Nuriye Celegen – Ortude Yetmis Esma

ÖRTÜ… FITRATIN KADINA giydirdiği elbise. Kadının siperi, kalesi. Kadın ruhuna konulmuş İlahi sırrı koruyan kabuk. Özündeki kaderi programın filiz verdiği toprak. Nesillerin anası ile dünyevilik arasına gerilmiş perde. Manevi kış soğuklarından koruyan libas. Kadının edebi, ahlakı, if eti. Kadının manevi güzelliği… Ne acı ki, son birkaç yüzyıldır şeytanî bir el uzandı o örtüye. Kadın fıtrat elbisesinden sıyrıldı. Sığındığı ve korunduğu kalesi yıkıldı. Kadın üzerinde ve kadın üzerinden büyük bir oyun oynanmaya başlandı insanlığa. Hürriyet vaatleriyle kadın yuvasından çıkarıldı, örtüsünden sıyrılıp salıverildi sokağa. Hürriyet uman kadın büyük bir esaretin içinde buldu kendini. Önce nefsinin tutsağı, sonra sokağın, sonra modanın, reklamcıların, kapitalizmin derken modern hayatın etrafına ördüğü duvarları fark edemedi. Ne acı ki, kendi bedeni üzerinden oynanan büyük oyunun farkına varamadı.


Artık bedeni örtmek için değil kadını daha cazip yapmak için hazırlanıyor kıyafetler. Her gün bir yerlerden bir modacı bağırıyor, “Bu kıyafeti giyebilecek cesur bir kadın var mı?” diye. Binlercesi, milyonlarcası koşuyor bu sese. Bir silah kuşanır edasıyla sarıyor bedenlerini giysi. Görüntü okları atılıyor nazarlara… Bir anda binlercesine, milyonlar hatta milyarlarca göze aynı anda. Gözlerden giriyor o zehirli oklar. Dimağa, hayale, kalbe varıncaya kadar tüm duyguları sarıyor. Kalp yaralı, perişan… Akıl durmuş şaşkın… Hayal sersemleşmiş… Nefis büyük bir zafer kazanmış eda ile olabildiğince ayakta. Kalp ağlıyor, ruh ağlıyor. Kalp yine siyah bir noktayla kararıyor, yine imanın cilasından bir parça daha koparıyor. Lisanın lezzeti kaybolup, zikirden nefretkârane uzaklaşıyor. Melekler ağlıyor, gözetleyip duran cennet ağlıyor… Ağlayan sadece hasretle sakinlerini bekleyen cennet olmadı. Önce kadının ruhu ağladı. Sonra bedeni, sonra eşi, sonra masum yavruları ağladı. En büyük sığınağı olan yuva ağladı.

Tüm cemiyet, sonra teker teker bütün fertler ağladı. Hatta kadın ve kadınlık ağladı. Zira atılan örtüyle kadının ruhu incindi, yaralandı. Kadının ruhuna konan sırlar öldü. Onda tecelli eden isimler nurunu çekti. Kadın ruhundaki ulvi seciyeler, yerini süfli duygulara bıraktı. Fıtrat fıtri olmayandan ıstırap hissetti. Emanet olarak verilen ve sırlanması istenen güzellik, ben güzelim edaları ile etrafa saçıldı. Bu da kadını kulluktan uzaklaştırıp dünyevileştirdi. Sonra namahrem nazarlara pervasızca sunduğu beden ağladı. Namahrem nazarlardan çıkan zehirli bakışlar bedenin nuruyla beraber güzelliğini de alıp götürdü. Eşinin kalbi ağladı kadının. Kıskandı. Kıskançlık ateşiyle yandı kalbi. Kadın kendi güzelliğini namahrem nazarlara açarken, başka namahremler girdi kocanın nazarına.

Yalnız hayat arkadaşına tahsis edilmesi gereken güzellikler etrafa saçılınca, emniyet yanında hürmet ve muhabbet zedelendi. Şüphe ve endişe girdi eşlerin arasına. Ev yuva olmaktan çıkıp mekân haline dönüştü. Yavrular nursuz ve ruhsuz kuru mekânların duvarları arasında günah yüklü kucaklara doğdu. Anne uhrayı değil, dünyayı doldurdu çocukların ruhuna. Ahiret yolunda değil, dünya yolunda rehber oldu. Şefkat su-i istimal edildi. Ebedi gelecek endişesi yerine dünyevi gelecek endişesiyle yetişti çocuklar. Tıpkı anne ve babaları gibi. Zehirli oklarla kalbi ve ruhu yaralı insanlar doldurdu sokakları. Sürekli nefsi, nefsaniliği, şehveti uyarılan, sürekli nefsanî gerilim yaşayan insanlarla doldu toplum. Milyonlarca kalp kebâirle yaralanıp öldü. Sokakları dolduran milyonlarca modern Amazonlu savaşçılar hem kendileri yaralandı, hem başkalarını yaraladılar. Toplum buhrana kapıldı. Rahmet melekleri kaçtı, ruhlar tenef üs edecek manevi bir atmosferden yoksun kaldı.

Ruhlar bunaldı, kalp karardı. Gerilim, kaygı, endişe kapladı karabasan gibi zihinleri. Sapkınlık, hıyanetle insaniyetini kaybeden insan hayvanlaştı. Öldürdü, vahşice zulmetti. Bir sari hastalık gibi toplumu saran bu illetten örtülüler de etkilendi. Örtü tesettür olmaktan çıktı. Güzel görünmek, daha şık olmak düşüncesi onları da sardı. Bu dehşetli akımın, kalplerdeki imana verdiği tahribatı göz ardı edip onlar da saf tuttu bu şeytan ordusunun saflarında. Ne acı ki, milyonlarca İbrahim sokaklarda ateşlerde yanarken karınca misali su yerine, nar taşıdılar Nemrud’un ateşine. Halbuki, Kadın Cemal’e ve ism-i Hafîze aynaydı. İlahi esmanın bin bir nakşıyla işlenmişti ilmek ilmek. Ruhu ve bedeni Cemali isimlerin türlü türlü rengiyle bezenmişti. İlahi sırların sırrı saklanmıştı tohum misal özünde. O sır dökülmemeliydi ayağa, o sır saçılmamalıydı tecessüs dolu nazarlara. Örtüsü sarmalıydı o sırrı; tıpkı tohumun özünü saran kabuğu misali.

Tesettür toprağı altında neşvünema vermeliydi o İlahi Kenz-i Mahfi. Sümbül veren o hakikat önce yuvayı sarmalıydı; eşi sarmalıydı, çocukları sarmalıydı… Cennet meyveleri vermeliydi Hasan ve Hüseyinler misali. Tıpkı “En hayırlı kadın başkalarının hayaline düşmemiş kadındır.” diyen Nebevî ağacın meyvesi Hz. Fâtıma’dan doğan İnci Mercanlar gibi. “Mim’siz medeniyetin yuvalardan uçurduğu, hürmetleri de kırdığı muhteremleri yuvalarına” davet etmeli artık… Hürmetleri orada, rahatları evlerinde. Ziynetleri temizlik; haşmetleri güzel ahlak, masumluk, olgunluk ve şefkattedir; eğlencesi evlatlarıdır. O zaman örtüde tecelli eden yetmiş esma aydınlatır, kadını, yuvayı, dünyayı… Dr. Ahmet Mücahit Çeleğen Allah Resûlü’nün huzurunda… “Huriler yetmiş hulleyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor.” [1] [1] Müslîm, Cennet 14-17. “Örtün Beni!” Ey Müddessir (a.s.m.)! [2] Arşla arz buluştu. Tecellinin aracısı yerle göğü kapladı.

Tüm esma yansıdı. Varlık titredi. Hira titredi. Her şey tir tir titredi. Tecellinin aracısı sıktı. Sırrı onda aşikâr etmek istedi. Sıkılan titredi, tüm ruhlar titredi. Arş, arzla kucaklaştı. Hira, üstündekini taşıyamaz oldu. Üstündeki Hira’ya sığamaz oldu. Kalp titredi, ruh titredi… Koştu… Rabbin tecellisinden, Rabbin sığınağına koştu. Tüm mahlukat ardı sıra sürüklendi. Asırlar peşine dolandı. Hira’nın saramadığı, Hira’nın teskin edemediği yürek sükûn için evine koştu. Arş kalpli kadın kapıdaydı.

Saygıyla karşıladı, sükûnetle sarmaladı. Şefkat dolu kalbe seslendi: “Örtün beni! Örtün beni!” Örttü kadın. Hira’da gördüğü oradaydı. Tüm esmanın tecellisi oradaydı. İlahi tecelli tekrar kuşattı. Âlem-i melekûta açılan kalp bir kez daha titredi, arz titredi, melekler titredi… Eşine buyurdu: “Örtünü aç!” Annemiz, örtüsünü açtı. Tecellinin aracısı gitti. Melekût âleminin kapıları kapandı. Arş, bağlantıyı kesti. Örtülere bürünen eşine buyurdu: “Örtün!” Annemiz, hicabını üstüne çekti. Tekrar tecelli kuşattı her yeri. Cebrail kendini ayan etti. Bildi melekût âlemi ile arasındaki basamağı. Örttü kadın kendini ve eşini. İlahi tecellinin aracısı oradaydı.

Arş’la arzın buluşmasının ardından insanlığa ilk kelamı “Örtün beni!” olmuştu. Örtülere büründü. Vahyin ağırlığını örtü ile teskin etti. Bildi mübarek annemiz örtünün muhkem gücünü. Rab ile bağlantı yanını. O bilinçle örttü kendisini ve eşini. İlahi tecellinin aracısı hâlâ oradaydı. Örtülere bürünmüş Resûl ve örtülere sarınmış annemiz anladı: Arş’ın dili olan vahyin ağırlığını ancak örtü taşıyabilirdi. Sır örtü ile açıldı, örtü açılınca sır kapandı. Kalp ağacının Arş’ta dal budak vermesi için beden çekirdeğini örtü toprağında sarıp sarmalamak gerekirdi. Vahyin ilk yansıması örtüye bürünmek oldu. Resûl’ün ilk hitabı da kadına: “Örtün!” Örtü “Ya ALLAH!” [3]dedi. [2] Esma-i Nebevî: Örtüye bürünen. [3] Esmaü’l-Hüsna: Lafza-ı celal: Tüm esmanın hepsini kendinde toplayan. Zeyneb’in Yakası Örtük Ey Mütevekkil (a.

s.m.)! [4] Gün taze. Sabah demini alıyor. Küfrün karanlığına nurani bir güneş gibi düşmek için evden ayrılıyorsunuz. Müşrikler etrafınızı sarmış. Anlatıyorsunuz. Üzerinize taşlar yağıyor. Şefkatle anlatıyorsunuz. Yüzünüze gözünüze kumlar serpiliyor. Merhametle anlatıyorsunuz. Ağır ithamlar yapılıyor. Sabırla anlatıyorsunuz. Bir bedbaht el elbisenizden çekiştiriyor. Alnınızda terler.

Yüreğinizde hicran. Dilinizde sabrın tercümanı dualar. Merhametiniz bedduaları ötelemiş. Güneş tepeye yükselmiş, üzgün. Bir kız geliyor. Adımlarında sanki kâinat sürükleniyor. Siması on yedi-on sekiz yaşlarını gösteriyor. Tavrı asırları yüklenmiş. Yüzünde acı, gözlerinde yaş. Gözlerinden akıyor yüreği. Merhametini, şefkatini bir ibriğe doldurmuş. Yanınıza geliyor. Dudakları kelama küskün, yüzünde hüzün. Üzerinizdeki tozları eliyle mi yüreğiyle mi silkeliyor belli değil. İbriğinden su döküyor, ferahlaman için.

Güneş iyice yükselmiş, kızgın. Kız ağlıyor. Gözlerindeki yaşlar küfre kahır duası. Titrek ellerindeki ibrikten su döküyor. Abdest alıyorsunuz. Kızın yüreğinde acı. Kız ağlıyor yüreği gibi ince ince, içine birikmiş keder gibi sessiz sessiz… İlk ciğerparene bakıp sesleniyorsun: “Yavrucuğum, yakanı ört! Baban hakkında tuzağa düşürülüp öldürülecek ve zillete uğrayacak diye korkma!” [5] Rabbin rızası dışında hiçbir şeyin önemi yok senin için. Örtüye o derece düşkünsün. Henüz tesettür âyeti gelmemiş. İlk çiçeğin hâlâ ağlıyor. Birlikte yürüyorsunuz. Küfre arkanız dönük, Zeyneb’inin yakası örtük… Zeyneb’in örtüsünde kendisine tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştıranın ismi yansıyor. Örtü; “Ya VEKÎL!” [6] diyor

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir