Mümtaz Gökçebağ – Yavrular

“Biliyor musun, Recep ölmüş” dedi Ayşegül yaşlı gözlerle. “Onu çok seviyordum, çok zekiydi” Anlayamamıştım, anlamsızca ona baktım. Recep adında birini tanımıyordum. Arkadaşı, yakını yada şöhretli bir şarkıcı olabilirdi. Elbette böyle anlarda “Yahu Recep adında birini tanımıyorum, bana ne” diyemezdim. Ama ölenin kim olduğunu da merak ediyordum. Bazen bakışlar, kelimelerden daha fazla soru sorabilirler. Ayşegül durumu açıklamaya başladı. “Hani o beyazlı köpek vardı ya, işte o, kantinin oralarda dolaşırdı”. O an ölenin kim olduğunu anladım. Okulda bir köpeğimiz vardı. Gerçi kimseye ait değildi. Ama okulda bütün hayvan severler onu tanırdı. Hatta köpeklerden nefret edenlerin bile korka korka ona yiyecek verdiklerine bir çok kez tanık olmuştum. Dış görünüşüne bakarsanız yaşlıydı.


Öyle pırıl pırıl tüyleri, şahane bir görüntüsü yoktu. Tipik bir sokak köpeğiydi ama Ayşegül’ün de söylediği gibi inanılmaz ölçüde zekiydi. Kendisinden korkanları korkutmaz, sevenlerden de hiç kaçmazdı. Onu okulun bahçesinde dolaşırken görmek bizleri hiç yadırgatmaz, birkaç gün ortalıktan kaybolsa bir eksiklik duygusuyla çevreyi araştırırdık. Kısacası, bahçemizin doğal bir parçası gibiydi. Zavallı köpek diye düşündüm, şimdi onun için yapabileceğimiz tek şey, çöpe atılmasını önlemek, uygun bir yere gömülmesini sağlamaktı. Ama olay, düşündüğümden çok daha üzücüydü. Ayşegül konuşmasını sürdürdü. “Biliyor musun, altı tane de yavrusu vardı, geçen gün doğurmuştu, ben gidip gördüm.” “Yok yahu, hamile olduğunu hiç anlamamıştım.” diye söze karıştım. Günlerdir, onun için bir kısırlaştırma operasyonu düşünüyordum. Çünkü okulumuzda köpek nüfusunun artması, belediyenin işe karışması ve pek çok üzücü olay anlamına gelirdi. Kendi kendime işi neden bu kadar ağırdan aldığım için kızdım. Şimdi yavrular için ölüm kaçınılmazdı.

Hem de hiçbir canlı için düşünemeyeceğimiz şekilde, açlık ve susuzluktan öleceklerdi. Kedi yavrularının susuzluğa üç gün dayanabildiklerini duymuştum. Köpek yavrularının kaç gün dayanacaklarını bilmiyordum. Bir süre sonra, bizim yanımıza gelen diğer okul çalışanları da olayı duydular. Herkes bir çözüm arıyordu ama sonu ölümle bitmeyen çözüm bir türlü bulunamıyordu. Ayşegül, Ahmet ve ben yavruların yanına gittik. Köpek, okulda olabilecek en ücra köşeye yuva yapmıştı ve onları orada dershanedeki pencerelerden birinden bir öğrenci tesadüfen görmüştü. Yuvanın dışardan başka bir şekilde fark edilmesi olanaksızdı. Anne köpek yani Recep yan yatmıştı. Altı yavru çılgınlar gibi ölü vücuttaki memeleri emmeye çalışıyordu. Üstelik hava çok soğuktu ve henüz birkaç günlük yavrular tir tir titriyordu. Manzara o denli iç parçalayıcıydı ki, yavruları en acısız nasıl öldürebilirim diye düşündüm. Oysa ölümün hiçbir şekli acısız olamazdı. Yavruları bir süre izledik. Onlara hiç dokunmadık.

Olaya karışıp karışmamak konusunda kararsızdım. onları kurtarmanın olanaksız olduğunu düşünüyordum. Çaresiz odama döndüm. Gerçekte, inanılmayacak kadar çok işim vardı, belli süre içinde yetiştirmek zorundaydım. Hangi işi yapacağıma karar veremiyordum. O sırada Ayşegül yeniden yanıma geldi ve ne yapacağımızı sordu. Belki de en iyisi yavruları morfinle öldürmekti. Ama köpekler için morfin bulamazdık ki. Doğada, bazen anneler ölür, yavrular diğer canlılara yem olur. Doğanın bu tipik kuralı, bizim için geçerli olabilir miydi? Yavruları kedilerin önüne koysam pek çok sorundan kurtulabilir miydim? Burada yavrulara bakmak neredeyse olanaksızdı. İdarenin olayı nasıl karşılayacağını bilemezdim. Ansızın yıllar öncesi başıma gelen bir olayı anımsadım. Sanıyorum 1979 yılındaydı, Hıfzısıhha Enstitüsünde çalıyordum. Aynı şekilde annesiz dört tane kedi yavrusu bulmuş ve onları kurtarmaya çalışmıştım. Yavruların üzerinde yüzlerce pire vardı ve Enstitünün bütün olanaklarına karşın onları yaşatmak mümkün olmamıştı.

Şimdi ise elimde hiçbir şey yoktu. Yavruların yeni yuvası-karton kutu Ayşegül başımda durmuş yanıtımı bekliyordu. Ona, “bana karton bir kutu bulabilir misin?” diye sordum. “elbette” diye yanıtladı ve adeta uçarcasına odadan çıktı. Düşünülmüş, önceden planlanmış bir tepki değildi benimkisi. O anda içimden öyle gelmiş, kelimeler ben istemeden dudaklarımdan dökülüvermişti. Oysa yaşantımda iz bırakacak, anılarımda hep yaşayacak maceranın başlangıcıydı. Bir süre sonra ben de odadan çıktım ve işletmeden büyük bir kutu bulduk ve yavruların olduğu yere gittik. Hepsi de hala büyük bir gayretle annelerini emmeye çalışıyorlardı. Eğilim bir tanesini almak istedim, ama annesinden ayrılmayı istemiyordu, adeta ona yapışmıştı. Biraz çektim, “Pup” diye bir ses çıktı, yavru elimde kıvrılmaya başladı. Hemen kutuya koydum. Böylece yedi yavruyu da annesinden aldım. Her seferinde “pup” sesi son bir veda seslenişi gibi kalıyordu. Yavruları yanlış saymışız.

Hepsi yedi taneymiş. Biri inanılmayacak kadar küçük olduğu için gözden kaçmış. Kutuyu çalıştığım odaya getirdim. Nispeten sıcak olacağını tahmin ettiğim bir yere koydum. O anda yapabileceğim fazla bir şey yoktu. İşlerim aksamıştı, hemen onları tamamlamaya koyuldum. Yarım saat sonra bizim oda, hayvan severlerin akınına uğradı. Herkes bir şeyler yapmak istiyordu. Tülin ve Aynur hanımlar bir yerlerden süt buldular ve kaşıkla yavruları beslemeye başladılar. Öğle tatilinde ise daha çok malzeme bulundu. Kağıt mendiller, parça bezler, biberon geldi. Ne yazık ki yavruların ağzı biberonu alamayacak kadar küçüktü. Tülin hanım onları önce çay kaşığı ile beslemeye çalıştı, sonuç olumsuzdu. Bunun üzerine Aynur hanım laboratuardan damlalık getirdi ve bu yöntem başarılı oldu. Öğleden sonra her şey yoluna girmişti.

Yavruların karnı doyurulmuş, parça bezlerden yumuşak bir altlık yapılmış, kutu daha sıcak bir yere taşınmıştı. Ama bir sorun vardı. Gece ısı çok düşüyordu ve yavruları koyabileceğimiz sıcak bir yer de yoktu. Ayrıca, tanıdığım hayvan severlerle konuşmalı, yavruların nasıl besleneceği konusunda da bilgi almalıydım. Bu nedenle onları akşam eve almaya karar verdim. Karton kutuda birbirine sarılmış öylece uyuyorlar. Mesai bitiminde içinde yavruların bulunduğu kutuyu arabanın arka koltuğuna yerleştirdim ve eşimi çalıştığı yerden almak üzere yola koyuldum. Ona telefonla olayı anlatmıştım ama nasıl karşılayacağını bilemiyordum. Üstelik köpeklerden de korkuyordu. Küçükken başından tatsız olaylar geçmişti. Ama korktuğum gibi olmadı, eşim belki biraz çekinerek ve Ramazan ayında olmamızı dikkate alarak onlara bakmama ses çıkarmadı. Daha sonraki günlerde yavrulara benden daha fazla sahip çıkacaktı. Beraberce eve geldik. Yavruların kutusunu kaloriferin yanına yerleştirdik. Ne yazık ki evde bizi kötü bir sürpriz bekliyordu.

Henüz on beş gün önce aldığımız kuşumuz BAYRAM ölmüştü. Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Minik kuş benim omzuma konardı ben de ona gazete okurdum. Özellikle siyasi haberlere pek meraklıydı. Eşim bütün gece ağladı. Ama ben yavrularla ilgilenmeliydim. Bu arada oğlum ise yanımdan hiç ayrılmıyor, sürekli soru soruyordu. Yavruları beslemek sanıldığı kadar kolay değildi Yavrular kutuda mışıl mışıl uyuyorlardı. Hemen telefona sarıldım, bildiğim hayvan severleri aradım, bana bir veteriner adresi verdiler, ona telefon edip ne yapmam gerektiğini öğrendim. Aman Tanrım, köpek yavrularının bu kadar nazik yaratıklar olduklarını bilmiyordum. Yeni doğmuş yavruları öncelikle 30 derecenin altında olmayan bir sıcaklıkta tutmak gerekirmiş. Apartman yöneticisi olmanın verdiği avantajla hemen kalorifer dairesine inip, kaloriferleri sonuna kadar yaktım. Beslenmelerinde, yarı yarıya sulandırılmış süt kullanmalıymışım. Asla soğuk olmamalıymış ama sıcak da zarar verirmiş. Üstelik her dört saatte bir beslenmeleri gerekirmiş.

Mutfakta sıkı yönetim ilan edip, her şeye el koydum. Sütü ısıttım, yarı yarıya sulandırdım. Bu kez süt iyice soğudu. Karışımı yeniden ısıttım ama bu kez de fazla kaçırdım, kaynamaya başladı. İstediğim ısıyı tutturuncaya kadar, neredeyse iki kilo süt harcadım. Tülin ve Aynur hanımların deneyimlerinden, yavruların sütü damlalıkla daha iyi aldıklarını öğrenmiştik. Yavruyu elimle sıkı sıkı tuttum, damlalığı ağzına süt vermeye çalıştım. Hain velet sakin durmuyordu ki. Sürekli başını sağa sola sallıyor, damlalığı bir türlü tutturamıyordum. Süt damlaları ağzından başka her yere saçılıyordu. Baktım olacak gibi değil, yavruyu kumaş parçasıyla iyice kundakladım. Bir tek kafası dışarıda kalmıştı. Böylelikle hepsini kolayca besledim. Saate baktım, yediye gelmişti. Dört saat sonra on bir olacaktı.

Eşim olayı Denizli’deki kız kardeşine iletti. Onlar uzun süredir evlerinde köpek besliyorlardı. Aktüel dergisi o hafta kedi köpek bakımıyla ilgili bir ek kitap vermiş. Yerimden fırladığım gibi bakkala koştum, bir dergi aldım, ekteki kitabı ezberlercesine okumaya başladım. Yavruları saat on birde ve üçte yine kundaklayarak besledim. Yaptığım işten öylesine zevk alıyordum ki, hiç uykusuzluk çekmiyordum. Elbette şimdilik.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir