Abdülhak Şinasi Hisar – Geçmiş Zaman Edipleri

Abdülhak Şinasi Hisar’ın vefatından önce yayınladığı Yahya Kemal’e Vedd (1959) ile Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı (1963) adlı eserlerinin baş kısımlarında, yazarın eserleri listesi verilirken ilkinde “yakında basılacağı”, diğerinde de “yakında neşir olunacağı” belirtilen yeni bir eserinden söz ediliyor. Hisar’ın Geçmiş Zaman Edipleri adını taşıyan bu eseri, ne yazık ki kendi sağlığında yayınıanma imkanı bulamadı. O yıllarda Hisar’ın eserlerini topluca yayınlayan Hilmi Kitabevi bu işi gerçekleştirmediği gibi, 1966’da aynı eserlerin yayın hakkını elde eden Yaşar Nabi de maalesef başarılı olamadı. Bunun her halde bir sebebi bulunmalıdır diye düşünüyoruz. Bu da olsa olsa Hisar’ın, vefatı sonrasında, böyle hazırlanmış bir dosya bırakmamış olmasıdır. Nitekim Hisar’ın vefatının ardından terekesi sokaklara saçılmış, parça parça yazıları, evrakları da kapanın elinde kalmıştır. İşte bu evrakların, yazıların peşine düşenler, şimdiye kadar Hisar’ın böyle bir eserine maalesef ulaşamadılar. Dolayısıyla Hisar’a ve sanatına büyük saygı besleyen, onu yeni yeni eserler noktasında teşvik edip duran Hilmi Kitabevi’nin, böyle bir eserin peşine düşmemesi düşünülemez. Kaldı ki yayınevinin, “yakında basılacağını” kendisinin duyurcluğu bir eserin peşine düşmemesi nasıl mümkün olabilir? Aynı husus Varlık dergisi ve yayınevi sahibi Yaşar Nabi için de geçerlidir. Nitekim bir yandan Hilmi Kitabevi’nin içine düş7 tüğü ekonomik rnüzayakayı, diğer yandan da Varlık camiasının Abdülhak Şinasi’ye karşı duyduğu kadirşinaslığı hatırdan çıkarmayan Yaşa Nabi, Hisar’rn eserlerini çağdaş baskı tekniklerine uygun şekilde yeniden basmak istemiş, bunun için de Hisar’rn varisieri ile yepyeni bir sözleşme irnzalarnıştı. İşte bu sözleşmenin ardından Yaşar Nabi, ilki Fahim Bey ve Biz olmak üzere Hisar’rn bütün eselerini yayınlama yoluna gitrnişti. Bu açıdan Yaşar Nabi’nin, Hisar’ın şahsına ve sanatına karşı duyduğu yüksek takdir hislerini tanırnak bakımından, dizinin ilk kitabı Fahim Bey ve Biz’in başına koyduğu uzun, rnufassal “giriş/sunuş” rnetnini okumak lazımdır. İşte oradan öğreniyoruz, Abdülhak Şinasi Hisar ile Yaşar N abi arasındaki dostluğun derinliğini. Ta Varlık dergisinin ilk çıktığı tarihe kadar uzanan bir dostluk.


Hatta daha da gerilerde, Yedi Meşale döneminde Yaşar Nabi ve Ziya Osman Saba’ya, Hisar’ın doğrudan destek ve arkalarnaları. Nitekim Varlık çıktığında, dergide en çok yazan ve en düzenli yazan Abdülhak Şinasi’den başkası değildir. Bu yakınlığı tanımak, derinleştirrnek bakımından, bu açıklamalar bile belki yeterli olmayabilir. Bir de ikisi arasında 1928’den beri sürüp gelen mektuplaşmalar vardır. İşte o rnektuplaşrnalardan öğreniyoruz Abdülhak Şinasi’nin Varlık’a olan destek ve bağlılığını. Dergiye yazı ternin etmeye, çeşitli şair ve yazarları dergiye transfere, özellikle de İstanbul ve Ankara’daki iş çevrelerinden, bankalardan Varlık’a reklam terninine dönük gayretlerini. Hele bir de bunlara Boğaziçi YaZıları, Geçmiş Zaman Köşkleri ve Boğaziçi Mehtapları’nı teşkil eden rnetinlerin peyderpey ya da tefrika halinde Varlık’ta yayınlandığını eklerseniz, ne dernek istediğimiz daha iyi anlaşılır diye düşünüyoruz. Hal böyle olunca Yaşar Nabi gibi birinin, Abdülhak Şinasi Hisar’rn yayınlanacağı duyurulan, fakat yayınlanarnayan böyle bir eserinin peşine düşmemesi mümkün olabilir mi? Ancak görünen odur ki Yaşar Nabi, Hisar’ın sağlığında yayınladığı eserlerin hemen bütününü neşrediyor, fakat çıkacağı duyurulan ve beklenen eseri Geçmiş Zaman Edipleri’ne sıra gelince, maalesef ondan da bir ses çıkmıyor. İşte biz bu olumsuz sonucu, vefatının ardından Hisar’a karşı sergilenen umumi bir lakaydi ile, urnursarnazlıkla izah 8 etmiyoruz. Tam tersine, büyük nesir ustasının terekesinden çıkan evraklar arasında düzenlenmiş, yayma hazır hale getirilmiş bir dosyanın mevcut olmaması ihtimali ile izah ediyoruz. Ya da geçen yıllar arasında peyderpey yayınlanmış bu portre ve hatıra metinlerinin, cahil ve fırsatçı sınıfların dikkatsizliği sonucu, oraya buraya savrulup dağılmasına bağlıyoruz. Fakat siz neye sayarsanız sayın: İster o eski metinler bir dosya olarak düzenlenınemiş bulunsun, isterse de yazılar, hazırlanmış dosyalardan sağa-sola savrulup saçılmış bulunsun … Zira netice meydanda! Tesbihin dizildiği ibrişim ip kopmuş, ya da zihinde diziimiş hazır bekleyen yazıların insicamı ve ahengi bozulur gibi birşey olmuş. Geriye kalan da, farklı farklı tarihlerde kaleme alınmış sayısız yazı ve not! Kimi eleştiri, kimi biyografik hatıra, kimisi de Boğaziçi hatıralarına dayalı sayısız deneme. Dolayısıyla bunları kim tasnif eder, nasıl tasnif eder, boşlukları nasıl doldurulur? Özellikle de yazarın tasavvur ettiği gibi bir tasnif ve kurgulama nasıl mümkün olabilir? Bir de Hisar’m evrak-ı metrukesinin çuvallar halinde oraya buraya, Sahaflar’a dağıldığı düşünülecek olursa, meselenin güçlüğü daha iyi anlaşılır sanıyoruz. Kayıp Kitabın İzleri Fakat ne olursa olsun, Abdülhak Şinasi Hisar gibi bir nesir ustasının, edebiyatçılarımız hakkındaki hatıralarının boşlukta kalmaması, peşine düşülmesi, ayrıca yeniden düşünülmesi de gerekirdi. İşte elinizin altındaki eser, böyle bir çalışmanın sonunda ortaya çıkmış bulunuyor.

Tabii ki bu çalışmanın, Hisar’ın tasavvur ettiği eserin aynısı olması beklenemez. Geçmiş Zaman Edipleri’ne Hisar hangi yazılarını alır, kime veya kimlere dair hatıralarını koyardı? Ayrıca bunları nasıl bir sıraya sokardı, doğrusu bunu tahmin bir hayli güç. Fakat şu var ki Hisar’ın yazılarının bibliyografyası bilinir, o yazıların hangilerinin deneme ve eleştiri, hangilerinin hatıra/ portre metinleri olduğu iyi tayin edilirse, önümüzün biraz olsun aydınlanması mümkündür. Ancak bu da yetmeyebilir. Bunun ötesinde yazarın, yazı ve düşünce hayatına ilişkin ayrıntılara da 9 vakıf olmak icap eder. Mesela kendi sağlığında dostlarına yazdığı mektuplarda, özel hatıralarında, bu esere dönük atıflada karşılaşmak mümkün olmaz mı? Nitekim hadiseye böyle yaklaşınca, bazı eserlerin kaderinin ne kadar derinlere kök saldığını fark ederiz. Yani sanatçı bir eser tasavvur ediyor, yıllar boyu onu kendi ruhunda besleyip büyütüyor. Bazı bölümlerini yazıyor, bazı bölümlerini de boşluğa bırakıyor, ya da gelecek zamanlara doğru tehir edip duruyor. İşte Geçmiş Zaman Edipleri de aynen böyle bir eser. Yazımı çeşitli sebeplerle uzun tarihlere yayılmış, parça parça yazılmış bir eser. Nitekim 1959 veya 1963’te yayınlanması düşünülen eserin kökleri, bakın nerelere uzanıyor? Abdülhak Şinasi Hisar 1931’de, dönemin Milliyet’inde haftalık deneme ve eleştiri yazıları yayınlıyor. Bu yazılar ilgi ile de takip ediliyor. Faruk Nafiz, Hikmet Feridun, Halit Ziya, Cevdet Kudret, Yaşar Nabi, Nurullah Ataç, Necip Fazıl, Peyarnİ Safa, Tanpınar vs. Yani dönemin edebiyat ve sanat çevreleri Hisar’ı yakından takip diyor. Yazıları gündem oluşturuyor, takdir görüyor, hakkında da çeşitli değerlendirmeler yapılıyor.

İşte o sıralarda dağılmış Yedi Meşale’ciler, Hisar’la yakın temas içindedirler. Hem onunla sık sık buluşuyor, uzakta oldukları takdirde de mektuplaşıyorlar. Nitekim onlardan biri de, Yaşar Nabi’nin yanı sıra, Cevdet Kudret’tir. Meğer Cevdet Kudret, Hisar’ın kendine yolladığı mektuplardan bir haylisini muhafaza etmemiş mi? İşte o mektupların birinde Hisar Milliyet’teki yazılarını kestiğini, bundan böyle Hakimiyet-i Milliye’de yazmaya başiayacağını söylüyor. Fakat bir şey daha söylüyor Cevdet Kudret’e. Hakimiyet-i Milliye’de, Milliyet’teki gibi çok değişik konuları değil de, edebi portreler yazmayı düşündüğünü vurguluyor: “Niyetim böyle hatıralara müstenit otuz kadar portre yazmaktır. Sonra bunları bir ciltte toplamak istiyorum.” (4 Ağustos 1931) İşte Hisar’ın Cevdet Kudret’e yazdığı bu mektup, ilgili eser için bize bir hareket noktası teşkil ediyor. Buradan öğreniyoruz ki o, bundan böyle hatıralarının içinden çekip çıkardığı edebi portreler kaleme alacak, bunların sayısı otuzu bulacak, ayrıca bir cilt içinde toplayarak kitaba da dönüştürecek… Dolayısıyla Hakimiyet-i Milliye’deki hatıra/portre denemelerinin bu açıdan lO izlenmesi gerekirdi. Nitekim Hakimiyet-i Milliye’de çıkan yazılarda bir şey daha dikkatimizi çekiyor. O da dönem yazıları için kullandığı genel “köşe başlığı”dır: Yani onları okuyucularına, Ediplerimize Dair Hatıralar biçiminde sunuyor. İşte Hisar’ın 1930’larda kullandığı bu adın, yıllar içinde evrile çevrile şekil değiştirdiği, nihayetinde de Geçmiş Zaman Edipleri biçimine dönüştüğü kolayca anlaşılabiliyor. Kimlerin portresini yazıyor? Dolayısıyla bu noktadan kademe kademe ilerleyerek, ilgili kitabın içeriğini tayin edemez miyiz? Mesela Hakimiyet-i Milliye’de, Ediplerimize Dair Hatıralar başlığı altında kimleri yazmıştır gibi! Nigar Hanım, Şehabeddin Süleyman, Halit Raşit, Tunalı Hilmi, Saffeti Ziya, Tevfik Pikret (iki yazı), Ziya Gökalp, Abdullah Zühdü’yle ilgili hatıralar bu arada zikredilebilir. Fakat takdir edersiniz ki bunlar sayıca pek azdır. Ama o dönemde, aynı mahiyette başka yazılarının bulunduğunu da unutmamak gerekir.

İşte Muhit’te yazdığı Süleyman Nazif, Ahmet Mithat, Halil Halit ve iki yazı halinde kaleme aldığı Hamdullah Suphi metinleri gibi! Dolayısıyla Hakimiyet-i Milliye’de çıkan hatıra/ portrelere Muhit’te çıkanlar da eklenince, sayı otomatik olarak yükselecek demektir. Fakat 1933’de Varlık çıkmaya başlayınca, Hisar’ın bütün ağırlığını bu dergiye verdiği görülür. Artık arda burda yazdığı yazıları kesmiş, bütün yazılarını Varlık’ta yayınlamaya başlamıştır. Bu bakımdan Varlık’ta Boğaziçi Yalıları ile Geçmiş Zaman Köşkleri’ni teşkil eden yazılarını yayınlarken, öbür yandan da deneme ve eleştirilerini, hatıra/portrelerini sürdürdüğü görülür. Nitekim Süleyman Nazif, Ahmet Haşim, Celal Sahir, Nigar Hanım ve Cenab Şehabeddin’e dönük hatıralarını bu dönemde yazar ve yayınlar. Sonradan sonraya araya uzun bir fasıla girer. Çünkü Hisar, 1940 öncesinde, daha farklı konular üzerinde yoğunlaşmaya başlar. O da kendisi için yeni bir edebi tür, yani roman konusudur. 1941’de Hakimiyet-i Milliye’de tefrika edilmeye başlanan ll Fahim Bey ve Biz’in o arada yazıldığını, onun ardından da Boğaziçi Mehtapları ile Çamlıcadaki Eniştemiz romanına eğildiğini belirtmemiz gerekir. Dolayısıyla Hisar bu döneminde, parça parça yazdığı deneme ve eleştirileri gibi, hatıra portrelere de ara vermiş gözükmektedir. Bilahare Hisar’ın 1950 ortalarında, Hamdullah Suphi’nin ısran ile, Türk Yurdu dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendiğini görüyoruz. Üç yıl süren görevi sırasında Türk Yurdu’nda çoğu aylar ikişer, üçer yazı kaleme alır. Bir yandan kitap kritikleri yapar, diğer yandan da birbirinden bağımsız seyreden “Türk Ocağı Hatıraları” ile, sözünü ettiğimiz hatıra portreleri sürdürür. İşte orada yazdığı hatıra portrelerin, öncekilere göre daha geniş ve daha derinlikli olduğunu görüyoruz. Hem kendisi yaşını-başını almış, zevkleri durulmuş, hem de sayfalar kendisine açıldıkça açılmıştır.

Dolayısıyla Türk Yurdu’nda yayınladığı portreler, öncekilere göre daha geniş tutulmuş metinlerdir denebilir. Nitekim Halit Ziya, Nigar Binti Osman, Ahmet Hikmet, tarihçi Abdurrahman Şeref’le ilgili hatıraları ikişer sayı devam etmişlerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir