David Harvey – Postmodernliğin Durumu

Bilgi ağacının meyvesini tatmış olan bir çağın kaderi, ( … ) hayat ve evren konusundaki genel görüşlerin asla artan ampirik bilginin ürünü olamayacağını ve bizi en büyük heyecanla harekete geçiren en yüksek idealleri n, ancak, bizimkiler bizce ne kadar kutsalsa başkaları için o kadar kutsal olan başka ideallerle mücadele içinde biçimleneceğini kabul etmek zorunda kalmasıdır. MaxWeber ı Giriş Jonathan Raban’ın Soft City (Yumuşak Kent) adlı kitabı, 1 970’li yılların başlarında Londra’nın hayatını yazarının kişisel bakışına oldukça ağırlık veren bir biçimde anlatıyordu. 1 974’te yayınlanan kitap zamanında epeyce övgü almıştı. Ama beni burada bir tarihsel dönüm noktasının simgesi olarak ilgilendiriyor: kitap, kentsel yaşamın sorunlarının hem popüler, hem de akademik çevrelerde ele alınışında belirli bir değişimin sezilebildiği bir anda yazılmıştı. Daha sonra kentsel yaşamı betimlemede yaygın olarak kullanılan “gentrification”* ve “yuppie” gibi terimleri üretecek olan yeni tür bir söylemin habercisiydi. Yazılış tarihi aynı zamanda düşünsel ve kültürel tarihin, “postmodernizm” olarak anılan bir şeyin, modemlik karşıtlığı biçimindeki kozasından çıkarak kendi ayakları üzerinde duran bir kültürel estetik haline geldiği bir noktasına denk düşüyordu. 1 960’1ı yıllarda kentsel yaşam üzerine eleştirel ve muhalif yazının büyük bölümünden (burada aklıma en başta The Deaılı and Life ofGreat Anıerican Cities [Büyük Amerikan Kentlerinin Ölümü ve Yaşamı] başlıklı kitabı 1 961 ‘de yayınlanan Jane Jacobs’ın yanı sıra Theodore Roszak geliyor) farklı olarak, Raban daha önceki birçok yazarın bir eksiklik olarak hissettiği şeyi bir mevcudiyet, hatta hayat dolu bir mevcudiyet olarak betimler. Kentin, maddi malların kitlesel üretimi ve tüketimine dönük rasyonelleştirilmiş ve otomatize olmuş bir sisteme kurban edilmekte olduğu tezine, Raban kentin esas olarak göstergelerin ve imgelerin üretimiyle belirlendiğini ileri sürerek cevap veriyordu. Kentin meslek ve sınıfa göre katı biçimde katmaniaşmış olduğunu savunan tezi reddediyor, bunun yerine, toplumsal ayırımların, temelde, sahip olunan * Kentin çökmüş semtlerindeki evlerin, özellikle orta gelirli profesyonellerce alınıp yenilenmesi; böylece mülkierin değeri artarken düşük gelirli ailelerin yerlerinden edilmesi. (ç.n.) 16 MODER NİTE DEN POSTMODER N ITEYE G EÇİŞ Resim 1. 1 (üstte) 1920’/i yıllarda Lr Corbusirr’nin Paris Düşü vr (altta) Nrw York’ ta Stuyvrsant Town ‘m tamamlanmıf tasanmı. GIRIŞ 17 nesneler ve görünümler tarafından belidendiği yaygın bir bireycilik ve girişimcilik ortamından söz ediyordu. Rasyonel planlamanın varsayılan hakimiyetine karşıt olarak (bkz.


Resim 1.1 ), Raban kenti, her türlü hiyerarşi duygusunun, hatta değer türdeşliğinin çözülmekle olduğu bir “ansiklopedi” ya da “üslupların pazaryeri” olarak resmediyordu. Kentli insan, birçok sosyaloğun varsaydığının aksi ne, hesapçı bir rasyonaliteye takmış biri değildi . Kent daha çok bireylerin çeşitli roller aynarken kendilerine özgü büyülerini de yaptıkları bir dizi sahneye benzetilebilirdi. Kenti yitirilmiş ama özlenen bir topluluk olarak algılayan ideolojiye, Raban başka bir imgeyle cevap veriyordu: kent, öylesine çeşitli amaçlara dönük, öylesine farklı toplumsal etkileşim ağlarıyla örülmüş bir Iabirentti ki “bir ansiklopedi, birbirleriyle ilişkisiz, hiçbir belirleyici, rasyonel ya da ekonomik plana bağlı olmayan renkli birtakım maddelerin birbirlerine eklendiği deli saçması bir karalama defteri haline gelir.” Her ne kadar, kentin bu imgesinin, Londra’ya yeni gelmiş serbest meslek sahibi bir genç insanın sorunları algılayışının özgül bir ürünü olduğunu göstermek bence kolay olsa da, buradaki amacım Raban’ın çizdiği resmi eleştirrnek değil. Üzerinde durmak istediğim konu, böyle bir yorumun nasıl bu kadar güvenle ileri sürülebildiği ve bu kadar olumlu bir kabul gördüğü. Yumuşak Kent’te ele alınan bazı şeyler var ki, bunları yakından incelemek gerekiyor. Her şeyden önce, kitap, kentin planlamacıların, bürokratların ve şirket yöneticilerinin totalitarizmine kurban verilmekte olduğundan kaygılananları epeyce rahatlatıyordu. Raban kentin hiçbir zaman böylesine disiplin altına alınamayacak kadar karmaşık bir yer olduğu konusunda ısrarlıdır. Labirent, ansiklopedi, pazaryeri, tiyatro: kent, gerçek ve düşgücünün kaynaşmak zorunda olduğu bir mekandır. Raban aynı zamanda 1 960’1ı yılların toplumsal hareketlerinin kolektivist dilinin yeraltına itmiş olduğu öznel bireycilik kavramiarına da hiç çekinmeksizin başvuruyordu. Sonuç olarak kent, insanların istedikleri gibi davranma ve istedikleri gibi olma konusunda göreli olarak özgür oldukları bir alandı. “Kişisel kimlik,” diyordu Raban, iradenin ve düşgücünün uygulanması açısından “yumuşak, esnek, sonsuzcasına açık hale gelmiştir”: Ister beğenin, ister beğenmeyin, kent sizi kendisini yeniden yaratmaya, içinde yaşayabileceğiniz bir kalıba dökmeye davet eder. Kendinizi de.

Kim olduğunuza bir karar verin, kent çevrenizde yine sabit bir biçim alacaktır. Onun ne olduğuna bir karar verin, bir nirengi noktasına göre çizilmiş bir harita gibi, sizin kimliğiniz ortaya çıkacaktır. Köylerden ve kUçük kasabalardan farklı olarak, yoğrulabilir olmak kentlerin doğasından gelir. Onları kendi hakkımızdaki 18 MODERNITEDEN POSTMODERNITEYE GEÇIŞ fikirlerimizle yoğururuz; biz onlara kendi kişisel biçimimizi dayattığımızda gösterdikleri dirençle onlar da bu kez bizi biçimlendirirler. Bu anlamda, bana öyle geliyor ki, kentte yaşamak bir sanattır. Kentsel yaşamın sürekli yaratıcı oyununda insan ile madde arasındaki özel ilişkiyi betimlemek için de sanatın, üslubun sözlüğüne ihtiyaç vardır. Hayal ettiğimiz biçimiyle kent, yanılsamalann, efsanelerin, özlemlerin, karabasaniann yumuşak kenti, haritalarda ve istatistiklerde, kentsel sosyoloji, demografi ve mimari monografilerinde varolan katı kent kadar, hatta belki daha da fazla, gerçektir. (ss. 9-1 0) Bu anlamda olumlu bir tablo çizmekle birlikte, Raban kentsel yaşamın her bakımdan iyi gittiğini de söylemiyordu. Birçok insan labirentte yolunu kaybediyordu; kendimizi olduğu kadar birbirimizi de yitirmek pek kolaydı. Öte yandan, çeşitli roller oynama olanağında özgürleştirici bir şeyler olabilirdi ama insana derin bir kaygı ve huzursuzluk veren bir şeyler de vardı. Bütün bunların gerisinde, açıklanamaz bir şiddetin bomurtulu tehdidi vardı: toplumsal yaşamın mutlak bir kargaşaya düşmesi yolundaki o hep varlığını hissettiren eğilime kaçınılmaz biçimde eşlik eden bir şeydi bu. Aslında kitap açıklanamaz cinayetler ve kentin rasgele şiddetiyle açılıyordu. Kent bir tiyatro olabilirdi, ama bu, alçakların ve budalaların sokaklarda caka satması ve toplumsal yaşamı traji-komediye, hatta şiddet dolu bir melodrama çevirmesi olanağı demekti aynı zamanda. Özellikle de kodları doğru okumayı beceremezsek.

Her ne kadar “kaçınılmaz olarak yüzeylere ve görünümlere bağımlı olsak” da, bu yüzeylere gereken sempati ve ciddiyetle nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğrenmek her zaman çok kolay değildi. Üstelik bu görev iki kez güçleşiyordu: birincisi, yaratıcı girişimciliğin fantezi ve tebdili kıyafet üretmek işlevine koşulmuş olması dolayısıyla; ikincisi, sürekli değişen kodlar ve modaların ardında tam da bu değişimin bir taraftan sarstığı değer ve anlamiandırma hiyerarşisini diğer taraftan yeni biçimlerde yeniden yaratmaya yönelen bir “zevkler emperyalizmi”nin gizlenmesi dolayısıyla. Sinyaller. üsluplar, hızlı, büyük ölçüde basmakalıplaşmış iletişim sistemleri, büyük kentin damarlannda akan kandır. Ne zaman bu sistemler çökerseyani kentsel yaşamın dilbilgisini kavrayamaz hale gelirsek- şiddet ortaya çıkar. Büyük modern buluşumuz olan kent yumuşaktır, yaşamlann, düşlerin, yorumIann gözkamaştıncı ve uyancı çeşitliliğine açıktır. Ama büyük kentin tam da insan kimliğini özgürleştirici esnek özellikleridir ki, aynı kenti psikoza ve totaliter bir karabasana açık hale getirir. Bu pasajda, Fransız edebiyat eleştirmeni Roland Barthes’ın etkisi öyle az buz değildir; nitekim, Barthes’ın klasik metni Ecriture degre zero’ya (Yazının Sıfır Derecesi) birden fazla olumlu referansla karşıla- GIRIŞ 19 şırız kitap boyunca. Le Corbusier’nin modemisı mimari üslubu (Resim 1.1) Raban’ın çizdiği çerçevede bir günah keçisi haline geldiği ölçüde, kitap, modernisı hareketin büyük kahramanlarından biri ile kısa süre içinde postmodernizmin ana figürlerinden biri haline gelecek olan Barthes gibi biri arasında keskin bir gerilimin yaşandığı bir momenti kayıtlara geçirmiş olur. O momentte yazılmış olan Yumuşak Kent, modernizm karşıtı bir tartışma olarak değil, postmodernisı anın artık gelmiş olduğu yolundaki yaşamsal görüşü ortaya koyan öngörü sahibi bir metin olarak okunmalıdır. Raban’ın uyarıcı betimlemelerini son zamanlarda Cindy Sherman’ın bir fotoğraf sergisini (Resim 1 .2) ziyaret ederken yeniden hatırladım. Görünüşte fotoğraflar çeşitli mesleklerden farklı kadınları gösteriyordu. İnsan ancak bir süre sonra, büyük bir şaşkınlıkla, bunların aynı kadının farklı kılıkiarda çekilmiş fotoğrafları olduğunu fark ediyordu.

O kadının da sanatçının kendisi olduğunu ancak katalogdan öğrenebiliyordunuz. Burada Raban’ın, insan kimliğinin görünüşler ve yüzeylerin yoğrulabilirliğine yaslanan esnekliği konusundaki vurgusuyla paralellik çarpıcıdır; sanatçının, kendi ekseninde dönen bir konum temelinde, kendini konu haline getirmesi de dikkat çekicidir. Cindy Sherman, postmodern harekette en önemli kişiliklerden biri olarak kabul edilir. Öyleyse, bugün hakkında bu kadar çok konuşulan bu postmodernizm nedir? Hayat 1 970’li yıliann başından bu yana, postmodern bir kültür içinde, postmodem bir çağda yaşadığımızı söylemenin anlamlı kabul edilebileceği kadar değişmiş midir? Yoksa, artık alışageldiğimiz gibi, aydın kültüründe yeniden bir trend değişikliği mi belirmiştir? Akademik moda sıradan vatandaşların günlük hayatında en küçük bir kımıldama yaratmaksızın, en ufak bir yankı bulmayan biçimde mi değişmiştir? Raban’ın kitabı, olan bi tenin, Paris’ten ithal edilen en yeni geçici hevesten ya da New York sanat piyasasındaki en yeni gösterişten öteye geçen bir şey olduğunu ima ediyor. Üstelik, bu yenilik, Jencks’in (1984) kaydettiği mimari üsluptaki değişimle de sınırlı değil. (Yine de unutmamak gerekir ki, mimari biçimlerin üretimi sözkonusu olduğunda, aydın kültürünün ilgi odağını günlük yaşama yaklaştırma potansiyeli taşıyan bir alana giriyoruz). Yaklaşık l 970’ten bu yana gerçekten de kentsel yaşamın özelliklerinde temel bazı değişiklikler belirmiştir. Tabii bu değişikliklerin “postmodern” etiketini hak edip etmediği ayrı bir sorun. Bu sorunun cevabı, elbette, epeyce dolaysız bir biçimde, bu etiketten ne anladığımıza bağlı olacaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir