Yavuz Bahadiroglu – Sahipsiz Saltanat

Bizans payitahtının çok sokakları gibi, Mesih Sokağı da Tan Meydanına çıkar, burada Meşe Caddesi ile sarmaş dolaş sona ererdi. Bu sokağın diğer sokaklardan farkı her saat kalabalık oluşuydu. Daha çok akşam saatlerinde, diğer bütün sokak ve caddeler tenhalaştıktan sonra cıvıl cıvıl kaynardı. Bunun sebebi vardı tabii. Mesih Sokağı İstanbul’un sefahat merkezi idi. Devlet büyüklerinden tutun, eline bir kupalık şarap parası geçiren bitirimlere kadar herkes kafayı burada tütsülerdi. Tütsülenmiş kafalar sık sık birbiriyle toslaşırdı. Ya kadın meselesinden veya müşterek bahisler yüzünden grup kavgaları olurdu. Bazen de İmparator İkinci Manuel Paleologos’un muhafızları Varenkler, meyhanelerden birine dalar, içip içip sarhoş olduktan sonra da meyhanenin altını üstüne getirir, öyle giderlerdi. Varenklerin kumandanından ölesiye çekinen meyhane sahipleri böyle zamanlarda katiyen ağızlarını açıp tek kelime etmezlerdi. Mesih Sokağı içindeki meyhanelerin en gösterişlisi Pavlos’unki idi. Bu riyakâr adamın önce Yahudi olduğu ve sonradan din değiştirip Hıristiyanlığa girdiği söylenirdi. Şeytana külahı ters giydirecek kadar kurnazdı ya, zaman zaman o da meyhanesinin kabadayılar tarafından altüst edilmesini önleyemezdi. Gerçi müşterileri oldukça seçkin kişilerdi. Arada bir yine bitirimler düşüyor, ya haraç alma bahanesiyle veya keyifleri öyle istediğinden arbede çıkarıyorlardı.


Bu adam için söylenenler o kadar çok ve birbirini tutmaz şeylerdi ki, aslının Yahudi oluşunda bile ittifak yoktu. Bazıları, bir zamanlar Sultan Bayazıt ordusunda bile bulunduğunu, hayli yükseldiğini ve fakat Ankara Savaşında maiyetiyle birlikte Timur tarafına geçerek kumanda ettiği kolu bozduğunu, böylece Bayazıt’m Timur’a yenilmesinde rol oynadığını iddia ederlerdi. Söylenenlere inanmak gerekirse bir müddet Timur’a da hizmet etmiş, sonra bir punduna getirip sıvışmış, soluğu Bizans’ta almıştı. Tabiî bütün bunları doğrulayan yoktu. Kendisine nereli olduğu sorulsa: «Ben dünyalıyım azizim, nazarımda bütün insanlar birdir,» diyerek sırıtırdı. Hayli şişman, fakat çevikti. Kırmızı bir yüzü vardı. Gözleri kan çanağı içine konmuş iki misketten farksızdı. Vaktiyle çok içki içtiği için böyle kırmızı gözlü olduğunu söylerdi. Meyhanesinin kapısı önündeki iki direğin üstünde iki kâğıt fener her gece yanardı. Kendi icadı olan bu fenerle sık sık övünür, mucit olduğunu iddia ederdi. Diğer meyhanelerde böyle bir alâmet yoktu. Onun için müşteri kolaylıkla Pavlos’un meyhanesini bulurdu. Üstünde temiz bez örtüler bulunan masa-larıyla en lüks meyhane unvanını Pavlos’un meyhaSAHlPSİZ SALTANAT 9 nesi taşıyordu. Geçen sene karşı meyhane sahibi böyle bir şey yapmış, rekabet sevdasına kapılmıştı ama, Pavlos bitirimlerini üstüne salarak canına okutmuştu.

Bu gece yine hava sıcaktı. Ay gökten gülümsü-yordu. Yıldızlar sanki Ayasofya’nın kubbelerine değecek kadar alçalmıştı. Etraf oldukça tenha idi. Bizans halkı geceleri sokağa çıkma âdetinde pek değildi. Her yer çapulcu doluydu. Bir Bizans altını için gözünü kırpmadan adam öldürenler bulunduğu gibi, bazen bu işi İmparatorun adamları bile yapıyordu. Meşe Caddesinden Tan Meydanirîa çıkan zayıf, uzun boylu genç adamın yüzünde ay ışığı oynaşıyordu. Fütursuzdu. Kimseden çekinmediği etrafına bakmamasından belli idi. Halbuki yarım saattir iki kişinin peşinde olduğunu biliyordu. Biliyordu ama, hiç istifini bozmamıştı. Ne adımlarını hızlandırmış, ne de korkusunu gösterecek başka bir hareket yapmıştı. Sakin sakin yürüyor, arada bir ay ışığında parlayan ve sapının altından olduğu ilk bakışta anlaşılan uzun kılıcıyla oynuyordu. Mesih Sokağının başına kadar hiçbir şey olmadı.

Birazdan meyhanelerin bol olduğu yere ulaşacak, sarhoşların arasına karışacaktı. Acele etmiyordu. Arkasından gelen iki kişinin adımlarını önce hızlandırdıklarını, sonra koşmaya başladıklarını hissetti. Ayak sesleri çok yaklaştığı zaman durdu. Ağır ağır geri döndü. Takip ettikleri adamın bu hareketine uyan iki serseri de durdu. Yüzlerini görmek kabil olsaydı nasıl şaşırdıkları belli olacaktı. Hiç biri ko- _nuşmuyor, sadece bakışıyorlardı. Sanki birbirlerinin kuvvetini ölçmek istiyorlardı. 10 SAHİPSİZ SALTANAT Neden sonra uzun boylu, uzun kılıçlı genç sordu: — Ne istiyorsunuz?. Sesi tok ve kuru idi. Genizden geliyor intibaını veriyordu. İki adam titrediklerini hissettiler. Korkularına bir mâna veremediler. Bizans’ın sayılı kabadayılarından Binka ile Tenos’u kim tanımazdı? Şimdi korktuklarını görseler kimbilir nasıl alay ederlerdi.

İkisi de bir kuruş için babalarını bile darağa-cma çekebilecek karaktere sahiptiler. Kıydıkları canın hesabı yoktu. Cesetleri üst üste yığsalar ihtimal Ayasofya’nın kubbelerine ulaşırdı. Genç adam herhalde kendilerini tanımıyordu. Öndeki konuşmak için genzini temizledi. Bir iki öksürdü. Sesinin titrememesine dikkat ederek: — Adım Tenos, dedi. Bu da arkadaşım Binka… Uuymuşluğun var herhalde… Genç adam cevap vermedi. Canının sıkıldığını göstermek için sadece omuzlarını silkti. Bu sokakta binalar birbirlerine hayli yakın olduğu için sokak oldukça karanlıktı ve genç adamın bu hareketini iki bitirimin görmesi mümkün değildi. Tenos cevap alamayınca şaşırmıştı. Zannediyordu ki karşısındaki genç adam, Tenos ismini duyar duymaz yerlere kapanacak, kemerinde ne var ne yok hemen verecek, canının bağışlanması için yalvarmaya başlayacaktı. O takdirde canını bağışlamayı düşünüyordu. Umduğunu bulamayınca kızdı. Hiç* konuşmadığını görünce küplere bindi.

Korkusu bir anda dağıldı. Ayağını hırsla kaldırım taşlarına vurdu: — Adım Tenos dedim, sağır mısın?. Delikanlının sesi bu sefer daha da kuru çıktı; — Adından bana ne? Ne istediğini sordum. SAHİPSİZ SALTANAT 11 Bu sefer Binka cevap verdi: — Kemerini istiyoruz. Bir sessizlik oldu. Binka sesini yükseltti: — Kemerini istiyoruz dedim. Genizden gelen tok ses yeniden duyuldu: — Kemerim işinize yaramaz. — Ona biz karar veririz. Ya malını ya canını!. Delikanlı kılıcının kabzasını sıktı: — Malım yok, yalnız şu kılıç var. Onu da canımı korumak için taşıyorum. — Ver onu bize, canını bağışlayalım. — Olur. Eğer her gittiğim yere kılıcım gibi peşimden gelecek ve her saldırıya uğradığımda beni koruyacaksanız, düşünürüm. Tenos bu sözlere oldukça içerledi: — Öyleyse canını alacağız, diye bağırdı, Delikanlının sesi artık sakin değildi.

Duyanlara korku salacak gürlükte bağırdı: — Sen mi verdin ki bu canı ahmak!. Önce Binka kılıcını çekti ve atıldı. Tenos bir anlık tereddütten sonra arkadaşını takip etti. Delikanlı hızla geriledi. Pavlos’un meyhanesinin önüne kadar gitti. Burası oldukça aydınlıktı. Dövüş için iyi bir yerdi. Sırtını ahşap bir binaya verdi. Al tın saplı kılıcını çekerek ileriye doğru uzattı: — Bu güzel gecede ölmenizi istemezdim, dedi. Gelin vazgeçin bu işten. İki çapulcu besbeter kudurdu. Gelişigüzel atıldılar. Kılıçlar tokuştu. Meyhanelerden birkaçından gürültüler duyuldu. Meraklılar kavgacıların etrafı nı aldılar.

Ezelî kumarbazlıkları tutan Bizans serkeşleri hemen bahse tutuşmaya başladı: 12 SAHİPSİZ SALTANAT — Hey Kiryos, ben delikanlının üstüne oynuyorum. Beş altın, var mısın?. — İyi kılıç kullanıyor ya, karşısındakilerin kim olduğunu biliyor musun?. — Bilsem ne olacak, bilmesem ne olacak, haklayacağından eminim. — Yanılıyorsun. — Var mısın beş altına?. — Tabiî varım. — Sökül altınları. — Tamam. — Dimitri’ye verelim, saklasın, hilebazın tekidir ama geçen seferki gibi cebe indirip savuşmayı göze alamaz. Bacaklarını kırmıştım o gün. — Verelim. — Oldu. Hey Dimitri!. Gel şu altınları al.

Bacak^ larım nasıl kırdığımı da hatırla ve bizi kazıklamaya, kalkma. Şimdi azizim Kiryos sana delikanlının karşısındakilerin kim olduğunu söyleyebilirim. Tenos ve Binka. — Tenos ve Binka mı? Vay canına!. Tanıyamamıştım. Ama dur bakalım. Galiba Tenos gitti, Binka tek kaldı. Öbürü hızla başını kavgacılardan tarafa çevirdi. Ağzı bir karış açık kaldı. Tenos yerde yatıyor, kıvranıyordu. — Hay Allahım!. Diye bağırdı. Göz açıp kapayana kadar birini haklayıverdi. Ama bu nasıl olur? Yani… Beriki bir kahkahadan sonra cevap verdi: — Öbürü de gitti gider dostum… Altınlarınla birlikte!. Dişlerini gıcırdattı: SAHİPSİZ SALTANAT 13 — Görürüz.

— Hah! Az daha delikanlıyı biçiyordu, vay namussuz… Gerçekten altın saplı kılıcın sahibi az kalsın göbeği deldiriyordu. Bir gaflet ettiğini aşılamıştı. Karşısındakini küçümsemek doğru değildi. İyi kılıç kullanıyordu. Dişlerini sıktı. Bir adım daha öne çıktı: — Kolla!. Diye bağırdı. Altın saplı kılıcını hızla indirdi. Kabadayı süratle yana sıçrayarak hamleyi savuşturmayı becerdi. — Sıra bende… Diye böğürerek atıldı. Kılıcım süratle salladı. Delikanlı kolunu kaldırdı. Kılıca karşı kılıç çıkardı. İki çelik kıvılcımlar saçarak çarpıştı. Delikanlı iyi bildiği bir numarayı tam tatbik edecek fırsat olduğunu düşündü.

Kılıcını daire şeklinde çevirmeye başladı. Karşısındaki muvazenesini kaybetti. Hayatında görmediği, bilmediği bu kılıç oyunu karşısında afalladı. Gerilemek istedi, fakat beceremedi. Artık kılıcına hâkim olamadı, elinden fırladı, döne döne yere çarptı. Delikanlı kendi kılıcını çarçabuk kınına soktu. Başını bile çevirmeden: -j- Defol, diye bağırdı. Gözüm görmesin, Binka ardına bakmadan sür’atle dövüş yerini terkettî. Bahsi kazanan Bizanslının ağzı kulaklarına varıyordu. Elini Dimitri’ye uzattı: — Ver bakalım paralan Dimitri. Hah şöyle, hay di meyhaneye, içkiler benden. Ama dur, önce şu delikanlıyı tebrik edeyim. Tıpkı Osmanlılar gibi kıkç kullanıyor. 14 SAHİPSİZ SALTANAT SAHİPSİZ SALTANAT 15 Rumlardan biri bu sözü duyunca kahkahalar arasında: — Osmanlıların forsunu Timur alaşağı etti dostum, dedi. Artık Osmanoğlu bir efsanedir.

Bahsi kazanan şöyle cevap verdi: — İşit de inanma, arslan kafese girmekle arslan-lıktan çıkmaz. Bakma şimdi dağıldıklarına, yakında toparlanıp canımıza okumazlarsa… — Kuruntu yapıyorsun. — Bahse girer misin?. — Elbette. — On altın, uçlan Dimitri’ye… — Peşin mi?. — Ne sandın. Türkler pek yakın zamanda toparlanıp eski kudretlerine ulaşmazlarsa bana yuf olsun ve de on altınım helâl olsun. Öbürü üstelemedi. Peşin peşin kazanacağını da bilse on altın koyamazdı bahse. Kaybetme ihtimali de vardı üstelik. Türklerin işi belli olmuyordu ki. Vakıa Bayazıt esarette ölmüştü ve oğulları taht kavgalarıyla yıpranıyorlardı ama adam sen de!. Türk’tüler ne de olsa… Kumarbazın dediği gibi, arsltm kafese girmekle arslanlığmı yitirmezdi. Omuzlarını silkerek meyhaneye yürüdü. Bahsi kazanan Bizanslı delikanlının yanma varmıştı.

Keyfinden gülüyordu: — Bravo doğrusu, dedi. Tebrik ederim dostum, harikulade güzel kılıç kullanıyorsunuz. Önünüzde-kiler Bizans’ın en meşhur iki çapulcusu kabadayıs-idi. Biri galiba göçtü dünyadan. Öbürü de artık dikiş tuttusamaz, rezil oldu. Kırk yıllık dost gibi koluna girdi: — Gel meyhaneye, şerefe içelim. Delikanlı uykudan uyanır gibi silkindi. Koluna girmiş olan adama anlamaz gözlerle baktı. Bir^manâ veremedi. Bizanslıların bu yılışık hareketlerinden bıkmış, usanmıştı: — Ne istiyorsun?. Kumarbaz titrediğini hissetti. Bu ses nasıl sesti? İnsanın iliklerini donduruyordu. — Şey… Davetlim olmaz mısınız Kiryos?. (Bay). — Niçin?.

Gülmeye çalıştı: — Niçin mi? Bana beş altın kazandırdınız. Sizin üstünüze oynadım. Kaybetmeyeceğimden emindim. Öyle güzel başlamıştınız ki dövüşe, Türkler gibi… Delikanlının kartal burnu açılıp kapandı. Kara gözlerinde şimşekler çaktı: — Pekâlâ, dedi. Gidelim bakalım. Kumarbaz durmadan konuşuyordu: — Adım Petro. Biliyorum Rum ismi değil ama, ne yaparsın ki baba yadigârı. Benim babam bir parça kafadan kontakmış. İlle de oğluma kimsede olmayan bir isim vereceğim diye tutturmuş. Ne demişler -se kâr etmemiş. Kalmış bu isim üstümde. Adam sen de. Alıştım gitti. İlk duyanların tuhafına gidiyor Olsun, duyanlardan bana ne? Ben kendime bakarım.

Delikanlı hiç konuşmuyor, sadece dinliyordu. Aslında aklı başka yerlerde idi. Millerce uzakta dolaşıyordu. Millerce uzaklık., taaa Semerkant, Bursa, Edirne, Konya, Amasya… — Buyurunuz Kiryos. Delikanlı başını çevirdi: — Efendim?. — İçeri girelim. Pavlos’un meyhanesi dillere destandır. Hoş, bilmemenize imkân yok ya, gevezeliğimI 16 SAHİPSİZ SALTANAT den anlatıyorum işte, methe alışmışım bir kere. Nereye oturmak istersiniz? Delikanlı cevap vermeden en yakın masaya oturdu. Gözlerini etrafta ilgisizce dolaştırdı. Herkes ona bakıyordu. Fısıldaşmalardan kendinden bahsedildiğini anladı. İçi alev alev yanan gözleri bir süre etrafı taradı. Tanıdık bir simaya rastlayamadı.

Zaten rastlaması da imkân dışıydı. Bizansta kimseyi tanımıyordu. Se-merkant’tan yeni gelmişti daha. Cebinde bir kuruş bile yoktu. Böyleyken soymaya kalkmışlardı. Kılıcını alacaklardı. Babasından kalan tek hatıraydı… İnce dudakları gerildi. Eli gayri ihtiyari altın kabzaya gitti. Petro korkuyla baktı. Acaba niyeti ne idi delikanlının? Başını uçurmaya mı karar vermişti. Dı-şarda yaraladığı adam daha can çekişiyordu. — Kiryos canınız mı sıkılıyor?. Kartal burunlu delikanlıya bu soruyu ne güçlüklerle, kaç defa yutkunduktan sonra sorduğunu bir kendisi biliyordu. Dili damağına yapışmıştı. Delikanlının elini çektiğini görünce derin bir nefes aldı.

Masalara şarap taşıyan onbeş yaşlarında bir oğlana seslendi : — Hey küçük Niko, getir bakalım iki desti do-, lusu şarap. En nefisinden. Sonra herkese birer kupa ver, ben ısmarlıyorum. Bir alkış tufanı koptu: — Yaşasın cömert dostumuz, diye bağrışanlar oldu. Delikanlı başını Petro’nun kulağına yaklaştırdı. Ancak onun duyabileceği kadar hafif bir sesle fısıldadı: — Ben süt istiyorum. Petro afalladı, yanlış duyduğunu zannetti: SAHİPSİZ SALTANAT 17 — Anlayamadım?. — Anlaman için gırtlağını sıkmamı mı bekliyor sun? Süt istiyorum dedim. — Baa… başüstüne. Şaşkınlıktan gözleri yuvalarından uğramıştı. O haliyle tekrar çocuğa seslendi: — Niko bir desti de süt getir buraya. Kahkahalar birden kesildi, alkışlar, bağrışmalar durdu. Herkes birbirine baktı. Yanlış duyup duymadıklarını anlamak için fısıldattılar. Sonra müstehzi bakışlarını delikanlıya çevirdiler.

Bizans’ta bir yiğidin şarap içmemesi kadar ayıp sayılan başka bir şey yoktu. Ahlâksızlığın her türlüsünün ahlâk yerine geçtiği toplumda şarap içmemek belki de tek ayıp sayılırdı. Asıl büyük ayıplaım yok oluşundan sonra, Bizanslılar ille de bir ayıp mef humu bulmanın endişesiyle buna sarılmışlardı. Ne olursa olsun iki kişiyi gözlerinin önünde tepeleyen bir silâhşoru alaya alma ihtiyacını duyuyor lardı, ama teşebbüsten korkuyorlardı. Altın saplı kılıcın nasıl işlediğini görenler, sarhoşluktan ayılıp gör meye fırsat bulamayanlara anlatmışlardı. Bir müddet ses çıkarmadan seyrettiler. Masaya koca bir desti sütün geldiğini gördüler. Kartal burunlu, çelik bakışlı, uzun boylu delikanlının iki eliyle destiyi kavrayıp basma diktiği ana kadar sabrettiler. Önce köşeden bir ses geldi: — Mööö… Adam kendini tutamamış, herhalde fazla sarhoşluğundan olacak inek gibi böğürmüştü. Bu ses, herkesin korkusundan tutmak zorunda kaldığı kahkahaların boşalmasına sebep oldu. F: 2 18 SAHjPSİZ SALTANAT Delikanlı yavaş yavaş destiyi dudaklarından ayırdı. Ne olacağını tahmin ettiği için, korkuyla kendisine bakan Petro’ya hiçbir şey olmamış gibi sordu: — Sor bakalım, kim o inek?. Petro sarardı. Kendisine inek denen adam sarhoş da olsa İmparator muhafızı Varenklerin kumandanı Kiryos Mihaliç’ti. Yanında da altı adamı bulunuyordu.

Ona böyle bir sual yöneltmek, başta kendisi olmak üzere en azından on kellenin omuzlardan yuvarlanması demekti. Adamın hiç şakası yoktu. Geçen gün tesadüfen ayağına bastı diye bir sarhoşu temizlemişti. Üstelik İmparator onu koruyordu. Öldür-sen belâ, ölsen… Velhasıl baş belâsının ta kendisi idi. — Sor dedim, kim o böğüren inek?. Varenklerin kumandanı, hayli yüksek perdeden söylenmiş bu sözleri duydu. Ayağa kalktı. Yalpal&ya yalpalaya delikanlının masasına yaklaştı. Bir müddet durdu. Kanlı gözlerle iki adamı da süzdü. Sonra iki elini masaya dayadı. Leş gibi kokan nefesi kartal burunlu delikanlıyı yalayarak geçti. Yüzünü eksilmesine sebep oldu: — Kime inek dedin delikanlı?. Genç adam hiç istifini bozmamıştı.

Oturma tarzını aynen muhafaza ediyordu. Dudaklarında tuhaf bir gülümseme dolaştı: — Şehrinize daha bu sabah geldim, dedi. İkidir canıma kastediyorsunuz. Sarhoş kumandan dudaklarını yaydı. Gevrek bir kahkaha etti: — Bazı canlar vardır, taşımaya değmez. — Sizin gibi düşünen iki serseriden biri dışarda yatıyor. Hâlâ kaldınlmamışsa izahat alabilirsiniz. Kumandanın yumruğu masaya hızla indi. DesSAHİPSİZ SALTANAT 19 tilerden biri sekerek devrildi. Petro’nun üstüne döküldü. Güzelim sırmalı elbiseleri berbat oldu. Varenkler yerlerinden kalkarak masanın etrafını aldılar. Kumandan bunu gördükten sonra sesini daha beter yükseltti: — Bana hem inek dedin, hem serseri. Dolayısıyla İmparator hazretlerine hakaret etmiş sayılırsın. Seni Anemas Zindanına kapamak üzere tevkif ediyorum.

Pis canını almakla elimi kana bulamayacağım. Petro’yu yakasından tutup ayağa kaldırdı: — Toz ol buradan aptal! Bir daha arkadaş seçerken dikkat et, yoksa başın benimle belâya girebilir. Petro saygıyla eğildi. Tek kelime etmeden kapıya yürüdü. Kumandan Mihaliç gözleriyle Petro’yu takip etti. Çıktığını gördükten sonra adamlarına döndü, delikanlıyı işaret etti: — Şu adamı yakalayınız. Varenkler daha harekete geçmeye fırsat bulamadan kartal burunlu adamın hızla ayağa fırladığı görüldü. Eli kılıcında, duvara kadar geriledi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir