Osman Aysu – Bicak Sirti

ĐSLAK ve soğuk kış gecesinin ürpertici karanlığında, yaşlı adam mezarlığın içinden geçen yola girdiğine pişman olmuştu, içinde hafif bir ürküntü hissetti, hiç gereği yokken başını çevirip arkaya baktı. Kimsecikler yoktu arkasında uzanan eğri büğrü taşlı yolda… * Sadece soğuk rüzgârın etkisiyle sallanan ulu servilerin çıkardığı hışırtıları ve yağmur damlacıklarının mezar taşlarına çarparken hasıl ettiği pıtırtıları duydu. Bu yoldan yüzlerce kez geçmişti yaşlı adam. Hiçbir keresinde de korktuğunu anımsamıyordu, ama nedense buakşam içinde garip bir tedirginlik yaşıyordu. Belki soğuktandır, diye düşündü. Çişi de gelmişti. Fakat ne soğuktan ne de az evvel çıktığı kahvede içtiği çok sayıdaki çayın mesanesine yaptığı tazyikten değildi ürpertisi… Adımlarını hızlandırdı. Karacaahmet Mezarlığı’na, Çiçekçi tarafındaki aralıktan girmişti. Duvardibi’ne bakan ve Alevi dergâhının yanına çıkan kapıdan da terk edecekti mezarlığı. Kahveden evine giden en kestirme yoldu bu. Az ilerisi… 6 OSMAN AYSÜ Ama nedense her adım atışında içindeki korku daha da artıyordu. Tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Huzursuzca yağmurlu havadaki sessizliği dinledi. Uğuldayan rüzgâr ve düşen yağmur taneciklerinin pıtırtıları olmasa, mezarlık her zamanki ölü sessizliğini sürdürüyor olacaktı. Kulak kabarttı.


Farklı bir ses kulağına çarpmıştı. Hafif, kesik kesik bir hırıltı sanki. Yanılıyor muydu yoksa?… Elinde olmadan bakışları her iki yanında uzayıp giden irili ufaklı mezar taşlarına kaydı. Mezarlıklar yeterince aydınlatılmazdı. Kabir başlarındaki iri mermer taşlar gözüne daha ürkütücü ve korkunç gözüktü. Utanmasa koşacaktı. Saçmalama, diye kendi kendine moral vermeye çalıştı. Korkması için hiçbir sebep yoktu. Burası sadece bir yoldu; tek farkı mezarlığın içinden geçmesiydi. Aklına çocukluğunda duyduğu, korku üzerine kurulu hortlak hikâyeleri geldi, ama yaşlı adam hayalet ve hortlak hikâyelerine inanmazdı. O sesi, o garip sesi yine duymuştu. Hem de daha yakından. Durup bir daha arkasına baktı. Sadece boşluk ve karanlık vardı. Saat biri geçiyor olmalıydı.

Đlerlediği istikametteki anayoldan hızla geçen bir otomobilin farlarının yarattığı aydınlığı fark etti. Yaklaşık yirmi ya da otuz metre daha yürüse mezarlıktan kurtulacaktı. Bir hışırtı… Sanki mezar aralarındaki ıslak otlar üzerinde yürüyen birinin ayak sesleri… Saçma, diye fısıldadı. Şayet etrafında biri varsa, bu insan olmalıydı. Yaygın inanca göre ölüler her zaman sessiz olurlardı; şayet varsa, hortlakların gürültü yaptığını hiç işitmemişti… Korku onu yerine mıhladı. Adım atamıyordu. Öylece hareketsiz durdu. Đnanmaması- Bıçak Sırtı 7 na rağmen, başını dört bir yana çevirip çevresinde her an aniden belirecek bir hayaletin ortaya çıkmasını bekledi… Beyaz kefeni içinde yattığı topraktan fırlamış uzun bir hortlak görüntüsü. Kendi kendine yaptığı telkinler netice vermemişti, hâlâ sapır sapır titriyordu. Ama bu titremenin dolu idrar torbasından gelmediğinin de bilincindeydi. Korku titremesiydi bu… Yolun sonundaki asfalta çıkan açıklığı yağan şiddetli yağmura rağmen görebiliyordu. Sadece yirmi metre, belki daha az bir uzaklık. Gecenin köründe mesafe tayin edemiyordu. Ne olursa olsun, bir daha bu yolu kullanmamaya karar verdi. Negece, ne gündüz.

Kulaklarını dikti, o ürkütücü sesi yeniden duymaya çalıştı. Ayak sesine benzeyen hışırtı kesilmişti. Duyamadı… Uğultu, yalnızca rüzgârın uğultusu vardı; bir de yağmur sesi. Karanlıkların içinde bir iki adım daha attı. Evine gitmek için varmak istediği yol daha^tenha ve hareketsizdi, ama orası alt tarafı bir caddeydi. Emin ve aydınlık… Her şey o birkaç saniye içinde oldu. Sağ tarafındaki eski iri mezar taşının arkasından iri bir gölgenin birden peydahlandığını dehşete kapılarak gördü. Kesinkes bir hayalet değildi bu. Etli, canlı bir insan… Gerçi adam birdenbire ortaya çıkıvermişti, ama korkulacak bir şey yoktu. Alt tarafı kendi gibi bir âdemoğluydu. Eski mezarlık safsataları, yağan yağmur, fırtınalı hava ve belki de kahvede yenilgiyle sonuçlanan okey oyununun sinirliliğini atamamasından kaynaklanmıştı bu gerginliği. Çişi de bu kadar fazla gelmese belki titremeyecekti… Gecenin bu saatinde karanlıktaki gölgenin mezarlıkta ne aradığını bilemezdi tabii. Alelade bir yolcu olabilirdi ya da kendisi gibi sıkışıp tenha bir köşeye mesanesini boşaltmak isteyen biri de… 8 OSMAN AYSÜ Tam rahatlayıp gevşediği sırada, gecenin karanlığında ışıldayan metal parıltısını görünce birden uyandı. Şayet yanılmı-yorsa, bu keskin bir hançerdi. Yoksa karşısındaki yol kesen bir şehir eşkıyası, bir soyguncu muydu? Öyleyse karşısındaki adam hayal kırıklığına uğrayacaktı.

Yaşlı adam emekli bir memurdu. Devamlı gittiği kahvede içtiği çayların hesabını bile haftadan haftaya ancak öderdi. Üstünde ne kıymetli bir şey vardı ne de ödeyebileceği bir para. Sahip olduğu tek şey canıydı… Gölge iki adımda yanına yaklaştı. Elindeki sivri hançeri tek kelime etmeden yaşlı adamın boynuna doğru savurdu; son derece ustaca… Adamın gırtlağından bir kan sütunu fışkırdı. Yerinde sallandı. Neye uğradığına şaşırmıştı, gözleri inanılmaz bir hayretle irileşti, bağırmak istedi, ama paralanan hançeresinden ses çıkmadı. Titreyen dizleri büküldü ve yüzükoyun yere yuvarlandı. Esrarengiz gölge vakit geçirmeden, onu eski paltosunun yakalarından kavrayarak yan taraftaki bir mezar duvarının kenarına doğru çekti. Çok kısa bir debelenmeden sonra ruhunu teslim eden adamı sırtüstü çevirdi ve yağmur altında öylece bıraktı. Hâlâ boynundan ılık ılık akan kan, yağmurdan ıslanan otlara karışıyordu. Katil son bir şey daha yaptı. Cebinden çıkardığı ufak bir kâğıt parçasını cesedin paltosunu aralayarak içindeki giysinin yakasına bir çengelli iğneyle iliştirdi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi doğrularak ağır ve kendinden emin adımlarla Çiçekçi istikametinde yürüyerek mezarlıktan çıktı… * * * Tülay hızlı giden arabanın savrultusunu hafifletmek için ön koltuğa sıkı sıkıya yapışırken, “Yavaş ol, Ömer Abi” diye Bıçak Sırtı 9 söylendi ters ters. “Cinayet haberine yetişelim derken korkarım bizler trafik kazası haberi olacağız.

” GTV Kanalı’nm anlaşmalı şoförü gülerek karşılık verdi. “Takma kafana. Usta ellerdesiniz, bir şeycik olmaz.” Kız homurdanmaya devam etti. “Havaya baksana. Berbat yağmur yağıyor. Daha dün Sarıyer’den dönerken lastiklerin kabak olduğunu söylüyordun. Atlı kovalamıyor, nasıl olsa adam ölmüş, son nefesinde yetişip ağzından beyanat alacak değiliz ya!” Şoförün yanındaki koltukta oturan, televizyon kanalının haber dairesi elemanlarından Cahit arkaya dönerek sırıttı. “Haber kutsaldır ve bir habercinin ilk görevi olaya anında yetişip bilgileri toplamaktır. Sana kaç kere bunun erkek işi olduğunu söylemiştim. Başka çalışacak iş mi bulamadın yahu? Bir bankada ya da özel bir şirkette çalışsaydın, şimdi bu saatte ne güzel sıcak yatağında mışıl mışıl uyuyor olacaktın. Kendi düşen ağlamaz derler, yakınmaya hiç hakkın yok.” “Bırak zevzekliği!” diye söyl^hdi Tülay oturduğu arka koltuktan. Bu defa yanındaki kameraman arkadaşı Taner lafa karıştı. “Sahi Tülay, neden bu işi seçtin?” diye sordu.

“Nedeni var mı ayol? Gazetecilik okulu mezunuyum, başka ne iş yapabilirim ki? Hem ben mesleğimi seviyorum, şikâyetçi de değilim, tek isteğim bu kötü hava şartlarında biraz daha yavaş gitmek. Tedbirli olmayı istemek suç mu yani?” Cahit kıza takılmaya devam etti. “Hatayı başlangıcında yapmışsın.” “Ne hatası?” “Gazetecilik okulu yerine şöyle adam gibi bir fakülteye girecektin. Đktisat, hukuk ya da mimarlık falan gibi.” “Yok canım! Sanki bizler her istediğimiz fakülteye giriyörmüşüz gibi konuşuyorsun. Puanım ancak gazeteciliğe yetti, ne yapayım?” 10 OSMAN AYSÜ “Eee, o zaman şartlardan yakınmayacaksın.” “Allahını seversen abuk subuk konuşmayı kes Cahit” diye mırıldandı genç kız. Bir yandan ufak tefek sırt çantasını dizlerinin üzerine alırken bir yandan da homurdanmaya devam ediyordu. “Zaten bugece popom iskemle yüzü görmedi, üçüncü kere göreve çıkıyorum, bir de senin manasız şakalarına katlanacak halim yok.” Cahit bir kahkaha attı, ama kızın üstüne de fazla varmadı. Aslında Tülay’ın genç yaşına rağmen çok iyi bir gazeteci olarak yetiştiğinin farkındaydı. Meslekte ondan beş yıl daha kıdemliydi. Haber servisinde çalışmanın zorluğunu da iyi bilirdi. Bu arada araba Bağlarbaşı üzerinden hızla Duvardibi’ne doğru ilerliyordu.

Đki üç dakika sonra olay yerine varacaklardı. Zeynep Kâmil Hastanesi’nin yanından geçerlerken yavaş yavaş arabanın içinde hazırlanmaya başladılar. Taner elindeki kamerasını son bir kez gözden geçirdi. *** Olay yeri asayiş şubesinin elemanlarıyla doluydu. Gecenin üçünde Karacaahmet Mezarlığı kum gibiydi. Kendilerinden evvel oraya üşüşmüş birkaç televizyon ekibi ve gazetecileri görünce Cahit, “Umarım geç kalmamışızdır” diye homurdandı. Şoför arabayı uygun bir yere park edince, haberciler ok gibi fırlayarak mezarlığa daldılar. Bardaklardan boşanırcasına yağan yağmur altında flaşlar patlıyor, kameralar çalışıyordu. Üçü de dağılarak haber toplamak için ayrıldılar. Taner cinayet mahalline gelerek kamerasını çalıştırmaya başladı. Yaşlı maktulün üzerine örtecek bir şey dahi bulunamamıştı. Adamın kesik gırtlağından akan kan durmuştu, ama yağan yağmura rağmen ıslak otların üzerinde kesif kan izleri gözüküyordu. Taner böyle manzaraları görmeye alışkın olduğu halde midesinin kabarır gibi olduğunu hissetti. Bıçak Sırtı \\ Cahit, yanındaki birkaç gazeteciyle birlikte yaklaşabildiği oranda polis arabalarından birinin yanma sokulmuştu. Arabanın yanık olan iç lambasının ışıkları altında polisler birini sorguya çekiyorlardı.

Yanındaki gazetecilerden sorgulanan adamın cesedi görerek polise bildiren kişi olduğunu öğrendi. Adamın yanakları ıslaktı, ama Cahit bunun üzüntüden mi, yoksa yağan yağmurdan mı olduğunu kestiremedi. Polis cinayet sebebini henüz tayin edememişti. Sorgulanan adamın maktulün kahve arkadaşı olduğunu yine yanındaki gazetecilerden öğrendi. Đddiasına göre ondan yarım saat kadar sonra kahvehaneden ayrılmıştı. Her zaman geçtikleri mezarlığın içine dalınca da arkadaşının cesediyle karşılaşmıştı. Cahit olaya bakan polis amirine yaklaştı ve maktulün kimliği hakkında bilgi almaya başladı. Polisin basına resmi bir açıklama yapması için henüz çok erkendi, fakat yaşlı adamın üstünden çıkan kimliğe göre adı Ali Sözen’di. Devlet Deniz Yolla-rı’ndan emekli eski bir çımacı. Maktulün cüzdanı üzerindecıkmıştı, ama içinde yok denecek kadar az para vardı. Yol kesme, veya gasp gibi bir neden olamazdı, herhalde başka sebepler aranacaktı. Cesedi bulan arkadaşı, Ali Sözen’in çok iyi bir insan olduğunu, çevresinde sevilen ve aranan bir kişi olduğunu ısrarla vurguluyordu. Böyle hunharca bir cinayete kurban gitmesi için bir neden göremediğini bilhassa belirtmişti. Tülay ise olay yerinde çok ilginç bir haberle karşılaştı. Daha evvel vaka mahalline yetişen bir gazetecinin ifadesine göre maktulün ceketinin yakasına iğne ile iliştirilmiş bir ufak pusula çıkmıştı.

Gazeteci, ilk müdahaleyi yapan polislerle birlikte kâğıtta yazılı olanı görmek şansına erişmişti. Tülay’ı da şaşırtan bu oldu zaten. Gazetecinin ifadesine göre bu bir şiirdi… Evet, yaşlı adamın ceketinin yakasına iğnelenmiş bir şiir çıkmıştı. 12 OSMAN AYSU O kâğıt parçasının katil tarafından yakasına iliştirildiği düşünülüyordu. Zira öldürülen Ali Sözen’in arkadaşının verdiği ifadeye göre, çımacının şiir veya edebiyatla uzaktan yakından hiçbir alakası yoktu… *** GTV’nin haber ekibi geriye dönerken bir hayli sessizdi. Her ne kadar görevleri gereği bu tür olaylara alışık olmalarına rağmen, sinirler gerilmiş ve şahit oldukları manzara karşısında durgunlaşmalardı. Ayrıca her zaman karşılaştıkları sıradan cinayetlerden birine benzemiyordu bu vaka. Burunları garip ve endişe verici bir koku almıştı. Galiba neden de maktulün yakasına iliştirilmiş o şiirdi. Sessizliği ilk bozan arabanın şoförü oldu. “Yahu nedir bu sessizliğiniz? Hepinizin uykusu mu geldi, neden konuşmuyorsunuz? Anlatsanıza, neler olmuş. Dut yemiş bülbül gibisiniz; sizleri hiç böyle görmemiştim.” Şoföre kimse cevap vermedi. Neden sonra ilk ağzını açan Cahit oldu. “Pis, boktan bir cinayet be Ömer Abi.

Yaşlı bir adamcağızı boynundan bıçaklamışlar. Feci bir manzaraydı, gariban adam ıslak mezar taşlarının arasında boylu boyunca uzanmış yatıyordu işte, daha ne olsun…” Şoför, “Sizleri beklerken o kadarını ben de duydum; neden öldürmüşler belli mi?” diye sordu. Cahit, Tülay’a dönüp sordu: “Sen ne düşünüyorsun?” “Ne bileyim!” dedi kız. “Henüz hiçbir fikrim yok. Herhalde yakında kokusu çıkar.” Bu kez kameraman Taner sordu: “Aranızda o şiiri gören var mı?” Cahit bilmem dercesine omuzlarını silkti. Tülay başını salladı. “Ben kopya ettim.” Bıçak Sırtı 13 “Aferin be, benim becerikli arkadaşım! Kimden aldın? Polis o şiir hakkında henüz konuşmuyor.” “Đlhan’dan aldım. Şu Hürriyet’te çalışan çocuktan. Meğer şiiri ilk gören oymuş.” Cahit olayı atladığına hafif bozulmuş gibi sordu. “Tanıyor musun onu?” “Bazen böyle vakalarda karşılaşıyoruz. Đyi çocuktur, benden saklamadı.

” Taner mırıldandı: “Ne yazıyor şu şiirde? Bize de okusana.” Tülay çantasına tıktığı not defterini çıkardı. Sayfaları karıştırdı. “Dinleyin” dedi. “Sivrilir kırık taşlar çürümüş dişler gibi, Sallanır iki yanda deli dervişler gibi, Selviler, bu upuzun, bu simsiyah selviler. Yolda uzar, kısalır beliren hayaletler, Kefenli cenazeler, kefensiz iskeletler, Sessiz adımlarla dolaşır bu civarda.” Genç kız ürpererek not defterini kapattı. Herhangi bir yorum yapmadı. “Bu ne biçim şiir yahu?” diye homurdandı Cahit. “Tam ölümü ve mezarlığı anlatıyor sanki. Ne korkunç, değil mi?” Taner yerinde huzursuzca kıpırdanarak, “Vallahi öyle!” dedi. Cahit, “Bu şiiri gerçekten katil mi yazmış?” diye sordu ortaya, sonra da gülerek mırıldandı: “Eğer öyleyse polis bir katili değil bir şairi aramalı.” “Fakat bir şair, gariban emekli bir çımacıyı neden öldürsün ki? Bana hiç de akla yakın gelmiyor.” “O kadarını bilemem” dedi Taner. “Ama yapmış işte, eseri ortada.

Belki de şiiri dikkat çeksin diye yapmıştır.” “Saçmalama Taner” diye çıkıştı Tülay. “Bugece sizin neyi- 14 OSMAN AYSÜ niz var kuzum? Hep abuk subuk şeyler konuşuyorsunuz. Đnsan şiiriyle meşhur olmak için cinayet mi işler? Ettiğiniz laf mantıklı geliyor mu size?” “Bozulma yahu! Laf olsun diye söyledim. Tabii ki cinayetin başka bir sebebi vardır.” “Hiç de komik değil. Hem şiiri katilin yazdığını ne biliyorsunuz? Belki başka birine aittir.” Cahit, “O da doğru ya” diye mırıldandı. “Belki başka birine aittir. En iyisi yarın bizim Üşütük Nizam’a soralım. O mutlaka bilir. Ne de olsa çocuğun ihtisası bu.” Şoför Ömer, “Üşütük Nizam da kim?” diye sordu. Üç haberci ilk defa kendilerini tutamayarak gülüştüler. Cahit, şoföre döndü.

“Üşütüğü tanımıyor musun Ömer Abi?” dedi. “Yoo… Sizin serviste mi?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir