Zalim olsa ne rütbe bi perva Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız Merkez-i hake atsalar da bizi Kürre-i arzı patlatır çıkarız… Namık Kemal “Artık zalimlerin gittiği camiye gitmem bir daha..” Babam bu sözü üç yıl önce söyledi ve o günden sonra bir daha hiç camiye gitmedi. Babamı tanıyanlar bilir; bu, onun için hiç de kolay alınacak bir karar değildi. Babam seksen üç yaşında. Beş vakit namaz kılmaya on dört yaşında başlamış. Dedesi Mehmet Ali, hocaymış. Mahalle hocası değil öyle, medrese görmüş bir hoca Sultan II. Abdülhamid’in Beşiktaş muhafızı Yedi-Sekiz Hasan Paşa sayesinde eğitimini Beşiktaş’ta bir medresede yapmış. Esmer olduğu için “Kara Molla” denen büyük dedem Mehmet Ali Hoca’nın, evinde büyük bir kütüphanesi varmış. Buradan birçok öğrenci yetişmiş. Babam ilk İslami bilgilerini dedesinden almış. Onun dizinin dibinde yetişmiş. Dedem postnişine hep torununu oturtmak istemiş. Ancak babam, babası gibi tüccarlıkta karar kılmış. Evin tek erkek çocuğu olan babam tüccarlığı seçmiş, ama dedesinin yolundan hiç ayrılmamış; ibadetinden ödün vermemiş; beş vakit namazını hiç kaçırmamış. Namaz ibadetini de fırsat buldukça camide yerine getirmiş. Yani babam bildiğiniz cumadan cumaya camiye gidenlerden değildi… Şimdi geliniz bu yazının girişindeki o cümleyi bir daha okuyunuz: “Artık zalimlerin gittiği camiye gitmem bir daha..” Babam o günden sonra Şair İkbal’in yazdığı gibi, “Müslümanlardan kaçıp Müslümanlığa sığındı.” Altmış altı yıl beş vakit namazını kılan ve her daim camiye giden babama bu ağır sözü kimler, niye ettirdi? O gün babam için ilginç bir günmüş… Önce elli yılı aşkın bir süredir tüccarlık yapanlara ödül verilen bir toplantıda madalyasını almış. 8 Ardından öğle namazı için camiye gitmiş. Ve imamla tartışmış! Tartışma babamın şu sözüyle başlamış: “Hoca efendi, okuduklarınızın Türkçe mealini söyleseniz de tüm cemaat aydınlansa.” Vay sen misin camide “Türkçe” sözünü ağzına alan! Dinci imam küplere binmiş; babamı Müslümanların arasına fitne sokmakla ve neredeyse dinsizlikle itham etmiş. Üstelik cemaatten bazı dinciler de imama destek çıkmış. Hatta biri tutup “bu Halk Partililer hep böyledir” demesin mi? Yaklaşık yetmiş yıldır camiye giden babam şaşkınlık içinde kalakalmış, iyi niyetle söylediği “Hoca Efendi Türkçesini söylerseniz herkes anlar” demesinin bu kadar sert tepkiyle karşılanmasına anlam verememiş. Camiden hırsla çıkıp eve gelmiş ve bir daha camiye gitmeyeceğini söylemiş. İbadetin bu derece ifrata vardırılmasını anlayamamış, işte dincilik budur, böyledir. Bunlar İslam’ı, Kuranıkerim’i herkes anlasın istemiyor. Bunlar Kuranıkerim’in emrettiklerini yapmıyor, yaptıklarına Kuranıkerim’i uyduruyorlar. İşte dincilik budur. Ve işte bu kitabın yazılmasının nedeni, babamın camiye gitmemesine neden olan bu Allahsız dincilerdir… Bunlar karşımıza yalnızca imam olarak çıkmıyorlar. Her kimlikte görüyoruz onları; politikacı, gazeteci, akademisyen, polis vs olarak karşımızdalar. Bu hurafeci, feodal ümmetçi dinciler, son 300 yıldır emperyalist Batı’nın taş eronluğunu yapıyor. Her türlü gelişmenin, yenileşmenin, toplumsal uzlaşmanın önünde dalgakıran rolünü başarıyla oynuyorlar. Bu sömürgeci güçlerin işbirlikçi dincileri, baş davası ahlak olan bizim Müslümanlara inanın hiç benzemiyor… Bu kitap bu farkın anlaşılması için kaleme alınmıştır… Birinci bölüm Bizim Müslümanlar Yıkıcı bir dönemden geçiyoruz… İslam’ın “akil adamı”, “aksiyoner fedaisi” gibi övgü sözleriyle yüceltilenler, bugün karşımıza “tecavüz sanığı” olarak çıkıyor. “Calvinci Müslüman” işadamlığına örnek gösterilenler, bugün “dört eş” savunmalarıyla gazetelere manşet oluyor. Mücahitler müteahhit oldu! Son dönemin gündemini oluşturan bu olaylar ve isimler, gerçekte İslamiyet’i temsil ediyor mu? Utanmayı, mahcubiyeti unuttuk mu? Hayır!.. Ama ne yazık ki Müslümanlığı varoş kültürüne, avamın iktidarına indirgeyenlere karşı çıkacak, cesur Müslüman düşünürleri bugün mumla arıyoruz! Oysa dün vardılar… Ve bunlardan biri de “isyan ahlakı”nın sembol ismi Nurettin Topçu’ydu. Nurettin Topçu, Türkiye düşünce tarihinin, kendine özgü, ilgi çekici, cesur ve omurgalı bir aydınıydı. Ömrü boyunca yazdı ve yazdığı gibi yaşadı. Dincilerde yaygın olan dış dünyayı suçlama tavırlarına karşılık hep içe yönelik özeleştiriler yaptı. Milliyetçiliğe, İslamcılığa ve muhafazakârlığa en sert eleştirileri yöneltti. “Anadolu Müslüman sosyalizmi”ne inanmış bir entelektüeldi. “Müslümanların” güler yüzlü Mehmet Ali Aybarı’ydı… Felsefeciydi; Fransa’da okudu; Paris Sorbonne’da doktora yaptı. Ahlak kuramcısıydı. Doktora tezi, “İsyan Ahlak’ıydı. Nurettin Topçu’ya göre, İslam dünyasının içinde bulunduğu kötü durumun sebebi, ne siyasi ne iktisadi ne ilmi ne de fikriydi. Asıl sebep, Kuran’ın özü olan ahlakın kaybedilmesiydi. Müslümanlar birtakım geleneksel kuralları titizlikle yerine getirmekte, fakat düşünmekten kaçınmaktaydı. 10 “Kuran harikası olan ilahi ahlak, İslam diyarında çoktan gömülmüştür” diyen Topçu, bunun temel sebebini felsefenin İslam topraklarından kovulmasında buldu. Ona göre, “Din bilgi kaynağı değil, kuvvet kaynağıydı. Dindar adam, başkalarından çok şey bilen değil, daha kuvvetli olan insan”dı sadece. Gelenekçi Müslümanların, “Kuran’ın varlığı kâfidir; felsefe insanın inançlarına zarar verir, çünkü sorduğu sorularla insanı şüphe ve inkârın çukuruna düşürebilir” sözlerine şiddetle karşı çıktı: “Felsefe olmazsa Büyük Kitap’ı hakkıyla anlayamazsınız, sadece ezberlersiniz. Kuran Allah’ın kitabı, felsefe ise bizim onu anlayacak olan şahsiyetimizin örgüsüdür.” Nurettin Topçu Osmanlı’da, İbn Rüşdcü Hocazade ile Gazalici Molla Zeyrek arasında yapılan tartışmayı, felsefenin tutarsızlığını iddia eden Gazalici Molla Zeyrek’in kazanmasını, Müslüman yozlaşmasının miladı olarak gördü. Ona göre, felsefesiz bir İslam’da, sorumluluk yerini vazifeye bıraktı; ruh dünyasının akil adamlarının yerini ise gözlerini kapayıp vazifelerini yapan görev adamları aldı. Toplumsal yaşamdaki gelenekler, örfler, âdetler, kurallar insan hürriyetinin önündeki en büyük engellerdir. Gelenekçi/muhafazakâr, güvenliği özgürlüğe tercih etmiş, yaratıcı fikirlerden/hareketlerden vazgeçmiş bir cemiyet adamıdır. Bunlar asırlarca aynı alışkanlığı tekrarlamaktan huzur duyarlar. Örflerini değiştirmek, onların bir uzvunu kesmek gibidir. Nurettin Topçu, isyan ahlakı teorisini açıklarken ideal tip olarak, “Ben Hakk’ım” dediği için işkenceyle öldürülen tasavvufun meşhur şehidi Hallac-ı Mansur’u, Müslüman akılcılığının önderi İmamıazam’ı örnek aldı. İslam’ın geleneksel ve resmi yorumlarıyla sürekli hesaplaşan Topçu’ya göre, tasavvuf düşüncesinin temeli vahdet-i vücut, ahlaklılığın en yüce mertebesiydi. Bu anlayışı onu, “kentli” Gümüşhanevi Dergâhı’na götürdü. Dergâhın “rahlei tedrisatından” geçti. Bu “sınav” onu Doğu-Batı kültürü sentezine ulaştırdı. Burada bir parantez açayım: Nakşibendilik, Türkiye’de bir bütün olarak ele alınmaktadır. Yanlıştır. Bu nedenle “kentli” sözcüğünü sosyolojik anlamda, Türkiye’deki Nakşibendiliğin, “köylü-Kürt Halidiye kolu” ile “kentli-Türk Gümüşhanevi ekolü” arasında farklar olduğunu göstermek için kullandım.[1] Bu nedenledir ki, “kentli” Abdülaziz Bekkine, kadınların siyah çarşafı atıp manto giyebileceğini söyleyebilmiştir. Ahlak felsefesi Nurettin Topçu’yu aynı zamanda sosyalizmle/toplum- ******************************** 1. Bkz. Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı-Efendi 2. 11 culukla buluşturdu. Onun yolu, bugün sağlıksız atölyelerde sigortasız, aç susuz, on sekiz saat köle gibi çalıştırılan binlerce başörtülü kızımızın mağduriyetini görmeyip, meseleyi hep üniversite-türban ikileminde tartışan günümüz dincileriyle aynı değildi kuşkusuz. Nurettin Topçu antikapitalistti. Bazı dinciler gibi yeşil sermayeye de “bizdendir” diye övgüler sıralamadı. İnsanların bir kısmının diğer kısmına köle gibi yaşaması ruhi hürriyeti ortadan kaldırıcıdır. Bir zümreyi esir, öbürünü zalim yapan eşitsizlikten kurtulmak istiyoruz. Eşitlik ahlaki bir idealdir. Eşitlik merhamet davasıdır. Bugünkü Müslümanlar büyük sanayi medeniyetinin insanı makineleştiren ve makineye esir yapsın zulmüyle el ele vermiş bulunuyor. İnsanlığın beş bin yıllık ruh ve vicdan eserini inkâr ederek düşünmeyi günah sayan, sefaleti din diye tanıtan gerilik ile taassup, bu zulme sığınmış bulunmaktadır. Sosyalizmin tek biçiminin Marksizm olmadığını vurgulayan Nurettin Topçu, “Ne için sosyalizm?” sorusunu şöyle yanıtlıyordu: Yürekler acısı bir cemiyet düzeni karşısında duygusuz gönüllerde paslı vicdanların durup durup “Ne için sosyalizm” dediklerini duyuyoruz. Her mahalleden bir milyoner çıktı ve bu zillet ilerledi. Şimdi her beldede binlerce sefalet barınırken, her köşe başında bir tanesi türeyerek kendi duygusuz ve arsız saadetleriyle övünen, Batı’nın binlerce lüksüne hayran vicdansız milyonerlerin arsızlığından nefreti insanlara öğretmek için!.. İş ahlakının ve çalışma duygusunun değerini kazanç hüneriyle mübadele ettik. Çalışmayı aşk ve ibadet sayan İslam ahlakı, kolaylıkla Amerikan pragmatizminin tilki zihniyetine feda edileli. Topçu’ya göre sosyalizm, çiğnenmesi halinde Allah’ın da affedemeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıydı. “Bizim sosyalizmimiz İslam’ın ta kendisidir” diyordu. Cesurdu. İçinde bulunduğu milliyetçi-muhafazakâr cemaatin/grubun antikomünist olduğu Soğuk Savaş döneminde bir Müslüman’dan beklenmeyecek kadar sosyalizm üzerine odaklandı. Sosyalist kavramından duyulan tiksintiyi, iktisat ve sosyoloji cehaleti ile vicdan ve kalp terbiyesinin yokluğu olarak nitelendirdi. “Amerika komünizme düşmandır; komünizm de İslamiyet’e düşman olduğu için Amerika’yı desteklemek her Müslüman için vaciptir. Pek güzel mantık doğrusu. Arist oteles işitmiş olsaydı hayran olurdu!” Nurettin Topçu’nun dinci basma da söyleyecek sözü vardı: 12 Şimdi son yıllarda dini neşriyat serbest olunca ortaya öyle bozuk, öyle çürümüş bir maya çıktı ki. Bu neşriyatın cehalet, ticaret ve düşüklükten berbat bir eser verdiğini hiç çekinmeden söyleyeceğim. Bunlar yirminci asrın buhranlı hayatının, halli fikir ve felsefe meziyetlerine şiddetli muhtaç olan meselelerinin karşısına, ilkçağların insanlarını bile güldürecek bir iptidailikle çıktılar. Kimi küçük çocuklar için masal olacak meseleler bunların sermayesidir. Lakin esas meseleleri ticaret yapmaktır. Çağdaş Derviş Nurettin Topçu dinciliğin ne olduğunu ne güzel anlatıyor; Bunlar cam arkasından sakal öperek hırka takdis etmede dindarlık var sandılar, insanın nefesinden şifa umdular. Medeni nikâhı eksik bulup imam nikâhında keramet aradılar. Tespih sayısında hikmet buldular. Günahları rakamlarla ölçtüler. Duaları sesli yaptılar. Merasimle ruhlarını tatmin ettiler. Böylelikle eşyanın hayatına sayıları tatbik etmekle muazzam bir dini matematik sistemi meydana çıktı. Bu matematiğe sadakat imamın şartı oldu. Dinden bütün ruh sıyrılarak kendisiyle hiç alakası kalmayan bir iskelete iman adı verildi. Bugün içinde yaşadığımız ahlaki yozlaşmayı bu sözlerden başka ne anlatabilir?.. Peki, hem Müslüman olup hem de sosyalizmde ısrar eden Nurett in Topçu kimdi? Baba tarafı Erzurumluydu. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş, “Topçuzade” lakabını almıştı. Babası Topçuzade Ahmet Efendi tahıl alım satımı yapıyordu. Sonra canlı hayvan ticaretiyle işini büyütüp İstanbul’a yerleşti. İlk evleri Süleymaniye’de, ahşap bir binaydı. Annesi, Eğinli Kasap Hasan Ağa’nın kızı Fatma Hanım, Nurettin Topçu’yu bu evde 7 Kasım 1909’da doğurdu. Harp yıllarında Ahmet Efendi’nin işleri bozuldu. Çemberlitaş’ta bir eve taşındılar. Ahmet Efendi kasap dükkânı işletmeye başladı. Nurettin Topçu, altı yaşında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi’nin ana kısmına yazdırıldı. Sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi’ne (şimdiki İstanbul Lisesi civarında) verildi. Mektebi birincilikle bitirdi. Aynı başarıyı Vefa Lisesi’nde de gösterdi. Sınıfları hep birincilikle bitirdi. Bu arada babasını kaybetti. Baba kaybı onu biraz daha içedönük biri yaptı.
Soner Yalcin – Bu Dinciler O Muslumanlara Benzemiyor
PDF Kitap İndir |