Osman Aysu – Tamaranin Gozyaslari

İnşa tarihinden bu yana içinde yaşanan entrikaların kirini ve pisliğini taşırmış gibi görünen, büyük taş binanın uzun ve loş koridoru, soğuk ve ürperticiydi. Açık sarı boyalı yüksek duvarların, on dokuzuncu yüzyıldan kalma zarif tavan süslemeleri bile koridorun kasvetli havasını değiştirmeye yetmiyordu. Boris Tretyakov adımlarını hızlandırdı. Mermer zeminde yürüyen genç adamın ayak sesleri koridor boyunca yankılanıyordu. Tretyakov kendi çıkardığı seslerden bile ürkmeye başlamıştı. Bulunduğu bina Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi’nin, halka kapalı tutulan bir bölümüydü -içinde çalışan personele bile. Özel izni olmayan hiç kimse bu koridora, hatta bu bölüme giremezdi. Söz konusu bölüm kırk yıl önce Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’nin gizli istihbarat örgütü olan KGB’nin faaliyetlerine tahsis edilmişti. Ancak örgüt içinde bile buranın mevcudiyetini bilen çok az sayıda insan olmuştu. Son devrim ertesi bina uzunca bir süre kapatılmışsa da, yedi seneden beri yeniden hizmete açılmış olması eski özelliğini değiştirmemişti. Teşkilat içindeki pek çok üst düzey yönetici bile hâlâ buranın ne amaçla kullanıldığını bilmiyordu. Boris Tretyakov koridorun sonundaki yüksek ahşap kapının önüne geldiğinde bir an durup derin bir nefes aldı. Kapıyı vurmadan önce kendine son bir defa çekidüzen verdi. Ceketini çekiştirdi, kravatının düğümünü gömleğinin yakasına yerleştirdi. Uzun boylu, yakışıklı bir adamdı.


Slav ırkına has, beyaz teni, simsiyah saçları vardı. Kapının önünde beş-altı saniye kadar oyalanıp, heyecanını bastırmaya çalıştı. Bu özel bölüme ikinci gelişiydi. İlk gelişi yaklaşık bir sene öncesine rastlıyordu ve o tarihte örgütün efsane şeflerinden Pavloviç’in muaviniydi. Aynı heyecanı, belki de fazlasıyla o zaman da yaşamıştı ama şimdiki davet çok farklıydı ve o, bu kez buradan ayrılırken omuzlarına binecek yükü tahmin edecek kadar da zeki bir adamdı. îşaretparmağının kemikli boğumuyla kapıyı tıkırdattı. Aynı anda içerden gür bir ses geldi: “Giriniz!” Boris kapıyı araladı. İçerdeki yüksek tavanlı odada pencere olmadığını, havalandırmanın özel cihazlarla yapıldığını ve dışarıya ses sızmaması için odanın kusursuz bir şekilde yalı-tıldığını biliyordu. Odada tek bir kişi bulacağını düşünmüştü ama koltuklara oturmuş üç adamla karşılaşınca irkildi. İçlerinden sadece Feodor Petrovski’yi tanıyordu. Diğer ikisinin yüzlerini ilk defa görüyordu. Boris askerce bir selam verip vişneçürüğü halının üzerinde sakin adımlarla ilerledi. Oda oldukça loştu. Duvardaki iki apliğin ve ortadaki masa lambasının ışığı etrafı yeterince aydınlatmıyordu. “Yaklaş, Boris Tretyakov,” dedi Feodor Petrovski.

Sesi her zamanki gibi gür, mütehakkim ve ürkütücüydü. Boris elinde olmadan titrediğini hissetti. Teşkilatın ünlü fakat hiç sevilmeyen bu elemanı, örgüt içinde çok nüfuzlu bir insandı. Genç. ajan masaya doğru bir-iki adım daha attı. Başıyla selam verdi ve hazıroldaki asker gibi hiç kımıldamadan öylece durdu. Odaya girişindeki kısa an hariç, koltukta oturan diğer iki kişiye hiç bakmamıştı. Boris’in dikkatini çeken hususlardan biri de, büyük geniş masanın tam karşısında duran boş iskemleydi: İnsiyaki olarak o iskemlenin kendisine tahsis edildiğini anlamıştı. Beklemeye devam ediyordu. Oysa Feodor Petrovski’nin yaklaş, komutundan sonra kimse ağzını açmamıştı, yine de koltuklarda oturan üç adamın dikkatle kendisini incelediklerini hissediyordu. Boris işinde başarılı, sicili takdirlerle dolu bir ajandı. FSB’nin* en sevilen ve güvenilen memurlarından biriydi. Önce buraya özel bir görev tevdii için çağrıldığını sanmıştı ama odadaki oturma düzeni ve boş duran iskemle muhtemel bir sorgulamanın işareti gibiydi. Hafifçe alnı kırıştı ve içinde bir huzursuzluk hissetti. Yanlış bir şey yaptığını, sorgulamaya alınmasını gerektirecek bir hatası olduğu kabullenemedi.

Beklemekten başka çaresi yoktu. Nihayet Feodor Petrovski’nin tok sesi yine işitildi: “Oturunuz, Ajan Tretyakov.” Daha ziyade bir emir gibi bir cümleydi bu. Boris sessizce boş iskemleye yaklaşıp oturdu. Feodor Petrovski ona bakmadan, inceliyormuş gibi, önündeki ince dosyanın sayfalarını çeviriyordu. Tanımadığı diğer iki adamın kuşkulu bakışları ise hâlâ üzerindeydi. Tedirginliği gittikçe artıyordu Boris’in. Sonunda önündeki dosyayı kapatan Feodor Petrovski birden Boris’in hiç beklemediği bir soru sordu: “Mihail Kuznctsov’u tanır misiniz?” Bir an afallamıştı Boris. “Evet efendim, tanırım,” diye mırıldandı. “Nereden?” “Teşkilatımızın bünyesinden tabii. O da benim gibi bir FSB ajanıdır.” Bu defa Petrovski’nin sağ tarafındaki koltukta oturan iri cüsseli, göbekli adamdan bir soru geldi: “Sadece Teşkilat’tan mı?” Boris bir an düşündü. “Hayır efendim. Aynı şehirde doğduk. Okul arkadaşımdır.

” * Eski KGB’nin yerine kurulan, yeni Rus İstihbarat Örgütü. “Hangi şehirde?” “Poddupye’de, efendim.” Şişman adam sanki çok şaşırmış gibi gözlerini açarak Boris’e baktı. Feodor Petrovski devam etti: “Mihail Kuznetsov’la arkadaşlığınız devam ediyor mu?” Boris cevap vermeden önce yine bir an düşündü. Buraya çağrılışının eski çocukluk arkadaşıyla bir bağlantısı olabileceği ihtimali şaşırtmıştı onu. FSB’nin üst düzey yetkililerinin bunu öğrenmek için kendisini buraya çağırmaları abesti. “Eskisi kadar sık değil, efendim,” diye fısıldadı. “Neden?” “İşimizin şartları gereği. Şu an ben Moskova’da görevliyim ama onun nerede olduğu hakkında bir bilgim yok.” “Demek bilgin yok?” “Evet, efendim.” Boris’in gitgide huzuru kaçmaya başlamıştı. Hafiften terlediğini hissetti. Sanki uzun süre koşmuş gibi, kısa kesilmiş saçlarının dibinden ensesine bir ter damlasının süzüldüğünü duyumsadı. Bu kez sol tarafındaki koltukta oturan, uzun boylu, ince yapılı adamdan bir soru geldi: “Kendisini en son ne zaman gördünüz Ajan Tretyakov?” Boris yine düşünmek zorunda kaldı. Gerçekten de Mihail’i uzun zamandır görmüyordu, anımsamaya çalıştı.

“Galiba altı ay kadar önce karşılaştık, efendim. Pek emin değilim, biraz daha evvel veya biraz sonra da olabilir.” “İyi düşünün, Ajan Tretyakov.” Geçmiş zamanı hatırlamaya çalıştı Boris. Emin olamıyordu ama galiba geçen hazirandı, Kaşlarını çatıp karşılaştıkları o ânı kendini zorlayarak hatırlamaya çalıştı. Sonra fısıldar gibi konuştu: “Evet, geçen hazirandı sanırım.” Odadaki görevlilerin bir an bakıştıkları gözünden kaçmadı. Ancak buna bir anlam verememişti. Zayıf, uzun boylu adamdan bir soru daha geldi: “Bu karşılaşma nerede oldu?” “Burada Moskova’da, efendim.” Feodor Petrovski birden müdahale etti yeniden: “O günü anımsamaya çalış. Karşılaşınca ne yaptınız?” Boris’in artık kuşkusu kalmamıştı; bu gittikçe derinleşecek bir sorgunun ilk aşamasıydı. Henüz neler olduğu hakkında bir bilgisi yoktu ama kodamanlar kendisini sorguya almışlarsa işin içinde çok tatsız ve son derece önemli bir devlet sırrının yattığı besbelliydi. Mihail Kuznetsov’dan şüpheleniliyordu, hatta belki kendisinden de. Alnında da ter tanecikleri oluştu. “Bir bara girip içki içtiğimizi hatırlıyorum.

” “Mihail Kuznetsov yalnız mıydı?” Boris diliyle hafifçe dudaklarını ıslattı. “Hayır, efendim. Yanında eşi de vardı.” “Eşi ha? Eşini tanır miydin?” “Evet, efendim. Tamara Kuznetsov. Tanırım, tabii.” Feodor Petrovski önündeki dosyadan bir fotoğraf çıkararak Boris’e uzattı. “Bu mu?” Boris resme bakar bakmaz irkilmişti. “Hayır, efendim,” diye kekeledi. “Bu o değil.” “Emin misin?” “Kesinlikle, efendim.” “Peki, bu olabilir mi?” Feodor Kuznetsov bu defa başka bir resmi Boris’in önüne sürdü. Fotoğrafa bakar bakmaz genç ajanın gözleri ışıldadı. “Evet efendim, Tamara bu resimdeki kadındır.” Feodor Petrovski itina ile fotoğrafı geri alıp dosyanın içine koymuştu.

“Demek Tamara Kuznetsov’u da tanıyorsun. Onunla samimiyetinin derecesi nedir?” Boris yine irkilir gibi oldu. Ne KGB’de ne de FSB’de ajanların eşleriyle yakın ilişkilere girilmesi hoş karşılanırdı. İlk aklına gelen, yoksa benim Tamara ile ilişkim olduğunu mu sanıyorlar, düşüncesi oldu. Bu çok anlamsızdı; zaten Tamara ile sadece üç-beş kere görüşmüştü, onu yakından tanımıyordu; hele aralarında bir ilişki olduğu fikri çok saçmaydı. Kaldı ki böyle bir şeyden şüphelenilse bile bunun tahkik yeri burası olamazdı. Boris net ve açık bir şekilde soruyu yanıtladı: “O arkadaşımın karışıdır. Fazla bir yakınlığım yoktur.” “Emin misiniz, Ajan Tretyakov?” diye sordu Feodor Petrovski. Sesinde söylenene inanmayan birinin alaycı ifadesi vardı. “Kesinlikle, efendim.” “Demek öyle.” “Evet, efendim.” Odada yine asap bozucu bir sessizlik olmuştu. Petrovski ‘nin oturduğu koltuk gıcırdadı, sert bakışlı müdür bu defa dosyanın içinden başka bir resmi çıkararak Boris’e doğru uzattı.

“Peki, bu resmi nasıl açıklayacaksınız?” Genç ajan merakla aldığı resme acele bir göz attı. Yakın mesafeden çekilmiş büyücek bir fotoğraftı. Açık havada, tahta bir masanın arkasında Tamara ile kendisi ellerinde şarap bardaklarıyla gülerek objektife poz verirken çekilmişti. Boris bir an kızardı, şaşırdı da aynı zamanda. Önce bu fotoğrafı hiç hatırlamadı, zihnini zorladı, resmin ne zaman ve nerede çekildiğini bulmaya çalıştı. Sonra gülümsedi ve kekeleyerek karşılık verdi: “Evet, hatırladım efendim. İki yıl evvel senelik iznimizde Kırım’da, Yalta’da çektirmiştik bu fotoğrafı. Bir kır gazinosunda. Birden toparlayamadım.” “İki yıl önce, öyle mi?” “Evet, efendim.” “Fazla uzak bir geçmiş sayılmaz. Hatırlayamamana şaşırdım. Senin gibi zeki bir ajanın hatırlamaması tuhaf değil mi?” Boris yorum yapmadı. Hâlâ meselenin nereye varacağını kestiremiyordu. En iyisi bu üç adamın yapacağı hamleyi beklemekti.

Feodor Petrovski yeniden sırıtmıştı. “Tamara Kuznctsov çok güzel bir kadına benziyor. Siz ne dersiniz Ajan Tretyakov?” Boris bu garip sorgulamadan sıkılmaya başlamıştı ama tedbiri elden bırakmadı. Tek yapabileceği, her şeyi en dürüst ve açık haliyle ifade etmekti. “Haklısınız, efendim. Tamara cidden çekici bir kadındır.” “Bu husus şüphe götürmez. Ve siz de eski çocukluk arkadaşınızın karısıyla Yalta’ya bir kaçamak yaptınız, değil mi?” Boris’in birden kaşları çatıldı. “Yanılıyorsunuz, efendim. Bu kesinlikle doğru değil. Onlarla Yalta’da karşılaşmam tamamen bir tesadüftü. Zaten o resmi de bizzat Mihail çekmişti. Kadının kocası da aynı masadaydı.” “Buna inanmamızı mı istiyorsun?” “Ama gerçek bu, efendim.” “Bunu nasıl kanıtlayabilirsin?” Boris bir an tereddüt geçirdi.

Sonra kendinden emin bir şekilde mırıldandı:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir