Oskar Anweiler – Rusya’da Sovyetler

Oskar Anweiler, bu kitabın başında, 7 Ocak 1971’de, “bundan yaklaşık on yıl kadar önce yayımlanmış bir eseri o günkü biçimiyle okura sunmanın” “ilk bakışta tartışma götürür” görülebileceğini yazıyordu. Aşırı bir alçakgönüllülük ve kuşkusuz eserinin önemini kavramış olan Fransız yayıncıya duyduğu gönül borcu, yazarın sorunu gerçek terimlerle koymasını engelliyor. İnşam asıl utandıran, Rusya’da ve diğer ülkelerdeki- sovyetler hareketi konusunda Fransız okurun elinde sadece Oskar Anvveiler’in Almanca yayımından on yıl sonra üstelik- eserinin bulunması. O zamandan beri çıkan eserlerin hiçbiri onun eserinin ağırlığım eskitememiştir. Bize öyle geliyor ki -çok kişi örtük olarak da olsa bunu kabul eder- bu olay da bu yoğun ve belge dolu sayfalarda ele alınan konunun açıkça bir tabu olduğunu kanıtlamaya yeter. Oskar Anvveiler’in eserinin büyük meziyetlerinden biri, hiç kuşkusuz yaygın olarak “sovyet” kavramı ile “Bolşevizm” kavramı arasında kurulan çağrışımı yıkmasıdır; üstelik Bolşevizm kavramının, çoğunlukla onu kullananların siyasal tercihlerine göre, tarihsel inil celemeler de dahil, çok farklı içeriği olmuştur. Bu kitapta yadsınamaz bir biçimde ve geniş olarak “konseylerin başlangıçta bağımsız oldukları” ve ancak gelişimlerinin belli bir evresinde Lenin in devlet ve devrim kuramına bağlı bir “yeni sistem” içinde yerlerini aldıktan kanıtlanmıştır Bu, yazann deyişiyle, “Rus Devrimi’nin ana parçasını oluşturduğu” hem tarihsel hem kuramsal bir sürekliliğin söz konusu olduğu gerçeğine daha da belirginlik kazandırır. Dolayısıyla, konseyler sorunsalına sadece Rusya’nın olaysa! tarihi açısından yaklaşılamaz; ama keyfi olarak 1917 Devrimi’nden ve onun somut akışından da koparılarak Rusya’da ortaya çıkışı ve gelişmesi şaşırtıcı ve açıklanamaz bir olgu, hatta kurnaz politikacıların yakaladığı bir dizi rastlantının, fırsatların bir ürünü olabilecek bir “konseyler efsanesi”ne de dönüştürülemez. Oskar Anvveiler, sömürülen sınıfların yeniçağın başından beri iki büyük burjuva devrimi (İngiliz ve Fransız) elbette 1871 Paris Komünü ile “doğrudan demokrasi”yi kurmaya ve uygulamaya koymanın başlangıcını ve ilk girişimleri genel çizgileriyle veriyor Bunu yaparken basmakalıp düşünceleri belirtiyor ayrıntılarıyla açıklıyor, derinleştiriyor, eleştiriyor yeni belgeler sunuyor Haklı olarak, sosyal demokrasinin en parlak döneminde Kari Manc’ın Paris Komünü deneyiminden yola çıkarak geliştirip çözümlediği devlete ilişkin görüşlerin, taraftarlarının uygulama ve kuramlarında çok az etkili olduğunu ortaya koyuyor. Gerçekten de Rus emekçilerinin kendine Özgü hareketi -geniş Ölçüde her türlü kuramdan bağımsız olarakonlan sovyetleri kurmaya, sonra geliştirmeye itmiş ve dolayısıyla “işçi devleti”, “ucuz devlet”, “proletarya diktatörlüğü” gibi temel kavramları kuram düzlemine çıkarmış, özetle bu yeni örgütlenme gerçeğini, XX. yüzyıl proleter devriminin büründüğü ve bürüneceği biçimler içinde ve çağdaş dünyayı genelde kuramsal olarak yorumlamada, işçilerin, arkasından Rus köylü ve askerlerinin savaşıyla bütünleştirmiştir. Ne Menşeviklerin -hele hele Bolşeviklerin- ne de başka herhangi bir akımın, 1905’te geniş Rus İmparatorhığu’nda yaygınlaşan işçi temsilcileri konseylerinde tamamen yeni bir olay sezemediklerinî saptamak Özel bir önem taşır. İlk devrim sırasında, en önemli sovyetlerin başında gerek doğrudan yaşadığı deneyimiyle gerek önemli konumundan dolayı Itoçki, kitlelerin eyleminden doğan bu kitle kuruluşlarının yeni özelliğini ve önemini, kaçınılmaz bir biçimde üstlenmek zorunda kaldıktan iktidar işlevlerinden dolayı ger12 çek devrimci anlamlarını ilk sezen kişi oldu. Ondan sonra, Rusya topraklarının dışında, somut deneyleri daha az olan, ama olayların dışında kaldıklarından kuramsal genellemelere daha yatkın olan bir Anton Pannekoek ya da bir Daniel de Leon, birkaç yıl sonra Lenİn’in kaleminde devlet ve devrim kuramı halini alacak olan ilk taslakları geliştirdiler. Bu konuda da Lenin, alınan yolu gözden geçirmek ve zamanın Marksist kuramım böylesîne allak bullak eden kökenleri bulmak amacıyla, geriye dönmek gereksinimini, hayat okulunda -İkinci Enternasyonalin yankılar uyandıran iflası- hissetti.


Eleştirisinin silahı, 1917’de silahlı Rus kitlelerinin taşıdığı eleştiriyle bütünleşecekti. Tbrihte tek olan bu olay, yani sovyet devleti, bu çifte boyuttan doğdu. Elimizdeki belgeler; -hiç kuşkusuz araştırmanın bizzat amacı-, bu sovyet devletinin ortaya çıkmasındaki biricik temel faktörün İ905’teki sonradan sovyetler haline dönüşen seçilmiş grev komiteleri ya da Lenin’in kuramsal düşünceleri olduğunu söylememize İzin vermez; Sovyet devletinin kökeninde, bu iki faktör birlikte rol oynamış başka faktörler de işin içine girmiştir; ama mekanik bir neden-sonuç İlişkisinden söz edilemez. Oskar Amveiler’in, 192 İlere kadar götürdüğü, kurumlaşmış sovyetlerin “yozlaşmasını ele alan inceleme, kuşkusuz uzun ve derin bir tartışma gerektiril; ama ne yazık ki yeri burası değil. Kronstadt ayaklanmasının Bolşevikler tarafından bastırılması “demokratik sovyetlerin” sonu mu oldu? Ya da ayaklanma bunun en çarpıcı işaretlerinden biri değil miydi? Ûç yıllık dünya savaşına, üçü iç savaş olmak üzere dört devrim yılı eklenince, bu canlı organizmaların yılların akışı içinde Kronstadt’tan iki yıl önce, bizzat Bolşevik yöneticilerin kabul ettikleri gibi, içi boş kabuklara dönüştüklerinin farkına varmak için tamamen tarihsel daha karmaşık bir genel açıklamaya başvurmak gerekmez mi? ltoçki, Rus Devrimi Thrihi’nin hayranlık uyandırıcı sayfalarında -Oskar Amueiler bu yapıttan çok iyi yararlanmasını bilmiştir- sovyetlerin 191? şubatı ile ekimi arasında uzlaşmacı sosyalistlerin yönetiminde bir hastalık dönemi geçirdiklerini açık bir biçimde gösteriyor Yazar ayrıca, Bolşeviklerin, iktidarın sovyetlerin eline geçmesiyle devrimin banşçı bir biçimde gelişeceğine aylarca nasıl bel bağladıklarını, olayların tamamen ters biçimde gerçekleşmesinin ise tümüyle Bolşeviklerin suçu olmadığım, Lenin’den sonra, bir kez daha hatırlatıyor. 1918’den itibaren Menşeviklerin ya da S.D.’lerin Sovyetler’den gittikçe silinip gitmeleri (Oskar Amıveiler, bu gelişimi ayrıntılarıyla an13 tatmaktadır), Bolşeviklerin “totalitarizm” istekleriyle açıklanamayacağı gibi; bu uzlaşmacı partilerin kendi tercihleriyle, yöneticilerinin çoğunluğunun Kurucu Meclis taraftarlarıyla aynı çizgide yer almalarıyla, sınıf değiştirerek iç savaşta öbür tarafa geçmeleriyle de açıklanamaz. Oskar Anvveiier, bu ilginç sayfalarda Rus Devrimi denilen tarihsel olguyu inceledi; kitlelerin doğrudan eylemle -dolayısıyla doğrudan demokrasi sayesinde- en acil isteklerinin karşılanması için başlattıkları hareketin; bu taleplerin yerine getirilmesinin yanı sıra var olan toplumsal ve siyasal düzenin yıkılmasını kendisine çok önceden amaç edinmiş bir partinin silahlandığı bir kuramla birleşmesini irdeledi. Bunu yaparken bir yol açtı. Bilginleri, araştırmacıları, tarihçi ve siyasetçileri, hatta militanlan büyük bir görev bekliyor. “Bolşevizm”, bir kuram olarak, partinin 1917’deki yöneticilerinin dışındaki kimselerce, 1917-1921 Rusyası’ndan başka ülkelerde de uygulandı. Kitlelerin hareketi, Rusya dışındaki ülkelerde, emekçilerin doğrudan demokrasisini, yani işyerinden başlayarak kendi iktidarlannı gerçekleştirmeye yönelik^yenl örgütlenme biçimleri yarattı. Ama bu ülkelerde yeni bir işçi devletinin, tamamen “sovyetik” türde yeni bir devletin doğuşuna -ya da kurulmasınatanık olmadık. Sonuç olarak, 20.

yüzyıl tarihinin bu konuda ortaya çıkardığı somut sorunlardan, “Ruslara özgü” gibi soyut genellemeler yaparak kaçamayız. Çünkü sözcüğün tam anlamıyla “sovyetik” hareket, 1917-1921 yıllarından çok sonra, Rusya’nın dışında, öncelikle de iki dünya savaşı arasında sürdü. 1918 kasımında Almanya’da kurulan Arbeiterund Soldatenrâte’ler*, şubat sovyetlerinden çok farklı özelliklere sahiptiler. Çünkü Almanya’daki bu konseylerde, bilinçli “Konseyler Cumhuriyeti” taraftan devrimci unsurlar, daha başlangıçta çok Önemli bir role sahiptiler. Râle-sistem’in kuramcılarından bağımsız sosyal demokrat Emst Dautning’in ifadesiyle Alman konseylerinin 1918 aralığında toplanan 1. kongresi bir “intihar kulübü” olarak adlandırılabilirdi. Ama Saksonya’da Ruhr’da, başlıca işçi bölgelerinde, Kapp’ın 1920 Mart darbesine karşılık olarak İşçiler gerçek sovyetler kurdular; bunlar emekçiler tarafından kurulmuş, onlara dayanan, kendi ordusu ya da milisi, kendi polisi ve adalet sistemi olan, kendi parasım bastıran, yeni bir iktidarın unsurlarıydı. * Almanca: İşçi ve asker konseyi (y.n.) 14 Sonraki yıllarda, konseyler “tipolojisinde” özel bir kesim oluşturmalarına karşın, fabrika konseyleri Betreibsrâte’ler, Zlnoviev’in ve başka birkaç Bolşeviğin tereddütlerine rağmen, Rus Partisi ve Enternasyonaldeki yüksek makamların 1923 Ekim ayaklanmasından yola çıkarak kurmayı düşündükleri sovyetik Almanya’da yeni iktidarın ilk kuramsal çerçevesi olarak kullanmaya karar verecekleri kadar önemli, özgün bir siyasal rol oynayacaktı. Aradan daha iki yıl geçmeden, yaşlı kıtanın öteki ucunda KantonHong-Kong Grev Komitesi (o da birkaç fabrikadaki grevcilerin merkezi yönetiminin ilk biçimi olarak doğmuştu) Kanton valiliği ve işgalci İngiliz kuvvetleriyle iktidar çatışmasına giren gerçek bir Sovyet haline geldi. Ispanya’da, önce 1934 işçi ayaklanmasının son günlerinde Asturias eyaletinde, daha sonra da 1936 yılında cumhuriyetçilerin egemen olduğu bütün topraklarda bir yığın örgüt ortaya çıktı. Bunlar, komite, cunta ya da consejo (konsey) gibi çeşitli adlar taşıyorlardı. Franz Borkenau gibi uyanık bir gözlemci, bu kurumlann temelindeki “sovyetik” ya da “sovyet öncesi” özellikleri sezebilmişti. Burada da, 1920 Almanyası’nda ve on yıl önce Çiri de olduğu gibi, bizzat işçi hareketinin ve onun geleneksel örgütlenmesinin yaşaması için zorunlu olan anlık koşullar, bu örgütlenme ve savaşma biçimini belirlemiştir.

Konseyler demokrasisi, konseyler sistemi kuramcılarının diledikleri gibi aritmetik bir kesinlikle yansımasa da bu koşullar, onlan ikili İktidar örgütleri, gerçek bir işçi iktidarı yapar. Bütün bu durumlarda, sovyet türündeki bu kuruluşlar, doğmalarına neden olan konjonktürün, gittikçe artan tehlikesinin sona ermesinden sonra yaşamlarını sürdüremediler. Bütün bu durumlarda sovyetlerin kurulmasında etkin rol oynamaktan çok seyirci kalan partiler de, sendikalar da daha sonraları, Ebert yanlısı sosyal demokratların 1918’de Alman konseylerine tanıdıkları geçici ve onurlu niteliği onlara vermekte birbirleriyle yarıştılar: Cumhuriyetçi Ispanya’da bu konseylerin dağıtılması yolundaki karan, anarşist bakanlar da imzaladılar… Zaten hiçbir Bolşevik parti de bu konseyleri savunmamıştı… Rusya’da temsilciler sovyederiyle başlayan işçi konseyleri hareketi Rus Devrimi’ni izleyen yıllarda da sürdü, ama hep güçlü olmasına karşın yeraltında, bazı durumlarda -hepsi de devrimci durumlar değildi- patlayıveren, kimi zaman hiçbir direnme göstermeden sinen bir akım gibi. Bu dengesizlik bir sürü umudu ve stratejik hesabı bozacaktı. İspanyol monarşisinin düşmesinden sonra, İS Komünist Enternasyonal in basın organları Inprehorr’da ve Pravda’da o dönemde henüz kurulmamış sovyetlerin doğuşu gerçekleşmiş gibi veriliyordu. Leon Tboçki, dostu Andıds Nîn’e gönderdiği 1 Eylül 1931 tarihli henüz yayımlanmamış bir mektubunda şaşkınlığım şöyle itiraf ediyordu: “Neden İspanyada sovyetler yok diye kendi kendime sorarım ba2en…” Kendi sorusuna bir yanıt bulmaya çalışırken sakınımlı olarak ileri sürdüğü unsurlar incelenmeye değer: “Cuntalar sloganı, İspanyol işçilerin zihninde sovyetler sloganına bağh sanırım. Bu yüzden de onlara çok katı, çok kesin, çok Rus işi gibi geliyor Yani İspanyol işçileri, bu sloganı, aynı aşamadaki Rus işçilerden daha farklı bir gözle değerlendiriyorlar. Rusya’da sovyetlerin varlığının, başka devrimci ülkelerde sovyetlerin kurulmasını engellemesi tarihsel bir aykırılık değil mi?” Tboçki böylece, haklı olarak, “kombine gelişim” yasasım bu işçi ve köylü kitlelerinin organik hareketine uyguluyor, ama bu onu tatmin etmediğinden, Rus deneyine dönerek şöyle devam ediyordu: “Rus-‘ ya’da sovyetleri kurmayı başarmamızın nedeni, sadece bizim değil, -başka niyetleri olmasına karşın- Menşeviklerin ve S.D.’lerin de bunu istemesiydi.” Ve bu gözlemi, onu Oskar Aımeiler’in eserini dikkatle okuyanlar için çok önemli olan şu saptamaya götürüyordu: “Ispanya’da sovyetler kuramayız, çünkü ne sosyalistler ne de sendikalar kurulmasını istiyorlar. Bu da gösteriyor ki işçi sınıfının çoğunluğu ile Örgütlenme birliği ve tek cephe, bu slocan üstüne gerçekleştirilemez.’’ Tboçki, daha sonra Nin’e İspanyol işçilerinin bu konuda söylediklerine kulak vermesini salık veriyor. Sovyetler olmadığına göre, sosyalistlerin de istedikleri “fabrika komiteleri” aracılığıyla örgütlü ya da örgütsüz tüm çalışanları özlemlerini doğrudan doğruya dile getirebilecekleri kadar esnek kuruluşlarda bir araya toplamanın mümkün olup olmadığını düşünmesini tavsiye ediyordu. 1931 yazına Özgü koşullar içindeki İspanya için geçerli olan bu gözlem, varsayımlar üretmeye çok elverişlidir.

Ekim Devrimi’nden önce sovyetik biçim, farklı coşku ve kararlılık derecelerinde, değişik açılardan ve değişik amaçlarla işçi örgütlerinin tümünü kendi etrafında topladı. Bu örgütlerden hiçbiri sovyetlere karşı açıktan tavır almadı ve onlara karşı savaş açmadı. Ama Ekim Devrimi’nin başarısından ve sovyet devleti kurulduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde durum artık eskisi gibi değildi. Böylece, tehlike, sadece yönetici sınıflar tarafından değil, ama eski toplumsal ve siyasal çer16 çevede emekçi sınıflar üstünde egemenlik kuran ve dolayısıyla artık yıkmak değil, sadece iyileştirmek niyetinde oldukları bir sistemle bütünleşen örgütler tarafından da gerçek boyutlarıyla değerlendirildi. Bunun en aydınlatıcı örneği Almanya ortada. Kari Liebknecht’in dereyi görmeden paçaları sıvayarak 9 kasımda İmparatorluk Sarayı’mn balkonundan ilan ettiği “Almanya Konseyler Cumhuriyeti” tehdidine karşı, Alman burjuvazisi, Junker’ler ve devletin tüm olanaklarına sahip olan bütün kesimler, birden eşit, doğrudan ve gizli genel seçimlerden yana ‘demokratlar” kesildiler; üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı bir rejim çerçevesinde, temsili demokrasi sistemi güvencesini veren bir kurucu meclisin derhal seçilmesini silahla kabul ettirmeye hazırdılar İmparatorluk Ordusu’ndan geriye kalan subaylar müfrezesi, Alman sovyetlerin! tasfiye operasyonunun öncüsü, maddi silahı haline geldi; bu operasyonun siyasal öncüsü ise Sosyal Demokrat Parti oldu. Sosyal Demokrat Parti, konseyler kongresinde siyasal savaşı kazanarak Kurucu Meclis seçimine tüm “yurttaşların” katılması kararım bu kongreye aldırttı. Bolşevik Parti gibi, konseyler iktidarının partisi olabilecek bir parti -birkaç aylığına bile olsa- tarafından yönlendirilmediği ve canlılık kazandınlmadığı için Arbeiter und Soldatenrâte ağı, artık herkesin oyuncağı, ruhsuz bir vücut, bizzat Bosa Luxemburg’un acımasızca ve aşağılayarak haklı olarak nitelediği gibi bir “kadavra” haline dönüştü. O zaman gerçek bütün açıklığıyla ortaya çıktı^ Kendi nesnel amaçlarının gerçekleşmesi için bizzat işçi sınıfının ve müttefiklerinin hareketiyle kurulan sovyetler, örgütlü işçi hareketi içerisinde işçi sınıfını bölen akımlardan kurtulamaz. Onlar da bu örgütler gibi çatışan sınıflar arasındaki savaşın yaşandığı bir savaş alanı ve savaşın ganimeti durumundadırlar

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir