunu göstermez miyim? Anasından emdiği sütleri burnundan fitil fitil getirmez miyim? Karnımı doyurdum. Yıkandım, traş oldum. Yeni ütülenmiş bir elbise giydim. Çekmecedeki paraları cüzdanıma aldım. Eğer canımın sıkıntısı suratıma vurmamış olsaydı ve eğer ceketimin sol koltuğundaki tabanca yeri şıklığı biraz bozmasaydı kılığıma kıyafetime diyecek yoktu. Saat yediye doğru, arkadaşın kendisini öldürdüğü otelin önünde otomobilimi durdurdum. Kol saatimin kurma yerini çıkarıp gömleğimin göğüs cebine attım. Otelin müşterileri karşılamaya memur adamı beni gördüğünde hiç memnun olmadığını saklamadı.

Suratını ekşitti. Evvela telefona sarılacak gibi yaptı. Sonra önündeki zile üç kere bastı. Asansörün yanından bir herif koştu. Boğa boyunlu, İstakoz suratlı bir herif. — Tanışmamıza hacet yok, dedim, dün gece yukarıda saatimin kurma yerini düşürmüşüm. Çıkıp bakacağım. — İyi ama… Oda henüz temizlenmedi. — Mükemmel! Hemen çıkalım. — İyi ama… Otelin, boğa boğazlı, İstakoz suratlı hususi hafiyesi, «İyi ama»dan başka laf bilmediği anlaşılan memura: — Peki Jorj! dedi, sen meraklanma. Ben de beraber gideceğim. Mesuliyetten kurtulduğuna sevinen memur anahtarları hafiyenin eline sıkıştım/erdi. Biz meğer dün gece dördüncü katta 402 numaralı odada kalmışız. Memur yalan söylememiş. Oda bıraktığım gibi duruyor.

Yerde kan lekeleri. Yataklar perişan. Her tarafta parmak izleri aramak için serpilmiş beyaz tozlar. Otelin hafiyesi içeri girmeye lüzum görmedi. Kollarını kavuşturarak eşikte kaldı. Bir müddet yerleri araştırdım. Hatta bir aralık diz çöktüm. Fakat döşemede bir şey bulamayacağımı biliyordum. — Polisler gittikten sonra buraya kimse girdi mi? diye sordum. — Girmedi, diye cevap verdi, temizleyici kadınları bile sokmadık. Oldu mu? Haydi gidelim. Saatinin zamkinozunu meyhanelerde filân düşürmüşsündür. Yattığım yatağın örtülerini açtım. Nihayet dün gece burada sıkılmış olan ikinci kurşunun deliğini gördüm. Eğer bu delik tesadüfen dört parmak yukarıda açılmış olsaydı, Başsavcı çektiği parlak nutku karnında saklamak zorunda kalacak, üç dört ay sonra bu dertle kanser olup geberecekti.

Merminin şilteye gömülmüş olduğuna, orada durduğuna yemin edebilirdim. Kapıdakine çaktırmadan parmağımı soktum. Sokar sokmaz işi anladım. Birisi benden evvel davranmış, kur şunu alıp gitmişti. Bu birisi her kimse, yalnız mermiyi değil, boş kovanı da bulup götürecek kadar bu işlerin erbabıydı. Gene yere eğildim. Gömlek cebimden saatin kurucusunu gizlice çıkarıp elime aldım. — Tamam, işte! diyerek sevinçle haykırdım, aradığımı bulmuşum gibi parmaklarımı hafiyeye doğru uzattım. Saati oracıkta beraber tamir edip dışarı çıktık. Gülümseyerek teşekkür ettim. — Ne kıymeti var! diye azametlendi. Birkaç gün sonra beni içeriye bıraktığı için başına ne dertler geleceğinden şüphelenmedi bile. Otomobili tenha bir barın önüne bıraktım. İçeri girip bir duble bira ısmarladım. Barmen bununla uğraşırken ben telefon bölmesine girdim.

Vakit biraz gecikmişti ama Pat yazıhanesinin üstünü tamamıyla temizlemeden işi bırakan adamlardan değildi. Nitekim numarayı çevirince: — Kimsin? diye karşıma çıktı. — Benim ben, dedim, Mayk adında işsiz güçsüz bir vatandaş! — Ne demek? Toptancı işi yapan büyük bakkal dükkânını henüz açmadın mı? — Çoktan işe başladım da ilk siparişi bile aldım

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir