Tahsin Yücel – Peygamberin Son Beş Günü

Romana gerçek görüntüsü verilmesi kimseye aykırı gelmez. Buna karşılık, gerçeğin roman kılığına sokulması yazarı da, okuru da rahatsız eder. Hiç kuşkusuz, “Yaşamım roman olur!” diyerek serüvenlerini yazacak romancı arayanlara da, hem serüvenlerinin romansılığına, hem yazma yeteneklerinin üstünlüğüne inanarak yaşamlarını romana dökmeye kalkanlara da oldukça sık rastlanır. Ama bu coşkulu insanların doğru yolda olduklarını söylemek zordur. Sorun kendilerine, “Yaşadığınızı bu denli ilginç buluyorsanız, ne diye bir düş ürünü, bir kurmaca görüntüsü altında sunmak istiyorsunuz onu? Ne diye gerçekliğinden koparmaya kalkıyorsunuz?” deyin, tutarlı bir yanıt alamazsınız, çünkü, neresinden bakılırsa bakılsın, tutum temelinden sakattır. Bu gerçeği vurguladıktan sonra, kendi seçimimize gelelim ve hiç eveleyip gevelemeden zayıf yanımızı söyleyelim: elinizdeki “roman” daha da tutarsız bir girişimin ürünü! Bir kez, kendi serüveninin ilginçliğine inanmış bir hevesli coşkusuyla yazılmış olmak şöyle dursun, bu satırların yazarlarının yakından tanımadıkları bir kişinin gerçek yaşamını konu alıyor. İkincisi, beş kişilik bir yazar ve araştırmacı topluluğunun öncelikle belgelere ve soruşturmalara dayalı, uzun, yorucu, ama her zaman özenli ve soğukkanlı çabaları sonunda biçimlendi. Üçüncüsü ve en önemlisi, bir “araştırma” biçiminde düzenlenmişken, birtakım yüzeysel değişikliklerle “roman”a dönüştürüldü, daha doğrusu dönüştürülmek istendi. Ancak, hemen belirtelim ki, biz, beş araştırmacı arkadaş, elden geldiğince nesnel ve eksiksiz bir yaşamöyküsü hazırlamak üzere bir araya gelmiştik, roman türünün çekimine kapılmamız söz konusu bile olamazdı; en az iki buçuk yıllık bir ortak çabanın alçakgönüllü ürününü değiştirerek yayımlamakla hiç yayımlamamak arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığımız için saptık bu yola. Oldu olacak, açıkça anlatalım her şeyi. Biz bu çalışmaya kendiliğimizden, kendi adımıza bir yapıt hazırlamak üzere değil, en büyük işadamlarımızdan birinin önerisiyle ve bu büyük işadamının imzası altında yayımlanacak bir yapıt hazırlamak üzere girişmiştik. Söylemek bile fazla, belli bir burukluk duymuyor değildik, ama, kendi bağımsız çalışmalarımızla hiçbir zaman kazanamayacağımız bir paranın büyülü etkisi işin içine girince, büyük patrona “Evet,” demekte sakınca görmemiştik. Nasıl olsa, bu tür bir işe ilk soyunanlar biz değildik. Çok iyi bilindiği gibi, son yıllarda gırtlağımıza dek gömüldüğümüz değer yozlaşması içinde, ülkenin büyük para babaları, irili ufaklı uşaklarının da yardımıyla, para babalığını en onurlu insanlık koşuluna dönüştürmüş olmaları yetmemiş gibi, tarih, felsefe, politika, sanat, her alanda at oynatır görünmek istiyor, bu amaçla büyük paralarla yazarlar kiralayıp yavan yaşamöykülerini ve emekli kahvesi görüşlerini allı pullu kitaplara döktürterek imzayı basıyorlardı. Biz de, niceleri gibi, para babalarının aylıklı yazarları arasına katılıyorduk, o kadar.


Üstelik, bu adamlarla tümüyle özdeşleştiğimizi söylemek haksızlık olurdu. Öyle ya, bir sonradan görmeye örnek insan görüntüsü vermek için yırtınmayacaktık biz, yalnızca ünlü patronun çocukluk arkadaşı olan unutulmuş bir solcu ozanın yaşamı ve yapıtları üzerine hiç kuşkusuz onu biraz yücelten, ama büsbütün de nesnellikten uzaklaşmayan bir inceleme hazırlayacaktık. Daha çok özel yaşamına bağlanan takma adını alıkoymakla birlikte, anlaşılması hiç de zor olmayan nedenlerle gerçek adını Rahmi Sönmez’e çevirdiğimiz marksçı ozanın yaşamı konusunda sözlü, yazılı, eski, yeni, usa gelebilecek her türlü kaynağı değerlendirdik, kimileri eski dergi sayfalarında, kimileri sarı okul defterlerinde, kimileri çekmece diplerindeki irili ufaklı kâğıt parçalarında kalmış yüzlerce şiirini özenle toplayıp tarihlendirmeye çalıştık; uzun sözün kısası, en az iki buçuk yıl süren, sıkı bir çalışma sonunda, şiirler de arkasına eklenince, beş yüz sayfaya zor sığacak bir yapıt çıkardık ortaya. Yazık ki, bu anlatıda Fehmi Gülmez diye anacağımız büyük patron, bizi kutlayacak yerde azarladı; yaptığımız sözlü anlaşmayı unutmuş gibi, Rahmi Sönmez’i marksçı bir ozan olarak göstermenin onun anısına saygısızlık olacağını, topladığımız şiirleri bu biçimleriyle yayımlamayı da birçok açıdan sakıncalı bulduğunu söyledi. Öyle anlaşılıyordu ki, gerek arkadaşının cenazesini kaldırtırken, gerek onun yaşamı ve yapıtları üzerine nesnel bir inceleme hazırlatıp yayımlama yolunda girişimlerde bulunurken, gerçekten cömert ve yürekli bir dost gibi davranmış olan bu adam zamanla düşünce değiştirmiş, tasarısını sakıncalı, hatta tehlikeli bulmaya başlamıştı. Ama başlangıçta bize “Her şeyi olduğu gibi yazın; hiçbir şeyi olduğundan daha büyük ya da daha küçük göstermenizi istemem,” dediğine, biz de onun istediği gibi davrandığımıza göre, bizim günahımız neydi? Ayrıca, para uğruna böyle bir saptırmacılığa gönül indirsek bile, marksçı bir ozanı tam karşıtına dönüştürebilecek ölçüde ustalaşmamıştık daha! Bunu kendisine açıkça söyledik. “İyi, iyi, paranızı almak istiyorsanız, dosyaları bırakıp gidin, hiç kimseye de bu işten sözetmeyin,” diye tersledi bizi. Ama onun parası varsa, bizim de yazarlık onurumuz vardı: kitabı kendimiz yayımlayacağımızı söyleyerek dosyalarımızı alıp çıktık. Fehmi Gülmez, ozan Rahmi Sönmez’in yasal kalıtçısı durumunda bulunan birtakım uzak akrabalar aracılığıyla uyarı üstüne uyarı yolladı bize, bu da yetmemiş gibi aynı gün ve aynı saatte beş eve birden baskın yaptırttı; incelememizin bütün örneklerine el koymayı başaramadıysa da bizi nice emeklerle bir araya getirdiğimiz şiirlerden yoksun bıraktı. Bu durumda, şiirler nerdeyse tümüyle elimizden gittiğine, yaşamöyküsünü kişileri gerçek adlarıyla anarak yayımlamaya olanak bulunmadığına, bütün kişileri uydurma adlarla sunan bir yaşamöyküsü de bilimsel araştırma niteliğinden fazlasıyla uzaklaşacağına göre, bir tek yol kalıyordu önümüzde: gerçek yaşamöyküsünü roman biçiminde sunmak. Biz de bunu yaptık işte. Yazık ki, özenle hazırladığımız araştırmayı gereğinden fazla değiştirmeye elimiz varmadığından, yaşamöyküsel incelemeyle roman arasında gidip gelen, aksak bir anlatı çıktı ortaya. Örneğin “Peygamber’in Kısa Yaşamöyküsü” diye adlandırılan ilk bölümle kitaba adını veren ikinci bölüm arasındaki oransızlık rahatlıkla giderilebilir, birtakım çağdaş anlatı yöntemlerinden yararlanılarak, örneğin geri dönüşlere, bilinç akışı kalıplarına başvurularak iki bölüm kolaylıkla kaynaştırılabilir, daha doğrusu birinci bölüm ikinci bölümün içinde eritilebilirdi. Ancak biz belirli bir roman izlenimi yaratmaya yetecek oranda, ufak tefek düzenlemelerle yetindik. Bu da, söylemek bile fazla, kusursuz bir romana götürmedi bizi.

Ne var ki, en çok çabayı kitabımıza adını veren bölümün ilk biçimini hazırlama yolunda harcadığımıza, Rahmi Sönmez’in son beş gününü elden geldiğince eksiksiz bir biçimde yeniden kurabilmek amacıyla, imgelemimiz de işin içinde olmak üzere, usa gelebilecek her yola başvurduğumuza göre, tutumumuzun doğal karşılanması, dolayısıyla da bağışlanması gerekir. Bu durumda, en azından anlatı düzleminde, kitabın belkemiğini “Peygamber’in Son Beş Günü” adlı ikinci bölüm oluşturmakta, çok geniş bir süreyi kapsayan “Peygamber’in Kısa Yaşamöyküsü” adlı birinci bölümse, kimi XIX. yüzyıl romanlarında görüldüğü gibi, bu temel bölümün daha rahat anlaşılmasını sağlayacak bir önbölüm olarak belirmektedir. Söylemek gerekir mi, bilmiyoruz, çalışmamızla XIX. yüzyıl romanı arasında kurduğumuz bu bağ bile roman sanatına herhangi bir yenilik getirme savında olmadığımızı yeterince gösteriyor. Bizim üstünlük tutkunu romancılarımız ne yaparlarsa “Türkiye’de ilk kez” yaparlar; bizse, romana gelmek zorunda kaldığımız için üzgünüz. Doğrusunu söylemek gerekirse, kitabımızı roman olarak nitelemek de istemiyorduk biz; çok daha genel ve çok daha alçakgönüllü bir terimle: “anlatı” terimiyle yetinmek düşüncesindeydik. Sonunda bu kitaba “roman” dediysek, kahramanımızın zengin arkadaşının baskı ve gözdağlarına yiğitçe göğüs geren değerli yayıncımızın isteğini geri çevirmeye gönlümüz elvermediği için dedik. Bunca zorluğa katlanıp bunca kaçamaklara sapmaktansa, Fehmi Gülmez’in isteğine uyarak Rahmi Sönmez dosyasını tümden kapatmak daha iyi olmaz mıydı? Belki de. Ama, yaşamını ve yapıtını yakından inceleyince kendisini çok sevmiştik; üstelik, Rahmi Sönmez ülkemizde oldukça yaygın bir ozan türünün ilginç bir örneği gibi görünmüştü bize. Böylece, aksak bir roman biçiminde bile olsa, onun yaşamöyküsünü yayımlamak, yalnızca unutulmuş bir ozana var olma hakkını geri vermek değil, yazın dünyamızın belirli bir yanını da aydınlatmak olacaktı. Direnmenin doyumsuz tadı da cabası.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir