Robert Jordan – Zaman Çarkı 9 – Kışın Yüreği

Üç lamba titrek bir ışık yayıyordu, tavanı ve duvarları çıplak beyaz olan küçük odayı aydınlatmak için yeterinden de fazla, ama Seaine bakışlarını ağır, tahta kapıya dikmişti. Mantıksızdı, biliyordu; bir Beyaz Temsilci için aptalca. Kapı pervazından dışarı uzattığı örgü dışarıdaki dolambaçlı koridorlardan zaman zaman uzak ayak seslerinin fısıltılarını getiriyordu, neredeyse işittiği anda solup giden fısıltılar. Çok eskide kalan çömezlik günlerinden bir dosttan öğrendiği basit bir şeydi, ama biri yaklaşmadan uzun zaman önce haberi olacaktı. Zaten pek az insan ikinci bodrumdan daha aşağılara geliyordu. Örgüsü sıçanların uzak çıtırtılarını yakaladı. Işık! Tar Valon’da, Kule’nin kendisinde sıçanlar görülmeyeli ne kadar olmuştu? Karanlık Varlık’ın casusları var mıydı aralarında? Huzursuzluk içinde dudaklarını yaladı. Bu konuda mantığın hiçbir faydası yoktu. Doğru. Ama mantıksız. İçinden kahkaha atmak geldi. Bir çabayla isterinin sınırından geri döndü. Sıçanlardan başka bir şey düşün. Başka bir şey… Arkasındaki odadan boğuk bir çığlık yükseldi ve kısık inlemelere dönüştü. Seaine kulaklarını tıkamaya çalıştı.


Odaklan! Bir açıdan, o ve yoldaşları bu odaya Ajah başları gizli gizli görüşüyormuş gibi göründüğü için getirilmişti. Ferane Neheran’ın kütüphanenin uzak bir köşesinde, Kahverengilerin başı olmasa bile Ajahının içinde çok itibarlı biri olan Jesse Bilal ile fısıldaştığını kendisi görmüştü. Sarılardan Suana Dragand konusunda daha sağlam zeminde olduğunu düşünüyordu. Öyle sanmıştı. Ama neden Ferane Suana ile birlikte, ikisi de sade pelerinlere sarınmış halde, Kule arazilerinin ıssız bir kısmına yürümüştü? Değişik Ajahlardan Temsilciler, soğuk soğuk olsa da, hâlâ birbirleri ile konuşuyorlardı. Diğerleri de benzer şeyler görmüşlerdi; kendi Ajahlarından isim vermiyorlardı, elbette, ama ikisi Ferane’den bahsetmişti. Tedirgin edici bir bilmece. Bugünlerde Kule, için için kaynayan bir bataklık gibiydi, bütün Ajahlar tüm diğer Ajahların gırtlağına sarılmıştı, ama Ajah başları köşelerde buluşuyordu. Belli bir Ajah’ın dışındaki hiç kimse, o Ajah’ın başında kim olduğunu bilmezdi, ama görünüşe göre Ajah başları birbirlerini biliyordu. Ne peşinde olabilirlerdi? Ne? Ferane’e soramaması talihsizlikti, ama Ferane herhangi birinin sorularına tahammül gösterse bile, kendisi cesaret edemezdi. Bugünlerde değil. Seaine becerebildiğince odaklanmış olsa da, soruyu aklından çıkaramıyordu. Sırf omzunun üzerinden arkaya bakmamak için gözlerini kapıya diktiğini ve çözemediği bilmeceler için endişelendiğini biliyordu. O boğuk sızlanmaların kaynağına, burun çeke çeke inleyen kişiye bakmamak için. Sesleri düşünmek onu zorlamış gibi, yavaşça dönüp diğerlerine baktı, başı santim santim dönerken nefesleri daha da düzensizleşti.

Çok yukarılarda, Tar Valon üzerine yoğun bir kar yağıyordu, ama oda açıklanamaz bir biçimde sıcaktı. Kendini görmeye zorladı! Kahverengi saçaklı şalını dirseklerine indirmiş olan Saerin ayaklarını ayırarak durmuş, kemerinin arkasına tıktığı kıvrık Altara hançerinin kabzasını elliyordu. Soğuk öfke kadının esmer tenini öyle karartmıştı ki çenesindeki yara izi solgun bir çizgi halinde belirginleşmişti. Pevara ilk bakışta daha sakin görünüyordu, ama bir eliyle kırmızı işlemeli eteğini sıkı sıkı tutmuştu ve diğerinde beyaz, pürüzsüz Yemin Çubuğu’nu, kullanmakta tereddüt etmeyeceği otuz santimlik bir sopa gibi tutuyordu. Tereddüt etmeyebilirdi de; Pevara, tombul görünüşünün düşündürdüğünden çok daha zorlu bir kadındı ve öyle kararlıydı ki yanında Saerin tereddütlü kalırdı. Nedamet Sandalyesi’nin diğer yanında, minik Yukiri kollarını kendine sıkı sıkı dolamıştı; şalının uzun, gümüşsü gri saçakları kadın ürperdikçe titriyordu, Yukiri dudaklarını yalayarak yanında duran kadına endişeli bir bakış fırlattı. Çok ünlü Sarı bir Aes Sedai’den çok, güzel bir oğlana benzeyen Doesine yaptıkları şeye tepki göstermiyordu. Sandalyeye uzanan örgüleri kullanan oydu ve gözlerini ter’angreal’e dikmişti, öyle odaklanmıştı ki solgun alnı boncuk boncuk terlemişti. Hepsi Temsilci’ydi, Sandalye’de kıvranan uzun boylu kadın dahil. Talene terle sırılsıklam olmuştu, altın rengi saçları keçeleşmişti, iç etekliği terden üzerine yapışmıştı. Giysilerinin kalanı bir köşede karmakarışık bir yığın halinde yatıyordu. Kapalı göz kapakları titreşiyordu ve durmaksızın boğuk inlemeler, sızlanmalar, yarı işitilir yakarılar çıkıyordu ağzından. Seaine’in midesi bulandı, ama bakışlarını koparamıyordu. Talene arkadaşıydı. Eskiden.

İsmine rağmen, ter’angreal sandalyeye benzemiyordu, yalnızca ebrulu griden büyük, dikdörtgen bir bloktu. Neyden yapıldığını kimse bilmiyordu, ama malzeme eğik tepesi dışında her yönde çelik kadar sertti. Heykelsi Yeşil ter’angreal’in tepesinde biraz batmıştı ve kadın nasıl kıpırdanırsa kıpırdansın malzeme onun şeklini alıyordu. Doesine’in örgüleri Sandalye’deki tek boşluğa, yan tarafında bulunan, çevresine düzensiz çentikler açılmış, avuç genişliğindeki dikdörtgen deliğe yöneltiyordu. Tar Valon’da yakalanan suçlular Nedamet Sandalyesi’ni tecrübe etsin, suçlarının dikkatle seçilmiş sonuçlarını tecrübe etsin diye buraya getirilirdi. Salıverildikleri zaman mutlaka adadan kaçarlardı. Tar Valon’da pek az suç işlenirdi. Seaine midesi bulanarak, Efsaneler Çağı’nda Sandalye’nin bu amaç için mi kullanıldığını merak etti. “O ne… görüyor?” Elinde olmadan fısıltı halinde çıktı sesi. Talene görmekten de ötesini yaşıyor olmalıydı; her şey ona gerçek görünüyordu. Işık’a şükür Muhafızı yoktu, ki bir Yeşil için duyulmuş şey değildi. Bir Temsilci’nin Muhafız’a ihtiyacı olmadığını iddia etmişti. Artık insanın aklına farklı sebepler geliyordu. “Lanet Trolloclar tarafından kırbaçlanıyor,” dedi Doesine boğuk bir sesle. Sesinde Cairhien tınısı vardı, gerilim olduğu zamanlar hariç, nadiren olan bir şey.

“İşleri bittiğinde… Ateşin üzerinde Trollocların yemek kazanının kaynadığını görüyor ve bir Myrddraal onu izliyor. Ya biri ya diğeri olacağını biliyor olmalı. Yak beni, bu zamana kadar kırılmadıysa…” Doesine sinirle alnındaki teri sildi ve perişan bir nefes aldı. “Dirseğimi sarsmayı bırak. Bunu en son yapışımın üzerinden uzun zaman geçti.” “Üç oldu,” diye mırıldandı Yukiri. “İki kezden sonra, en zorlu adam bile hiçbir şey yüzünden olmasa da kendi vicdan azabı yüzünden kırılır! Ya o masumsa? Işık, bu çoban izlerken koyun çalmaya benziyor!” Titrerken bile azametli görünmeyi başarıyordu, ama her zaman ne ise o gibi konuşuyordu, bir köylü kadın gibi. Hastalıklı bakışlarla diğerlerinin üzerinde göz gezdirdi. “Yasa Sandalye’nin Aes Sedailer, Kabuledilmişler ve çömezler üzerinde kullanılmasını yasaklıyor. Hepimiz yerlerimizden edileceğiz! Ve Salon’dan atılmak yeterli değilse, muhtemelen sürgüne gönderileceğiz. Ve gitmeden önce, sırf çayımıza tuz katılsın diye sopalanacağız! Yak beni, yanılmışsak, hepimiz yalıtılabiliriz!” Seaine ürperdi. Kuşkuları doğru çıkarsa sonuncusundan kurtulurlardı. Hayır, kuşku değil; kesinlik. Haklı olmak zorundaydılar! Ama haklı olsalar bile, kalanlar konusunda Yukiri doğruyu söylüyordu. Kule kanunu nadiren zorunluluklar ya da sözde daha yüce bir iyilik yüzünden yapılanlara izin verirdi.

Ama haklıysalar bedeli ödemeye değerdi. Lütfen, Işık izin verse de haklı olsalar! “Hem kör, hem sağır mısın?” diye terslendi Pevara, Yemin Çubuğu’nu Yukiri’ye doğru sallayarak. “Doğru olmayan herhangi bir şey söylemeye karşı Yemin’i yeniden etmeyi reddetti ve hepimiz aynısını yaptıktan sonra, sebebi Yeşil Ajah’ın aptalca gururundan fazlası olmalı. Ona kalkan koyduğum zaman beni hançerlemeye çalıştı! Bu masumiyet mi haykırıyor? Öyle mi? Onun tek bildiği, dillerimiz kuruyana kadar onunla konuşmayı düşündüğümüz idi! Daha fazlasını beklemek için nasıl bir sebebi olabilir ki?” “Açık olanı ifade ettiğiniz için ikinize de teşekkür ederim,” diye araya girdi Saerin kuru kuru. “Geri dönmek için çok geç, Yukiri, bu yüzden ilerlesek de olur. Ve senin yerinde olsaydım, Pevara, koca Kule’de, güvenebileceğimi bildiğim dört kadından birine bağırmazdım.” Yukiri kızardı ve şalını düzeltti ve Pevara biraz utanmış göründü. Biraz. Hepsi Temsilci olabilirdi, ama Saerin kararlılıkla idareyi ele almıştı. Bu konuda ne hissettiğinden emin değildi Seaine. Birkaç saat önce, o ve Pevara tehlikeli bir araştırmaya girişmiş iki eski dosttu, birlikte karar veren, birbirine denk iki kişi; artık müttefikleri vardı. Daha fazla yoldaş için mutlu olmalıydı. Ama Salon’da değillerdi, bu konuda Temsilcilerin haklarını öne süremezlerdi. Kimin kime göre nerede durduğunu belirleyen incelikli ve o kadar da incelikli olmayan ayrımların yerini Kule hiyerarşisi almıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Saerin buradaki kadınların çoğundan iki kat fazla çömezlik ve Kabuledilmişlik yapmıştı, ama Temsilci olarak herkesten uzun süre, kırk sene geçirmesi epey önem taşıyordu.

Saerin herhangi bir konuda değil tavsiyesini, fikrini sorsa bile Seaine şanslı sayılırdı. Aptalca, ama bu bilgi ayağına batan bir diken gibi canını sıkıyordu. “Trolloclar onu kazana sürüklüyor,” dedi Doesine aniden, hırıltılı bir sesle. Talene’in sıktığı dişlerinin arasından ince bir feryat kaçtı; öyle fena sarsılıyordu ki titreşiyordu sanki. “Ben… ben… bunu yapabileceğimi…” “Uyandır onu,” diye emretti Saerin, ne düşündüklerini görmek için kimseye bakmadan. “Surat asmayı bırak Yukiri ve hazır ol.” Gri Aes Sedai ona gururlu, öfkeli bir bakış fırlattı, ama Doesine örgülerin solmasına izin verdiğinde Talene’in mavi gözleri kırpışarak açıldı, Yukiri saidar’ın parıltısına sarındı ve tek kelime etmeden Sandalye’de uzanmış kadına kalkan koydu. İdare Saerin’deydi ve bunu herkes biliyordu, o kadar. Çok keskin bir diken. Kalkan koymak gerekli görünmüyordu. Talene yüzü bir dehşet maskesi halinde titriyordu ve on beş kilometreyi hızla koşmuş gibi nefes nefeseydi. Hâlâ Sandalye’nin yumuşak yüzeyine gömülmüştü, ama Doesine’in yönlendirmesi olmadan, artık Sandalye vücuduna göre şekil almıyordu. Talene kocaman gözlerle tavana baktı, sonra sıkı sıkı yumdu onları, ama sonra hemen açtı yine. Göz kapaklarının ardında her ne anı kalmışsa, yüzleşmek istediği anılar değildi. Pevara iki adımda Sandalye’nin yanına vararak Yemin Çubuğu’nu perişan haldeki kadına uzattı.

“Seni bağlayan tüm yeminlerden vazgeç ve Üç Yemin’i yeniden et, Talene,” dedi haşin bir sesle. Talene, çubuk zehirli bir yılanmış gibi geriledi, sonra Saerin üzerine eğilince diğer yana büzüldü. “Bir dahaki sefer kazana giriyorsun, Talene. Ya da Myrddraal’in müşfik dikkatini çekiyorsun.” Saerin’in yüzü amansızdı, ama sesinin yanında yumuşak kalıyordu. “Daha önce uyanmak yok. Ve bu da iş görmezse, bir sonraki sefer olacak ve ondan sonraki sefer. Bütün yazı burada geçirmemiz gerekse bile, ne kadar gerekiyorsa o kadar.” Doesine itiraz etmek için ağzını açtı, ama sonra yüzünü buruşturarak vazgeçti. Aralarında, Sandalye’yi kullanmayı bilen tek kişi oydu, ama bu grupta, Seaine kadar düşük konumdaydı. Talene Saerin’e bakmaya devam etti. İri gözleri yaşlarla doluydu ve sarsıla sarsıla, ümitsiz hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Körlemesine uzandı, Pevara Yemin Çubuğu’nu eline çarpana kadar el yordamı ile arandı. Pevara Kaynak’a kucak açarak çubuğa bir iplik Ruh yönlendirdi. Talene bilek kalınlığındaki çubuğu öyle sıkı kavradı ki parmak boğumları bembeyaz kesildi, ama ağlayarak yattı, kaldı.

Saerin doğruldu. “Korkarım onu tekrar uyutmamız gerekecek, Doesine.” Talene’in gözyaşları iki katına katlandı, ama gözyaşlarının arsından mırıldandı. “Ben… beni bağlayan… tüm yeminlerden… vazgeçiyorum.” Sonuncu kelimeden sonra ulumaya başladı. Seaine yerinde sıçradı, sonra sertçe yutkundu. Tek bir yemini kaldırmanın acısını şahsen yaşamıştı ve aynı anda birden fazla yemini kaldırmanın ıstırabını tahmin etmeye çalışmıştı, ama şimdi gerçeklik önünde duruyordu. Talene ciğerlerinde nefes kalmayana dek haykırdı, sonra nefes alıp haykırmaya devam etti, ta ki Seaine Kule’den insanların koşa koşa geleceğini düşünmeye başlayana dek. Uzun boylu Yeşil kollarını ve bacaklarını sallayarak sarsıldı, sonra aniden öyle gerildi ki yalnızca başı ve topukları gri yüzeye dokunuyordu. Kasları düğüm düğüm oldu, tüm bedeni çılgınca kasılmaya başladı. Kriz başladığı gibi aniden bitti, Talene hiç kemiği yokmuş gibi yığılıverdi ve kaybolmuş bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Yemin Çubuğu gevşek elinden eğimli, gri yüzeye yuvarlandı. Yukiri hararetli bir duaya benzeyen bir şeyler mırıldandı. Doesine sarsılmış bir sesle, “Işık!” diye fısıldayıp duruyordu. “Işık! Işık!” Pevara çubuğu aldı ve Talene’in parmaklarını onun çevresinde kapattı.

Seaine’in arkadaşında merhamet yoktu, bu konuda değil. “Şimdi Üç Yemin’i et,” dedi tükürürcesine. Bir an Talene reddedecekmiş gibi göründü, ama yavaşça hepsini Aes Sedai yapan, bir arada tutan yeminleri etti. Doğru olmayan tek kelime etme. Bir insanın bir diğerini öldürmekte kullanacağı silah yapma. Gölgedölleri ve Karanlıkdostları karşısında olmadığı sürece, kendi hayatını, Muhafızının hayatını ya da bir başka Aes Sedai’nin hayatını koruman gerekmediği sürece asla Tek Güç’ü silah olarak kullanma. Sonunda, sessizce sarsılarak ağlıyordu. Belki de vücudunu saran yeminler yüzünden. Tazeyken rahatsız edici olurlardı. Belki. Sonra Pevara ondan istedikleri diğer yemini söyledi. Talene irkildi, ama umutsuz bir sesle sözleri söyledi. “Beşinize eksiksizce itaat edeceğime yemin ederim.” Bunun dışında, gözyaşları yanaklarından süzülerek, donuk donuk, dümdüz önüne baktı. “Bana dürüstçe yanıt ver,” dedi Saerin ona.

“Sen Kara Ajah’tan mısın?” “Öyleyim.” Sözcük, Talene’in boğazı paslanmış gibi gıcırdadı. Bu basit sözcük Seaine’i, hiç beklemediği bir biçimde dondurdu. O Kara Ajah’ı avlamak üzere yola çıkmıştı ve pek çok Aes Sedai’nin aksine avının varlığına inanıyordu. Bir başka Aes Sedai’yi, bir Temsilci’yi ele geçirmişti ve Talene’in paketlenip, Hava akışlarına sarınmış bir halde ıssız bodrum koridorlarından geçirilmesine yardım etmişti, bir düzine Kule yasasını ihlal etmiş, ciddi suçlar işlemişti ve bütün bunları, daha sormadan önce yanıtından emin olduğu bir sorunun yanıtını işitmek için yapmıştı. Şimdi işitmişti o yanıtı. Kara Ajah gerçekten vardı. Bir Kara Aes Sedai’ye bakıyordu, şal takan bir Karanlıkdostuna. Ve yüzleşmekle karşılaştırıldığında, inanmak gölge gibi kalmıştı. Dişlerini takırdamaktan alıkoyan tek şey çenesini sıkıyor olmasıydı. Kendini toplamak, mantıklı bir biçimde düşünmek için çabaladı. Ama kâbuslar uyanmıştı ve Kule’de yürüyordu. Biri derin bir nefes verdi ve Seaine dünyasını altüst olmuş bulan tek kişi olmadığını fark etti. Yukiri silkelendi, sonra kadının üzerindeki kalkanı gerekirse sırf irade gücü ile korumaya kararlıymış gibi bakışlarını Talene’e dikti. Doesine dudaklarını yalıyor, kararsızca koyu altın rengi eteklerini düzeltiyordu.

Yalnızca Saerin ve Pevara rahat görünüyordu. “Ee,” dedi Saerin yumuşak sesle. Belki “hafif” daha iyi bir sözcük olurdu. “Demek öyle. Kara Ajah.” Derin bir nefes aldı ve ses tonu canlandı. “Artık buna gerek yok, Yukiri. Talene, kaçmaya çalışmayacaksın ya da herhangi bir şekilde direnmeyeceksin. İçimizden birinin izni olmadan Kaynak’a dokunmayacaksın bile. Gerçi, biz seni teslim ettikten sonra bu işi bir başkası üstlenecek. Yukiri?” Talene’in üzerindeki kalkan dağıldı, ama Yukiri çubuğun bir Kara Aes Sedai üzerindeki etkisine güvenmiyormuş gibi, saidar’la parlamaya devam etti. Pevara kaşlarını çattı. “Onu Elaida’ya teslim etmeden önce, Saerin, olabildiğince çok bilgi almak istiyorum. İsimler, mekânlar, her şey. Bildiği her şeyi!” Karanlıkdostları Pevara’nın ailesini yok etmişti ve Seaine, kadının kalan son Kara Aes Sedai’yi şahsen avlamaya hazır bir biçimde sürgüne gideceğinden emindi.

Hâlâ Sandalye’de büzülmekle olan Talene acı bir kahkaha ile ağlama arası bir ses çıkardı. “Bunu yaptığınızda hepimiz öleceğiz. Öleceğiz! Elaida Kara Ajah’tan!” “Bu imkânsız!” diye patladı Seaine. “Emri bana Elaida verdi.” “Öyle olmalı,” diye yarı fısıldadı Doesine. “Talene yeminleri tekrar etti; Elaida’nın adını verdi!” Yukiri hararetle başını salladı. “Kafalarınızı kullanın,” diye hırladı Pevara, kendi kafasını tiksinti içinde iki yana sallayarak. “Bir yalana inanırsanız, onu doğruymuş gibi söyleyebildiğinizi siz de çok iyi biliyorsunuz.” “Ve bu doğru,” dedi Saerin sertçe. “Ne kanıtın var, Talene? Elaida’yı sizin… toplantılarınızda gördün mü?” Hançerinin kabzasını öyle sıkı kavramıştı ki boğumları bembeyaz kesilmişti. Şalı kazanmak için, Kule’de kalma hakkını kazanmak için Saerin’in çoğu kişiden daha fazla mücadele etmesi gerekmişti. Ona göre, Kule yuvasından da öteydi, kendi hayatından daha önemliydi. Talene yanlış cevabı verirse, Elaida yargılanacak kadar yaşamayabilirdi. “Toplantı yapmıyorlar,” diye mırıldandı Talene surat asarak. “Belki Yüce Konsey dışında.

Ama öyle olmalı. Onun aldığı her rapordan haberleri var, hatta gizli raporlardan, onun önünde edilen her kelimeden. Vereceği her kararı daha ilan edilmeden biliyorlar. Günler, bazen haftalar önceden. Kendisi söylemiyorsa nereden bilecekler?” Bir çabayla doğrulup oturdu ve ısrarlı bakışlarını teker teker hepsine dikmeye çalıştı. Yalnızca, bakışları endişe içinde oraya buraya kayıyormuş gibi göründü. “Kaçmamız gerek; saklanacak bir yer bulmamız gerek. Ben size yardım ederim –bildiğim her şeyi anlatırım!– ama kaçmazsak bizi öldürürler.” Tuhaf diye düşündü, Talene eski suç ortaklarını ne çabuk “onlar” yaptı, diğerleri ile ne çabuk özdeşleşmeye çalıştı. Hayır. Asıl sorundan kaçınıyordu ve kaçınmak aptallıktı. Elaida gerçekten onu Kara Ajah’ı bulmakla mı görevlendirmişti? İsmi bir kez bile telaffuz etmemişti. Başka bir şey kastetmiş olabilir miydi? Elaida Kara Ajah’tan bahseden herkesin gırtlağına yapışırdı. Hemen her Aes Sedai yapardı bunu, ama… “Elaida aptal olduğunu kanıtladı,” dedi Saerin, “ve birden fazla kez onun için ayağa kalktığıma pişman oldum, ama bundan daha fazlası olmadan onun Kara olduğuna inanmam.” Pevara gergin dudaklarla, silkinircesine başını sallayarak onayladı.

Bir Kızıl olarak, o çok daha fazlasını isterdi. “Öyle olabilir, Saerin,” dedi Yukiri, “ama Talene’i çok uzun süre tutamayız. Yeşiller nerede olduğunu sormaya başlar. Şeyden… Kara’dan… Bahsetmeye bile gerek yok. Ne yapacağımıza hızla karar vermeliyiz, yoksa yağmurlar başladığında biz hâlâ kuyunun dibini kazıyor oluruz.” Talene Saerin’e, muhtemelen yaltaklanmak için düşünülmüş zayıf bir gülümseme ile baktı. Kahverengi Temsilci’nin kaş çatışı altında gülümseme soldu. “Kara Ajah’ı tek bir darbede sakatlayacak hale gelene dek Elaida’ya hiçbir şey söylemeye cüret edemeyiz,” dedi Saerin sonunda. “İtiraz etme, Pevara; mantık öyle diyor.” Pevara ellerini havaya fırlattı ve yüzüne inatçı bir ifade oturttu, ama çenesini kapadı. “Talene haklıysa,” diye devam etti Saerin, “Karalar ya Seaine meselesini biliyor ya da yakında öğrenecek, bu yüzden onun güvenliğini elimizden geldiğince sağlamalıyız. Biz yalnızca beş kişiyken kolay olmayacak. Emin olana dek kimseye güvenemeyiz! En azından Talene elimizde, kim bilir sıkıp suyunu çıkardığımızda neler öğreneceğiz.” Talene sıkılıp suyunun çıkarılmasını dört gözle bekliyormuş gibi yapmaya çalıştı, ama kimse ona dikkat etmiyordu. Seaine’in boğazı kurumuştu.

“Tam olarak yalnız olmayabiliriz,” dedi Pevara gönülsüzce. “Seaine, ona Zerah ve arkadaşlarıyla yaptığınız küçük planı anlat.” “Plan mı?” dedi Saerin. “Zerah kim? Seaine? Seaine!” Seaine irkildi. “Ne? Ah. Pevara ve ben burada, Kule’de küçük bir asi yuvası keşfettik,” diye başladı nefes nefese. “Ayrılığı yaymak için gönderilmiş on Aes Sedai.” Saerin onun güvenliğini sağlayacaktı, öyle mi? Hem de hiç sormadan. Kendisi de bir Temsilci’ydi; neredeyse yüz elli yıldır Aes Sedai’ydi. Saerin ya da herhangi biri ne hakla?. “Pevara ve ben buna bir son verme işine koyulduk. İçlerinden birine, Zerah Dacan’a, Talene’in ettiği yemini ettirdik bile ve Bernaile Gelbarn’ı bu akşam, kuşkulandırmadan odama getirmesini söyledik.” Işık, bu odanın dışındaki herhangi bir Aes Sedai Kara olabilirdi. Herhangi biri. “Sonra o ikisini kullanarak bir başkasını getirteceğiz, ta ki hepsi itaat yemini edene dek.

Elbette, Zerah’a ve Talene’e sorduğumuz aynı soruyu soracağız.” Kara Ajah ismini çoktan öğrenmiş olabilirdi, onları avlamaya koyulduğunu biliyor olabilirlerdi. Saerin onu nasıl güvende tutacaktı? “Yanlış cevap verenler sorgulanabilir ve doğru cevap verenler ihanetlerinin bedelini bizim idaremiz altında Kara Ajah avlayarak kısmen ödeyebilirler.” Işık, nasıl? Sözü bittiği zaman diğerleri konuyu uzun uzun tartıştılar, bu ancak Saerin’in ne karara varacağı konusunda kararsız olduğu anlamına geliyordu. Yukiri Zerah ve suç ortaklarını hemen adalete teslim etmek konusunda ısrar ediyordu –Talene konusundaki kendi konumlarını açığa vurmadan yapabiliyorlarsa. Pevara asileri kullanmayı savunuyordu, ama gönülsüzce; o kadınların yaydıkları ayrılık Kızıl Ajah ve sahte Ejderler hakkında pis hikâyelere dayanıyordu. Doesine Kule’deki bütün Aes Sedaileri teker teker kaçırmayı ve hepsini fazladan yemini etmeye zorlamayı öneriyor gibiydi, ama diğer üçü ona pek kulak asmıyordu. Seaine tartışmalara katılmadı. İçinde bulundukları duruma verdiği tepkinin tek mümkün tepki olduğunu düşünüyordu. Sendeleyerek en yakın köşeye gitti ve gürültülü gürültülü kustu. Elayne dişlerini sıkmamaya çalıştı. Dışarıda, bir başka tipi Caemlyn’i dövüyor, öğle gökyüzünü öyle karartıyordu ki oturma odasının panelli duvarlarındaki lambaların hepsi yakılmıştı. Şiddetli rüzgârlar yüksek, kemerli pencerelere oturtulmuş camlı çerçeveleri sarsıyordu. Şimşekler berrak camları aydınlatıyordu ve yukarıda gök gürültüsü boş bir sesle patlıyordu. Gök gürültülü kar, kış fırtınalarının en kötüsü, en şiddetlisi.

Oda tam olarak soğuk değildi, ama… Geniş, mermer şöminede çıtırdayan kütüklerin önünde parmaklarını açarken, yer seramiklerinin üzerine serilmiş kat kat halıların arasından ve en kalın kadife terliklerinden sızan soğuğu yine de hissedebiliyordu. Kırmızı beyaz elbisesinin, siyah tilki kürkünden geniş yakası ve manşetleri güzeldi, ama kollarındaki incilerden daha fazla ısıttıklarından kuşkuluydu. Soğuğun ona dokunmasına izin vermemek, onun farkında olmamak anlamına gelmiyordu. Nynaeve neredeydi? Ve Vandene? Düşünceleri hava durumu gibi haşindi. Çoktan gelmiş olmalıydılar! Işık! Keşke uyumadan dayanabilmeyi öğrensem! Ne kadar oyalanıyorlar! Hayır, bu haksızlıktı. Aslan Tahtı üzerindeki resmi iddiası yalnızca birkaç günlüktü ve onun için şimdilik başka her şey ikinci sıraya inmişti. Nynaeve ve Vandene’in başka öncelikleri vardı; onlara göre başka sorumluluklar. Nynaeve gırtlağına dek, Reanne ve Örgü Heyeti’nin kalanı ile, fark edilip tasmalanmadan Kandaşları Seanchan kontrolündeki topraklardan nasıl kaçıracaklarını planlamaya gömülmüştü. Kandaşlar gizlenmek konusunda iyiydi, ama Seanchanlar Aes Sedailerin yaptığı gibi yabanileri görmezden gelmeyeceklerdi. Sözde, Vandene hâlâ kardeşinin cinayeti yüzünden sarsılmış haldeydi, doğru düzgün yemek yemiyordu ve herhangi bir tavsiye verecek durumda değildi. Doğru düzgün yemek yememekle ilgili kısmı doğruydu, ama katili bulma fikri kadını yiyip bitiriyordu. Tuhaf saatlerde, sözde ıstırap içinde koridorlarda yürürken, gizlice aralarında Karanlıkdostlarını avlıyordu. Üç gün önce bu düşünce Elayne’i ürpertirdi; şimdi, bir sürü tehlike arasında bir diğeri idi yalnızca. Çoğundan daha yakın bir tehlike, doğru, ama yalnızca çoğundan. Egwene tarafından onaylanan ve cesaretlendirilen önemli işler yapıyorlardı, ama Elayne yine de, ne kadar bencilce de olsa, acele etmelerini diliyordu.

Vandene iyi bir tavsiye haznesiydi, uzun deneyimlerinin ve çalışmalarının avantajı ve Nynaeve’in Emond Meydanı’nda Köy Kurulu ve Kadın Kurulu ile başa çıkarken geçen seneleri, kendisi ne kadar inkâr etse de, politika uygulamak konusunda keskin bir göz vermişti ona. Yak beni, benim yüz ayrı sorunum var, bazıları hemen burada, Saray’da ve onlara ihtiyacım var! Elayne’in istediği olsa, bir sonraki Andor Kraliçesi’nin Aes Sedai danışmanı Nynaeve olurdu. Bulabileceği her tür yardıma ihtiyacı vardı… güvenebileceği yardım. Yüzündeki ifadeyi düzelterek sırtını şömineye verdi. Basit, ama incelikli oymalarla süslü on üç yüksek sırtlı sandalye şöminenin önünde bir nal çiziyordu. Gülünç, ama şeref yeri, burada konuk kabul ediyor olsa Kraliçe’nin oturacağı yer ateşin sıcaklığından en uzak yerdi. Ne kadar sıcaklık veriyorsa. Sırtı hemen ısınmaya başladı ve ön taraf soğudu. Dışarıda kar yağıyor, gök gürültüsü patlıyor, şimşekler çakıyordu. Kafasının içinde de. Sakin ol. Bir hükümdar sükûnete en az bir Aes Sedai kadar ihtiyaç duyardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir