Necip Fazil Kisakurek – Resahat Seyh Safi

Eskilerin eserlerini nakledici, büyüklerin haberlerini derleyici, cennetliklerin menkıbelerini toplayıcı ve ermişlerin makamlarını belirtici «Reşahat» muharriri «Safî» ismiyle tanınmış Mevlânâ Ali bin Hüseyin der ki: -Allah’ın sonsuz lütuf ve bereketiyle, bana, 889 yılı Zilka’de ayı sonlarında, velilik yolunun menzil noktası, hakikat kahramanı büyüklerin kutbu, din ile dünya ve gerçek hayat kılavuzu hoca Ubeydullah hazretlerinin eşiklerine yüz sürmek nasip oldu. Sonra da 893 Rebiülâhir ayı başlarında, bu eşiğe hizmet edenlerin ayaklarını öpmek şerefi el verdi. O saadet zamanında Hoca hazretlerinin yüksek meclislerinde daima Nakşî silsilesi ulularının hal ve menkıbeleri anılır ve bu hakîr insan da bütün bu anlatılanlardan nur ve şeref devşirirdi. Hususiyle o Hazretin dudaklarından dökülen sırlar ve incelikleri kavrayabilmek nimeti bu hakîr insana saadetlerin en büyüğünü verirdi. O sohbetlerdeki inci tanelerine benzer hakikat cevherlerini, bu fakir, hafızasının sedef kabuklarında saklar ve tek noktasını örselemeksizin beyaz kâğıtlar üzerine dökerdi. Hâdiseler üst üste gelip de fena âleminde hiç bir iz bırakmamacasına her şeyi eritip silince ben de o büyük kutuptan uzaklara düştüm ve onun eteğine yapışmış bulunmak nimetinden yoksun kaldım. O zaman düşündüm ki, saadet günlerim hikmet dolu anlarında o mübarek dudaklardan dokülen misilsiz kelimeleri bir arada toplayayım ve dertli kalblere aradıkları şifadan ilâç vereyim. Lâkin dünya engelleri uzun zaman bu emelimin gerçekleşmesine sed çekti ve bu hal tam 16 yıl sürüp nihayet eski şevk ve niyet birdenbire ateş aldı, revnak buldu ve bu kitap 909 tarihinde meydana geldi. Kitabımızda, bu şerefli taife ulularının muteber kayıtlarla sabit ve bizzat Hoca hazretlerinden vesair azizlerden, vasıtalı vasıtasız şekilde öğrenilen menkıbeleri, en uygun tertibiyle yer almıştır. Bu eserden asıl murat Hoca Hazretlerinin hal ve menkıbeleri olduğu için evvelâ bu bahis tamama eriştirildi, ismi de ebcet hesabına göre 909 tutan (eserin nihayetlenme tarihi) bir isabetle «Reşahat Aynelhayat: Can damlaları» konuldu. HOCA UBEYDULLAH TAŞKENDĐ «Hâcegân» yolu diye isimlendirilen tarikat nisbetini ve zikir talimi ehliyetini Yakup Çerhî Hazretlerinden almışlardır. O, Şâh-ı Nakşibendi’den, O, Seyyid Emîr Kulâl’den, O, Hoca Muhammed Bâba, Semmâsî’den, O, Hoca Ali Ramitenî’den, O, Mahmut Emir Fagnevî’den, O, Hoca Arif Reyvegerî’den, O, Abdülhalik Gucdevânî’den, O, Yusuf Hemedanî’den, O, Ebû Ali Farimedî’den, O, Ebülkaasım Gürkânî’den. Ebulkaasım Hazretlerinin bâtın ilminde nisbetleri iki taraflıdır.


Biri, Hazret-i Ali, öbürü Hazret-i Ebubekir kollarından Nur Merkezine erişen yollar. Şöyle ki: Ebulkaasım nisbeti Ebulhasan Hırkani’ye, Onunki, Ebu Yezid Bestami’ye, (Ruhani nisbet) Onunki, Đmam Câfer-i Sadık Hazretlerine, (Ruhanî) nisbet Onunki, Đmam Muhammed Bakır Hazretlerine, Onunki, Đmam Zeynelâbidin Hazretlerine, Onunki, Đmam Hüseyin Hazretlerine, Onunki, Hazreti Ali’ye. Đmam Cafer Hazretlerinin bir nisbeti de validelerinin babası Kasım bin Muhammed bin Ebubekir Hazretlerine olduğu için, ondan Selmân-ı Fârisî ve ondan Hazret-i Ebubekir’e intikal etmek üzere yol ikiye ayrılıyor ve nisbetlerin en üstününü de içine alıyor. Bu bakımdan, belirttiğimiz nisbetlerin şeref ve yüceliği, silsileye «Silsile-tüz-Zeheb : Altın Halka» adını verdirmiş tir. Yukarıda Ebulkaasım Gürkânî’den ikiye ayrıldığını kaydettiğimiz nisbetlerden öbürü, Ebû Osman, Ebû Ali, Cüneyd, Sırrî Sakatı, Maruf Kerhî, Hasan Basri yoluyle Hazret-i Ali’ye varır. HOCA YUSUF HEMEDANĐ Yusuf Hemedânî 18 yaşlarında iken Bağdat’a gidip Ebû Đshak’tan fıkıh okudu. Isfahan ve Buhara’da ilim tahsil etti ve bilgide kemale erişti. Mezhebi, Hanefî. Irak, Horasan, Hârizem ve Mâveraünnehr taraflarında itibar sahibi oldu. Bâtın ilmi kapısını ona açan Şeyh Ebû Ali Farimedî. Doğumu 445, ölümü 535. ömrü 90 yıl. Kâh Merv ve kâh Herat’ta otururdu. Derin hal ve keramet sahibi. Bağdat’tan Semerkand’e kadar uzayan büyük bir sahada, halk, kudsî nefeslerinden faydalanmak için ziyaretlerine akın ederlerdi. Merv’den çıkıp Herat’a giderken yolda vefat ettiler. Mübarek naaşı müritlerinden biri tarafından Merv’e nakl ve orada defnedildi.

Vefatlarına yakın müritlerini toplayıp kendilerine öğüt verirken aralarından irşâd makamına erişmiş dört kişi tesbit etti, onları halife tayin etti ve her birini tâbi olunacak merkezler halinde gösterdi. Ondan sonra müritler ayrı ayrı dört halifenin eteklerine yapıştılar. HOCA UBEYDULLAH BEKRĐ Hoca Yusuf Hemedânî’nin dört halifesinden ilki. Hârizem bölgesinden. Âlim, ârif, makam ve keramet sahibi. – Yusuf, biz sana görmen için akıl gözü verdik; Hasan’a ise hem akıl, hem de gönül gözü ihsan ettik! Bu rüyadan sonra Yusuf Hemedânî, Hasan Endâkî’yi aziz ve muhterem tutar oldular. Kabri, Buhara’da HOCA AHMED YESEVĐ = HOCAN HASAN ENDAKĐ Hoca Yusuf Hazretlerinin ikinci halifesi. Künyesi Ebû Muhammed, ismi Hasan bin Hüseyin. Buhara’ya 3 fersah mesafede Endâk kasabasından. Devrinde zamanın kutbu. Müritlerini terbiye etmekte son derece hususî ve tesirli bir usule sahip. Sünnet yolunda riyazetleriyle safâ derecesine ulaşmıştı. 90 yıl yaşadı. Hoca Yusuf Hazretlerinden nisbet ve tarikat bağı aldıkları zaman üzerlerine öyle bir hal geldi ki, dünya, iş ve ev alâkası diye hiç bif şeye gönüllerinde ve hattâ şuurlarında yer kalmadı. Dipsiz bir istiğrak kuyusunda kayboldular.

Bu vaziyeti gören Yusuf Hemedânî Hazretleri kendisine nasihatte bulundu : – Siz fakirsiniz, iş görmeğe mecbursunuz. Kaldı ki, evli ve çoluk – çocuk sahibisiniz. Sizin için dünya vazifelerinizi ihmal etmemek, hem şeriat, hem de akıl bakımından şarttır. Hoca Hasan, bütün gücünü dudaklarında toplayarak cevap verdi: – Benim hâlim öyle ki, başka hiç bir işe mecalim kalmamıştır. Yusuf Hemedânî Hazretleri bu cevaba öfkelendiler ve Hasan’ı payladılar. Gece, Yusuf Hemedânî rüyasında Allah’ı görüyor. Allah ona utan diyor : Hoca Yusuf Hemedânî’nin üçüncü halifesi. Türkistan’ın Yesi şehrinden. Kabri de orada. Türkistan halkı ona Ata Yesevî derlerdi. «Ata» baba mânasına gelirse de Türkler şeyhlerini ulularını bu kelimeyle anarlardı. Yusuf Hemedânî Hazretlerinden feyizlerini tamamlayıncaya kadar Baba Arslan isimli bir şeyhe hizmet ettiler ve şeyhin hayatı boyunca kendisinden ayrılmadılar. Şeyh vefat edince de yine onun işaretiyle Buhara’ya gidip Yusuf Hemedânî’ye bağlandılar ve onun terbiyesinde irşâd makamına erdiler, ilk iki halifenin vefatından sonra irşâd makamına geçtiler ve Buhara taraflarında halkı hakka davetle meşgul oldular. Bir müddet sonra gaipten gelen işaretle Türkistan’a gitmek icap edince dördüncü halife, fakat nisbeti yürütmekte üstün kutup Abdülhalik Gucdevânî Hazretlerine yerlerini bırakıp Yesi yolunu tuttular. Ahmed Yesevî, Türk velîlerinin kol başısıdır ve Türkistan büyüklerinden çoğunun nisbeti kendisinedir.

Kendi öz sülâlesinden pek çok velî gelmiştir. Dört Halife bıraktı. MANSUR ATA Ahmed Yesevî’nin ilk mürşidi Baba Arslan’ın oğlu. Zahir ve bâtın ilimlerinde büyük. îlk terbiyesini babasından ve sonra onun emriyle Ahmed Yesevî’den aldı ve erdi. SAĐD ATA Ahmed Yesevî Hazretlerine bağlı ikinci halife. Mürşidinin rehberliğiyle tırmanılması en çetin derecelere yükseldi. SÜLEYMAN ATA Üçüncü halife. Türk ermişlerinin büyüklerinden. Dervişlik hallerinden Türkçe nakilleri Türkistan’da pek meşhur ve dilden dile gezici. Sözü: «— Kimi görsen Hızır bil, her geceyi Kadir bil!» HAKĐM ATA Ahmed Yesevî Hazretlerinin dördüncü halifesi. Oturdukları ve defnedildikleri yer Harizem’de Akkargan adlı köy. ZENGĐ ATA Hakim Ata’nın başlıca halifesi. Doğduğu, oturduğu ve öldüğü yer Şaş vilâyeti. Hoca Ubeydullah Hazretleri buyurmuşlar ki : — Zengi Ata’nın mezarını her ziyaret edişimde kabirden «Allah Allah!» nidasını duyardım.

Hakîm Ata’nın vefatından sonra mürşidinin zevcesi Anber Ana’yı nikahladı. Hakîm Ata siyaha yakın koyu esmermiş. Bir gün Anber Ana’nın gönlünden şöyle bir şey geçmiş : — Ne olurdu, Hakîm Ata siyah olmasaydı! Hakîm Ata, keramet nuruyle bu gizli fikri keşfetmiş ve zevcesine demiş : — Yakın zamanda benden daha siyahına düşeceksin! Çok geçmeden Hakîm Ata ölmüş ve Anber Ana, kuzgunî siyah olan Zengi (zenci) Ata’nın zevcesi olmuş. Şöyle : Hakîm Ata Harizem’de vefat edince Zengi Ata Taşkent’ten kalkıp oraya geliyor. Mürşidinin kabrini ziyaret ve yakınlarını ta’ziyet edinceye kadar da hiç bir işle uğraşmıyor. Anber Ana’nın «iddet» dedikleri şer’î bekleme müddeti nihayete erince yakınlarından birini Anber Ana’ya gönderiyor ve nikâhına talip olduğunu bildiriyor. Anber Ana bu teklife karşı yüzünü çeviriyor ve cevap veriyor : — Ben Hakîm Ata’dan sonra kimseye varmam!. Kaldı ki, bu kömür yüzlü zenciye!. Anber Ana, kendisine talip olan Zengi Ata’ya red cevabını verirken yüzünü ne tarafa çevirdiyse o tarafa doğru boynu tutuluyor, bükülüyor ve düzelmez oluyor. Anber Ana, ıstırap içinde kıvrana dursun. Teklifi götüren yakını Zengi Ata’ya koşup vaziyeti haber veriyor. Aldığı cevap : — Git de Anber Ana’ya de ki : Beni Zengi Ata gönderdi ve soruyor: Bir gün «Keşki kocam siyah olmasaydı!» diye kalbinden geçen duygu hatırında mı?. Hani bu duyguyu Hakîm Ata keşfetmiş ve «Benden daha siyahına düşeceksin!» dememiş miydi sana? Şimdi ne dersin bu tecelliye? Anber Ana bu sualin karşısında her şeyi anlıyor ve kaderin emrine boyun eğiyor. Boyun eğdiği anda da boynu düzeliyor. Zengi Ata’nın, Uzun Hasan Ata, Seyyid Ata, Sadr Ata ve Bedr Ata isimli dört halifesi oldu.

Bu dört halife, Buhara medreselerinden birinde zahirî ilme çalışırken birdenbire içlerine bâtın ilminin ateşi düştü, her şeylerini bırakıp Türkistan taraflarına göç ettiler ve Zengi Ata’yı buldular, onun mübarek eteğine yapıştılar ve dördü birden halifelik makamına eriştiler. UZUN HASAN ATA Birinci halife. Bahsettiğimiz mürşid arayıcısı dört talebe Taşkent kırlarından geçerken, dudakları kalın bir zencinin bir sürü sığır otlattığını görüyorlar. Bu kuzgunî siyah renkli çoban Zengi Ata’dır ve iç halini gizleyerek Taşkent halkının sığırlarını otlatmaktadır. Kırda her namazdan sonra açık zikirle meşgul olmakta, zikir başlayınca da sığırlar otlamayı bırakıp Zengi Ata’nın etrafında halkalanmakta ve zikri dinlemekte. Dört istekli, Zengi Ata’nın yanına geliyorlar ve görüyorlar ki, simsiyah renkli bir çoban dikenli otlardan bir demet yapıyor ve çıplak ayağını demetin üzerine bastığı halde dikenler kendisine acı vermiyor. Yaklaşıyorlar ve bu hâle taaccüble bakıp selâm veriyorlar. Zengi Ata, selâmlarına mukabele ediyor ve soruyor : — Siz gariplere benziyorsunuz! Nereden gelmektesiniz? — Biz Buhara’da medrese talebesiydik. Đlim okuyorduk. Birden içimize bir ateş düştü ve akıl didişmelerinden vaz geçip bâtın yoluna sapmak dileği geldi. Bu gayeyle evimizi, yurdumuzu, her şeyimizi bırakıp yollara düzüldük. Biricik muradımız, bizi gayemize erdirecek kâmil mürşidi bulmak. Onu arıyoruz! Bize bir sağlık verebilir misiniz? Zengi Ata, bu saffetli gençlerin nurlu yüzlerine bakıp diyor ki : — Durun; dünyanın çepçevre dört bucağını koklayıp kâmil mürşidden bir koku alacak olursam size haber vereyim. Ve Zengi Ata, başı ile bir daire çevirerek her tarafı kokluyor ve bütün istikametleri yokluyor. Sonunda : — Her tarafı kokladım ve yokladım, diyor; sizi irşada ehil kendimden başka kimseyi bulamadım! Bu iddia karşısında gençlerin dördü birden müthiş bir hay rete düştü.

Seyyid Ata ile Bedr Ata hemen inkâra yöneldiler. Seyyid Ata kalbinden şunları geçirdi : — Ben Seyyid (peygamber soyundan gelme), ilim sahibi ve incelikleri bilen bir insan olarak siyahî bir çobana nasıl bağlanabilirim?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir