Roland Barthes – Göstergebilimsel Serüven

Birkaç gün önce bir kız öğrenci gelip beni buldu ve bir üçüncü çevrim doktorası** yapmayı amaçladığını söyledi; üstünde çalışmak istediği konuyu da oldukça ironik ama hiç de düşmanca olmayan bir hava içinde önerdi: GÖstergebilimin İdeolojik Eleştirisi. Bana göre, “sahnelenen bu küçük olay”da göstergebilimin konumunu ve yakın tarihini belirlememizi sağlayabilecek bütün öğeler var: — Bir kere burada önce, gerici bir bilim dalı ya da en azından ideolojik bağlanmaya karşı ilgisiz bir bilim dalı olarak ilan edilmiş göstergebilime yapılan ideolojik, bir başka deyişle siyasal eleştiriyi buluyoruz: Yapısalcılığı, tıpkı yakın zamanlarda (hatta burada, İtalya’da bile) Yeni Roman’a yaptıkları gibi, yanlış anımsamıyorsam, teknokrasinin, hatta De Gaulle’cülüğün işbirlikçisi bir bilim dalı olmakla suçlamadılar mı? — Ardından, bu kız öğrencinin konuştuğu kişinin, kesinlikle “demonte edilmesi” (Fransızca’daki démonter sözcüğünün ikili anlamıyla: analyser “ayrıştırmak”, “parçalara ayırmak” ve désarçonner “birini [attan] düşürmek”, “güç duruma düşürmek”) amaçlanan şu göstergebilimin temsilcilerinden biri olduğu düşüncesini buluyoruz — karşımdakinin o hafif ironisi de buradan kaynaklanıyordu: Konuyu önermekle beni kışkırtıyordu (bu sahnenin psikanaliz açısından yorumu üstünde durmuyorum); — Son olarak, bana yüklediği neredeyse resmi denebilecek göstergebilimci rolünde, belli bir sarsıntı, belli bir ikiyüzlülük, belli bir göstergebilimsel sadakatsizliğin var olduğu sezgisini buluyoruz; sadakatsizlik, belki de parodili bir biçimde, bu öğrencinin konuştuğu adamı, hem göstergebilim içinde hem de dışında biri yapabilirdi: Entelektüel cilvelere dolu bu sahnenin de bende bıraktığı bir çeşit yüzeysel dostluk (ama belki de yanılmışımdır) anısı buradan kaynaklanıyor. * Fransızca’sı: “L’aventure sémiologique”. (Ç. N.) ** Fransa’da 1984’ten önce yürürlükte olan doktoralardan biri: “Doctorat de troisième cycle”. (Ç.N.) 12 Göstergebilimsel Serüven Bu küçük psikodramı besleyen sorunları ele almadan önce, göstergebilimi (ve de yapısalcılığı) temsil etmediğimi söylemem gerekir: Dünyada hiç kimse bir düşünceyi, bir inancı, bir yöntemi temsil edemez, hele yazan biri hiç temsil edemez, çünkü onun belli bir seçme sonucu benimsediği uygulama, ne konuşmadır (söz) ne de yazmadır, ama yazı’dır. Aydın toplumu sizi kendi isteği doğrultusunda, kendi gereksinimine göre yoğurabilir; bu, toplumsal oyun’un bir biçiminden başka bir şey değildir, ama ben kendimi bir imaj olarak, göstergebilimin imago’su olarak yaşayamam. Ben bu imago’ya göre ikili bir durumdayım: Yatkın olma durumunda ve kaçma durumunda: — Bir yandan, göstergebilimcilerin arasına katılmaktan başka bir şey istemem; onlarla birlikte, onlara saldıranlara (tinselciler, dirimselciler, tarihselciler, kendiliğindenciler, karşı-biçimciler, arkeomarksistler, vb.) karşılık vermeye can atarım. Bu dayanışma duygusunu, içimde hiçbir fraksiyonist itki duymadığım ölçüde daha kolaylıkla benimserim: Fraksiyonizmde benimsenen kural gereği, yakın olduğum kişilere karşı çıkmak (düşman kardeşler miti konusunda Freud tarafından çok iyi incelenmiş olan narsisizm itkisi) bana hiç de ilgi çekici gelmez; — ama, öte yandan, göstergebilim benim için bir dava değildir; bana göre, kendi kişiliğimle özdeşleştirdiğim bir bilim, bir bilim dalı, bir okul, bir hareket değildir (ona bir ad vermeyi kabul etmek de zaten fazlasıyla yeterlidir; her ne olursa olsun, bana göre, her an için cayılabilecek bir addır bu). Peki, nedir öyleyse bana göre Göstergebilim? Bir serüvendir, yani başıma gelen şeydir (Gösterenden bana gelen şeydir). Bu serüven kişiseldir ama öznel değildir, çünkü burada sahnelenen, öznenin yer değiştirmesidir, anlatımın değil.


İşte, bu serüven de benim için üç evrede gelişti. 1. Birinci evre hayranlık evresiydi. Dil ya da daha kesin konuşmak gerekirse söylem, ilk kitabım Le degré zéro de l’écriture’den (Yazının Sıfır Derecesi) başlayarak çalışmamın değişmez konusu oldu. 1956’da, tüketim toplumunun bir çeşit mitlerle ilgili gerecini toplamış, Nadeau’nun dergisi Les Lettres nouvelles’e, Mythologies (Mitler) adı altında vermiştim. Saussure’ü ilk olarak o sıralarda okumuştum, okuduktan sonra da gözlerim şu umutla kamaşmıştı: Küçük-burjuva mitlerinin geçersizliğinin açıklanmasına, sanki durduğu yerde kendi kendini açığa vurmaktan başka bir şey yapmayan bu açıklamaya bilimsel olarak gelişme olanağı verilmesi. Bu olanak, göstergebilimdi ya da anlam süreçlerinin ayrıntılı incelemesiydi; burjuvazi anlam süreçleri sayesinde, kendi tarihsel sınıf kültürünü evrensel nitelikli doğal olana dönüştürüyordu. Göstergebilim bu aşamada bana geleceği, programı ve çabalan açısından ideolojik eleştirinin temel Göstergebilimsel Serüven 13 yöntemiymiş gibi geldi. Bu göz kamaşmasını ve umudu Mythologies’nin – sonsözünde anlatmıştım; bu metin bilimsel açıdan belki eskimiştir ama esenlikli bir metindir, çünkü entelektüel bağlanmaya bir çözümleme aracı sağlayarak kaygılarını gidermiş, anlam incelemesini de ona siyasal bir önem kazandırarak sorumlu kılmıştır. Göstergebilim, 1956’dan bu yana gelişme gösterdi; tarihi, bir bakıma hızla sürüklendi. Ama ben şuna inandım: Her ideolojik eleştiri, eğer gerekli olduğunu sürekli yineleyip durmaktan kurtulmak istiyorsa, göstergebilimsel olmak zorundadır ve zaten ancak göstergebilimsel olabilir: Göstergebilimin ideolojik içeriğinin incelenmesi, az önce sözünü ettiğimiz kız öğrencinin ileri sürdüğü gibi henüz ancak göstergebilimsel yollarla gerçekleştirilebilir. 2. İkinci evre, bilim evresi ya da en azından bilimsellik evresi oldu. 1957den 1%3’e kadar, son derece anlam yüklü bir nesnenin, Moda giysisinin göstergebilimsel açıdan incelemesini yapmaya çalışıyordum. Bu çalışmanın amacı çok kişiseldi, çile çektiriciydi diyebilirim: Bilinen ama o ana kadar incelemesi yapılmamış bir dilin dilbilgisini çok özenli bir biçimde yeniden oluşturmak söz konusuydu.

Bu çalışmanın nankör bir çalışma olabileceği benim açımdan o kadar da önemli değildi, zevkime göre önemli olan, bunu yapmak, bu işi gerçekleştirmekti. Aynı zamanda, bir göstergebilim öğretimi tasarlamaya da girişmiş, bunu da Eléments de sémiologie’ y le (Göstergebilim tikeleri)* yapmaya çalışmıştım. Benim çalışmalarımın yanı sıra, göstergeler bilimi, oluşumunu tamamlıyor ve her araştırmacının (burada özellikle dostlarım ve arkadaşlarım Greimas ve Eco’yu düşünüyorum) kendine özgü kökenine, gelişmesine ve bağımsızlığına göre ilerleme gösteriyordu. Jakobson ve Benveniste gibi büyük ağabeylerle, Bremond ve Metz gibi daha genç araştırmacılarla bağlantılar sağlanmış, Bir Dernek ve bir Uluslararası Göstergebilim Dergisi de kurulmuştu. Bana göre çalışmanın bu dönemine egemen olan şey, sanırım, göstergebilimi bir bilim olarak kurma tasarısından çok, bir Sistematik uygulama zevkiydi. Sınıflandırma etkinliğinde, Sade ve Fourier gibi büyük sınıflandırmacıların da kapılmış oldukları bir çeşit yaratıcı sarhoşluk vardır. Bilimsel evresi içinde de göstergebilim bu sarhoşluk oldu benim için: Yeni yeni dizgeler, oyunlar kuruyor, oluşturuyordum.** Ben yalnızca zevk * Bu incelemenin Türkçe çevirisi için bkz. ilerde s. 19. (Ç.N.) ‘• R. Barthes burada reconstituer fiilinin yanı sıra bir de bricoler (ufak lefek onarım işleri yapmak) fiilini kullanıyor ve ayraç içinde “bu deyime daha ûsl düzeyde bir anlam veriyorum” diyor. Biz sözcüğü hağlama göre dilimize aklardık.

(Ç.N.) 14 Göstergebilimsel Serüven için kitap yazdım: Dizge zevki bende Bilim’in üstbeni yerine geçiyordu. Bu da, daha şimdiden bu serüvenin üçüncü evresini hazırlamak demekti: Sonunda, önemsiz (Nietzsche’nin deyişiyle adiaforik) bilime karşı ilgisiz kalarak, Gösteren’e, Metin’e “zevk” yoluyla girdim. 3. Üçüncü evre gerçekten de Metin evresidir. Çevremde söylem dokuları oluşuyordu: Bunlar önyargıları yerinden oynatıyor, kesinliklere gölge düşürüyor, yeni kavramlar öne sürüyordu: Lévi-Strauss sayesinde keşfedilen Propp, göstergebilimin ciddi bir biçimde yazınsal bir nesneye, anlatıya ulaşmasına olanak veriyordu; Julia Kristeva, göstergebilimin görünümünü iyice değiştirerek, bana kişisel olarak ve özellikle paragramatizm ve metinlerarası ilişkiler kavramlarını sunuyordu; Derrida, gösterilenlerin gerilemesi, yapıların merkezinin kaymasını öngerçek olarak ileri sürerek, gösterge kavramının kendisini de yerinden oynatıyordu; Foucault göstergeye, gerilerde kalmış tarihsel bir yer vererek ona yönelik eleştiriyi daha da yoğunlaştırıyordu; Lacan, bizlere öznenin parçalanmasıyla ilgili bütünlenmiş bir kuram sunuyordu; bu kuram olmadan bilim, içinde bulunup konuştuğu yer hakkında kör ve sağır kalmaya mahkumdu; Son olarak Tel Quel*, bütün bu değişimleri, diyalektik materyalizmin marksist alanı içine yeniden yerleştirme girişimini, günümüzde bile hâlâ tuhaf karşılanan girişimi, başlatıyordu. Bana göre bu dönem kabaca Introduction à l’analyse structurale des récits (Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş)** [1966] ve S/Z [1970] arasında yer alır. İkinci çalışma, yapısal örnekçe’den (model) vazgeçme ve sonsuz derecede farklı Metin kılgısına (pratik) başvurmakla, bir bakıma birinci çalışmayı yadsır. Peki öyleyse nedir Metin? Bu soruyu bir tanım vererek yanıtlamayacağım, çünkü böyle yapmak gösterilenin içine düşmek demek olur. Metin, bu sözcüğe vermeye çalıştığımız modern, güncel anlamıyla temel olarak yazınsal yapıttan ayrılır: Estetik bir ürün değil, anlam aktarıcı bir kılgıdır; bir yapı değil, bir yapılanmadır;

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir