Osman Aysu – Ay Isigi

Tropikal iklimin boğucu sıcaklığı yağmur diner dinmez her yanı kaplamıştı yeniden. Nem oranı çok yüksekti. Üç günlük sakalı uzamış, gemici kıyafetli adam alnında biriken teri elinin tersiyle sildi. Adımlarını sıklaştırıp Cookies Net denen bara doğru yürüdü. Bu saatte Manado’nun en serin yeri orasıydı. Tavandaki büyük vantilatör hiç durmaksızın döner, kısmi de olsa bir serinlik sağlardı. Adamın enine çizgili mavi tişörtünün üstünde kirli keten ceket, ayaklarında da altı lastik sandaletler vardı. Gri keten pantolonu buruş buruştu. Dudaklarına sıkıştırdığı sigara filtresine kadar gelince yere fırlattı ve bara doğru yürüdü. Serinliğine rağmen barın tenha olduğuna emindi. Sulawesi adasın n çoğunluğu Müslüman olan yerli halkı genellikle bara gitmezlerdi. Burası Manado’daki yabancıların ve turistlerin uğrak yeriydi. Os/ııa/ı. /Iıjsıı İçeriye girince yanıltmadığını anladı. Bomboştu bar… Tavandaki vantilatörün dönerken çıkardığı biteviye uğultu ve yarattığı serin hava, gemici kılıklı adama şerbet gibi geldi.


Loştu içerisi. Ufak fenerlerle aydınlanan mekân insana huzur veriyordu, iskemleler ve masalar bambu kamışındandı. Sadece iki masada müşteri vardı. Köşede bira içen iki esmer adam muhtemelen Tomohon’lu dalgıçlardı. İri basık burunları, kısa kıvırcık saçları yerli olduklarına işaretti. Herhalde kendilerini dalışlarda kiralayacak zengin turist arıyorlardı. Gemici kılıklı adam onlarla hiç ilgilenmedi. Ama öbür masada tek başına oturan adam dikkatini çekti. Aradığı adam o olabilirdi. Belli etmemeye çalışarak adamı süzdü. Garsondan soğuk bira istedi. Buranın yerlileri nedense soğuk bira içmezlerdi. Oturduğu masadan adamı rahatlıkla görebiliyordu. Temiz pak giyinmişti. Sırtında buruşmayan kalın Hint keteninden beyaz bir takım elbise vardı.

Mavi gömleğinin üstüne diyagonal çizgili kravat takmıştı. Avrupalı olduğu her halinden belliydi. Kısa bir an göz göze geldiler fakat adam gemiciyi küçümsemiş gibi hemen başını çevirdi. Ya da gemiciye öyle geldi… Aradığı adam o olabilirdi. Ama emin olmadıkça yaklaşmayacaktı. Nasıl olsa az sonra bunu anlardı. Çünkü o da kendisini bekliyor olmalıydı. Tekrar adama baktı. Viski içiyordu; on the rocks denilen tarzda. Kalın bir bardağı buzla doldurmuş içine iki parmak viski koydurmuştu. Gemici adamın önündeki tabakta Malezya’nın ünlü tropikal meyvesi papaya’yı gördü. Kabuğu yeşil, içi turuncu. Bu yörede bütün bir yıl boyunca yetişirdi. Genellikle tuz ve limon suyu eklenerek yenirdi. ¦ ^/Iı/ Işığı Beyaz keten elbiseli adam gereğinden fazla sakindi.

Sanki hiç işi gücü yokmuş ve tüm gününü bu barda geçirmeye hazırmış gibi. İngiliz ya da Hollandalı görünümündeydi. Soğuk, mağrur ve her şeye tepeden bakan kibirli biri. Gemici biran kuşkuya düştü. Acaba yanılıyor muydu? Kendisine verilen tarif gayet yetersizdi. İşin tam sonuna gelip görevini tamamlayacağı sırada yeni bir aksiliğin çıkmasını istemiyordu artık… Uzun bir yolculuk yapmış ve yorulmuştu. Buraya Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’dan gelmişti. Dr. Mahadir’le aralarında geçen kısa konuşmayı tekrar anımsamaya çalıştı. Zihnini zorladı, Dr. Mahadir’in sözlerini kelimesi kelimesine hatırlıyordu. Görüşmeyi, dünyanın en yüksek binası sıfatını taşıyan 88 katlı ve 495 metre yükseklikteki İkizler’de yapmışlardı. Verilen bilgileri unutması imkansızdı. Ne doktorun mora çalan dudaklarını, ne de 43. katta olan şık ve modern tefriş edilmiş bürosunu unutabilirdi.

İkiz kulelerin biri Milli Petrol Şirketi’ne aitti, diğeri de özel kişilere büro daireleri olarak satılmıştı. Doktorun bürosu bu iki kuleyi 42. katta birbirlerine bağlayanJ^öprünün hemen üstündeydi. Gemicinin o görüşmeyi unutmaması için çok önemli bir nedeni daha vardı. Tam o sebebi hatırlarken birden beyaz keten elbiseli adamın yerinden kalktığını gördü. Papaya dilimleri ve viskisi bitmemişti henüz… Beni tanıdı, diye düşündü gemici. Temas kurmaya geliyor olmalıydı… Tepede dönen ve ılık bir rüzgarı etrafa dağıtan vantilatöre rağmen yeniden ter bastı gemiciyi. Şimdi işinin en zor yanı başlıyordu. Eli buruşuk ceketinin yan cebindeki sigara paketine gitti. Acele bir sigara çekip çakmağınla yaktı, işindeki bunca yıllık deneyimine rağmen parmakları hafifçe titremişti. Soğukkanlı olmalıydı. Tüm tehlikeye rağmen her şey şu ana kadar yolunda gitmişti. Bundan sonra da öyle olacaktı, daha doğrusu öyle olmalıydı. Beyaz keten elbiseli adama ne söyleyeceğini aklından geçirdi. Kısa bir parolaydı bu.

iki kelimelik. Sadece kendini tanıtım için… Osman, /Iı/su Adam masasından kalkarken kısa bir an yine kendisine bakmıştı. Hak verdi, galiba beklediği kişinin o olduğundan hâlâ kuşkusu vardı ajanın. Nitekim adam masasına doğru yönelmemiş ve tuvaletlerin bulunduğu arka taraftaki dar koridora doğru yürümüştü. Gemici şaşırdı biran. Yoksa barda görüşmek istemiyor muydu? Arkasından bakakaldı. Burası bomboş sayılırdı. Cookies Net bu saatlerde her zaman boş sayılırdı, asıl kalabalık bir iki saat sonra başlardı. Köşedeki masada oturan Tomohon’lu dalgıçlara bir daha baktı. İlk defa şüpheye düştü. Yoksa yerel gizli servisin adamları mıydı onlar? İhtimal vermedi, Sulawesi adasını ve insanlarını iyi tanırdı. Onların derin sulara dalan yerliler olduğuna iddiaya girebilirdi. Zararsız turist avcılarıydılar. Sigarasından derin bir nefes çekip, soğuk birasından bir yudum aldı gemici. Telâşa gerek yoktu.

Keten elbiseli adam geri gelecekti. Belki davranışlarını sınıyordu. O da emin olmak zorundaydı. Bir süre bekledi. Adam hâlâ dönmemişti. Geçen süre tuvaletteki işini bitirmesi için yeterince uzundu. Yoksa teslimatı tuvalette mi yapmayı düşünüyor, diye aklından geçirdi. Buna hiç gerek yoktu. Yine de bir hata yapmak istemedi. Onun işi hataları asla affetmezdi. Yerinden kalktı tuvalete doğru yürüdü. Dar ve kısa koridorun sonundaydı erkekler tuvaleti. Ne masadaki Tomohon’lu dalgıçlar, ne de barın tenhalığı nedeniyle servise bakan iki garson kendisiyle ilgilenmemişlerdi. Kahverengi cilalı kapıyı itti. Keten elbiseli adam lavabonun önünde duruyordu.

Gemiciye soğuk bir şekilde baktı. İnce dudakları sinsi bir şekilde büzüldü, tebessüm eder gibi. “Birini mi bekliyorsunuz Tuan?” dedi. /Jy İş/ğ/ Sesi oldukça ince ve gergindi. Sanki kadın sesi perdesinde. Gemici adamın buz mavisi gözlerine baktı. Adam Malayca 9 konuşmuştu. Malayca oldukça kaba, kısa fakat sert sözcüklerden oluşan bir dildi. Gemici bu dili iyi konuşurdu ama adamın o dili neden tercih ettiğini anlamamıştı. Şimdi parolayı verecekti. Doğru cevabı alırsa mesele bitmiş sayılırdı. Gemici elindeki sigarayı tuvaletin fayanslarının üzerine atıp, lastik tabanlı sandaletiyle ezerken, “Orang” diye fısıldadı. Dr. Mahadir’in verdiği ilk kelime buydu. Malayca’da “insan” anlamına geliyordu.

Alacağı kelime ise “Utah” yani orman olmalıydı. Beyaz elbiseli adam in tebessümü tüm yüzüne yayıldı ve doğru kelimeyi fısıldadı. Gemici rahatlamıştı. Terli yüzü aydınlandı. “İş tamam” dedi. “Emaneti getirdiniz mi?” “Evet” “Lütfen onu bana teslim edin.” A. “Ne olduğunu biliyor musunuz?” Beyaz elbiseli adam başını iki yana salladı. “Hayır, hiç birfikrim yok.” Gemici yine huzursuzca kıpırdandf yerinde. “Ama olması lâzımdı.” “Ben bir vasıtayım bayım” dedi soğuk bir sesle. “Bunu ancak patronlarım bilir.” “Öyleyse niye onlardan biri gelmedi?” “Şaka mı yapıyorsunuz? Patronlarım asla Cookies Net gibi bir yere gelemezler.” Gemici biraz bozulur gibi oldu.

“Ama durum biraz çetrefil. Bazı aksilikler oldu.” “Aksilik mi? Nasıl yani?” Osman, /Jl/su “Size asıl teslim etmek zorunda olduğum şey Ujung Pandang 10 açıklarındaki bir teknenin içindeki kasada.” Keten elbiseli adamın suratı asıldı. “Ama nasıl olur? O Sulawesi adasının öbür ucu.” “Üzgünüm ama ancak bu kadarını elde ettik.” “Yani bütün vereceğiniz bu haber mi?” “Hayır” dedi gemici muzaffer bir eda ile. “Kasanın anahtarını da getirdim.” Adam küçümser bir ifade ile, “Her neyse bu da başarı sayılır.” Keten elbiseli adamın tutumu gemiciyi sinirlendirmeye başlamıştı. “Dalga mı geçiyorsun, dostum?” diye söylendi. “Daha ne istiyorsunuz?” Adam yeniden soğuk bir şekilde sırıttı. “Anahtarı lütfen!” Gemici elini kirli ve buruşuk ceketinin cebine sokup parlak ufak anahtarı adama uzattı. “Alın. Ve çok dikkatli muhafaza edin.

Bunun için çok kan aktı. Sanırım daha da akacak. Patronlarınıza gönül rahatlığı ile götürebilirsiniz artık.” Adam anahtarı gemiciden aldı. Bir müddet ufak metal parçasına heyecanla bakar gibi yaptı, sonra o müstehzi bakışlarını yeniden gemiciye çevirdi. “Çok önemli bir noktayı unutmadınız mı?” diye sordu. “Neyi?” “Teknenin adını!” “Aaa evet, söylemeyi gerçekten unuttum. Ama dert etmeyin, patronlarınız nasıl olsa o tekneyi ve sahibini tanıyorlar.” “Ben yine de görevimi tam olarak yapmak isterim.” “Anlayamadım?” “Yani patronlarıma teknenin de adını vermek zorundayım.” </Iı/Işığı “South Star. Büyücek bir yattır. Limanda herkes bilir.” “Ama ben bilmiyordum” dedi adam pis pis sırıtarak. // Gemici garipseyerek o buz gibi gözlere baktı.

Sanki adamın suratında o ana kadar hissetmediği değişik bir duygu şekillenmişti. Gemici rahatlayamıyordu birtürlü. İşi şu anda sona ermişti artık, sevinmesi ve büyük bir yükten kurtulmanın boşluğunu duymalıydı. Ama birden bir tedirginliğe kapıldı, sebebini tam anlayamadığı bir ürküntü. Huzuru kaçmıştı. Kısa bir an herhangi bir hata yapıp yapmadığını düşündü. Her şey kuralını uygun olarak gelişmişti ve bir hata yaptığını hiç sanmıyordu. Ama birden keten elbiseli adamın elindeki tabancayı fark edince bir yerlerde yanıldığını anladı. Ne var ki yaptığı hatayı düşünecek fazla vakti olmadı. Adam ucuna susturucu geçirilmiş silahını çoktan ateşlemişti bile. Kof bir gürültü çıktı. Yeterince sessiz. Ne Cookies Net’in personeli, ne de Tomohon’lu dalgıçların duyamayacağı kadar hafif bir gürültü. Kurşun gemicinin tam kalbine isabet etmişti. Tek fakat ustaca yapılmış bir atış.

Gemicinin enine çizgili tişörtünün göğüs hizası birden kanlandı. Dizlerinin üstüne çöken adam yere yuvarlandı. Gözleri açık gitmişti… Keten elbiseli adam, üstünü kirletmemeye çalışarak önce silahını beline yerleştirdi, sonra gemiciyi yerde sürükleyerek tuvalet kabinlerinin içine soktu ve cesedi klozetin üzerine oturttu. Kabinler cesedin devrilemeyeceği kadar dardı. Soğuk mavi gözlerini tiksintiyle cesede çevirip bir daha baktı. Bara geçip hesabını ödedi ve sıcağın kol gezdiği caddeye çıktı… ¦O+-0+0 2 Gerd Rupper purosunu dişlerinin arasına sıkıştırıp gözlerini masmavi denize çevirdi. Durgun, pürüzsüz, alabildiğine engin bir denizdi önünde uzanan manzara. Beyaz büyük tekne Tondano açıklarında demirliydi. Gerd Rupper resmi kayıtlara göre Sulawesi adasında tik, abanoz, sandal ve kafuru ağaçlarını ham olarak ihraç eden bir Alman şirketinin genel müdürü olarak görünüyordu. Ağaç, petrolden sonra Endonezya’nın ikinci dışsatım ürünüydü ve bu güne kadar da henüz devletleştiriimemişti. Her ne kadar şirkette çok az yerel iş adamlarının hissesi varsa da, yönetim tamamen Almanların elindeydi. Gerd Rupper, Toala yerlisi kamarotun getirdiği tepsideki yiyeceklere bir göz attı. Çok iştahlı, iri göbekli ve kel kafalı bir adamdı. Yerli kamarota dönerek, “Bana kaptanı çağır” dedi. Emri alan yerli, efendisini selamlayarak uzaklaşırken, Gerd bakışlarını az ilerdeki şezlongda sere serpe uzanıp güneşlenen sarışın kadına çevirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir