Osman Kaplan – Sevgi Agaci

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, karşılıklı duran iki dağ varmış. Bu dağlardan birinin adı Al Dağı, diğerinin adı Ver Dağı imiş. Bu dağların ikisi de çok yüksekmiş. Dağların tepelerinde kar hiç eksik olmazmış. Al Dağı ile Ver Dağı, sürekli kavga edermiş. Biri: – Benim zirvem senden daha yüksek. Benim zirvemde daha çok kar var, dermiş. Diğeri de: – Benim üzerimdeki ağaçlarda her türlü meyve yetişiyor. Üzerimdeki madenlerde insanlar çalışıyor. Hem şu aramızdan geçen derenin suyunu ben veriyorum. Ben su vermesem dere kurur ve içindeki balıklar da ölür, diye karşılık verirmiş. Bu kavga böyle yıllarca devam etmiş. Dağların yakınında yaşayan insanlar bir gürültü duysalar: – Yine Al Dağı ile Ver Dağı kavga ediyor, dermiş. Gecelerden bir gece büyük bir gürültü olmuş. Yatağında uyuyan kimse kalmamış, herkes dışarı fırlamış.


Kimi insanlar gök yıkıldı, kimileri de yer yarıldı sanmış. Ama kimse sabah oluncaya kadar ne olduğunu anlayamamış. Sabah olunca bir de ne görsünler! Al Dağı ile Ver Dağı yerinde yokmuş. Gece iki dağ öyle bir kavga etmiş ki ikisi de yerle bir olmuş. İki dağın yıkılmasıyla aralarından geçen derenin önü kesilmiş. Büyük bir göl oluşmuş, gölün diğer ucunun nereye uzandığı görünmüyormuş. İnsanlar bu göle Kavgalı Göl adını vermişler. Çünkü bu göl, iki dağın kavga etmesiyle oluşmuş. İnsanlar: – Ohh, eskiden iki dağın kavgasını, gürültüsünü dinlerdik. Şimdi kavga gürültü yok. Üstelik bir de gölümüz oldu, diye seviniyormuş. Gölde o kadar çok balık varmış ki insanlar geçimlerini göldeki balıklarla sağlamaya başlamışlar. Al Dağı ile Ver Dağı yok olduktan sonra etrafta bazı gariplikler görülmeye başlamış. İnsanlar, incir çekirdeğini doldurmayan konularda kavga eder olmuşlar. Kavgalar o kadar ilerlemiş ki etrafta küs olmayan kimse kalmamış.

Balıkların yüzünden kavga ettiklerini de hiçbir zaman anlamamışlar. İnsanlar balık yedikçe kavga ediyor, kavga ettikçe balık yiyormuş. Meğer dağların kavgacılık huyu balıklara geçmiş. Bir gün bu gölün kenarına bir ihtiyar gelip yerleşmiş. Bu ihtiyarın kimi kimsesi de yokmuş. İhtiyar, gölün kenarına bir kulübe yapmış ve orada yaşamaya başlamış. Yaşlı adam kimseyle kavga etmiyormuş. Herkes bu tatlı dilli ihtiyarı çok sevmiş. Fakat yaşlı adam, insanların bu kadar küçük sebeplerle kavga etmelerini bir türlü anlayamıyormuş. İhtiyar adam, zamanla insanların balık yediği için kavga ettiğini anlamış. Bütün kavgaları sona erdirecek şeyin ne olduğunu ise çok iyi biliyormuş. Sabırlı bir çalışmayla, yaşanan kötülükleri ortadan kaldırabileceğini düşünmüş. Yaşlı adamın bir tohumu varmış. Ancak bu tohum daha önce yaşadığı yerdeymiş. “Hemen gidip o tohumu buraya getirmeliyim ve ekmeliyim.

” diyerek yollara düşmüş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Kırk bayır, kırk da çayır geçmiş. İnsanların hoşgörü içerisinde yaşadığı bir memlekete gelmiş. Nihayet yaşlı adam kulübesine ulaşmış. Yorgunluktan ve yürümekten tabanları şişmiş. Ama o bir an bile dinlenmeden hemen tohumunu koyduğu yere gitmiş. Gitmiş ama gördükleri karşısında şaşırıp kalmış. İhtiyar, tohumu bir kavanozun içinde saklıyormuş. Fakat o kavanoz kırılmış bir şekilde yerde duruyormuş. Üstelik içinde tohum da yokmuş. Yaşlı adam, tohumun başına neler gelebileceğini düşünmeye başlamış. Tam bu sırada duvarın dibinde bir tıkırtı duymuş. Sesin geldiği tarafa bakınca heyecandan az daha kalbi duruyormuş. Tohumu bir fare kapmış, yuvasına götürmüyor mu? Fare, ihtiyarın gözünün önünde koşup duvarın dibindeki deliğe girmiş.

İhtiyarın eli ayağı birbirine dolaşmış. Hemen diğer odadan bir fener bulup gelmiş. Feneri tam fare deliğinin ağzına koymuş. Kendisi de yere dümdüz uzanıp delikten içeri bakmış. Feneri biraz ileri geri oynatınca deliğin içini görebilmiş. Fakat içerde ne gördüyse “Hayır!” diye bağırmış. Bu sırada, fare, tohumu kemiriyormuş. Çıkan sesten ürken fare, tohumu bırakıp kaçmış. Farenin kaçtığını gören ihtiyar, derin bir “Ohh!” çekmiş. Daha sonra ince uzun bir çubukla tohumu, delikten çekerek çıkarmış. Yaşlı adam, tohumu ince bir mendile sararak cebine koymuş. Hiç vakit kaybetmeden yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Sonunda kavgalı memlekete gelmiş.

Gelir gelmez de Kavgalı Göl’ün kenarına bir çukur kazmış. Tohumu toprağa gömmüş. Her gün tohumun yanına gelip topraktan çıkacağı günü beklemiş. Günler su gibi akıp gitmiş, aradan beş yıl geçmiş. Güneşli, güzel bir günün sabahı fidanın topraktan başını çıkardığını görmüş. Fidanın etrafına hemen bir çit yapmış. Fidanı sulamış, ona gözü gibi bakıyormuş. Fidan büyürken insanlar arasındaki kavgalar da devam ediyormuş. Uzun ve çok soğuk geçen bir kışın ardından bahar gelmiş. İhtiyar, kışın fidan donacak diye çok korkmuş. Fidana bir şey olmasın diye çok dua etmiş. Çünkü başka tohum yokmuş. Neyse ki artık bahar gelmiş ve her yer yemyeşilmiş. Fidanın çiçek açtığını gören ihtiyar, sabırla çiçeklerin meyve olacağı günü beklemeye başlamış.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir