Huseyin Rahmi Gurpinar – Nimetsinas

MEVSİM şubat. Hava hafif lodos. Beşi çeyrek geçe postasını yapmaya hazırlanan (Ferah) vapuru Kadıköyü iskelesinden bağını çözmeye acele eder gibi hafif hafif sallanıyor. Vapurun bacasının tüttüğünü, hele düdüğü öttüğünü, sallandığını uzaktan işiten, gören yolcularda —ha gitti,, gidiyor— gibi bir telâş. Koşan koşana… Bilet kulübesinin önünde hanım, madam, kokona, poliçe… Bey, efendi, mösyö, esnaf, köylü gi-bi çeşitli bir kalabalık… Parmaklarının ucunda kuruş, çeyrek mecidiye geriden, iki üç omuz üzerinden aşılarak deliğe uzatılmış eller… Sözün çeşitlisi. Türkçe, Rumca, Ermenice, Fransızca… Her dilin incesi, kabası, terbiyelisi, terbiyesizi, düzgünü doğrusu, bozuk şivelisi… Her kafadan bir ses: — Biletçi çabuk et. Kaçırıyorum. — Ah burada sıkistim kale! Ne içerde giriyorum, ne disar-da çikiyorum. Ligora bre… Biz oturmadan o kaçacak… — Biletçi hu! ezildim, ayağıma da bastılar… Şu bilet parçalarını alıncaya kadar anamdan emdiğim süt burnumdan gel-di… Çeyreğin üstünü çabuk ver ayol… Bir, ben, bir Mestinaz, bir de Ferhat Ağa… Biletçi — Hanım ben Mestinaz, Ferhat Ağa falan bilmem. İşte alınız çeyreğin üstünü, bu kadar eder. Hanım — (sayarak) A., a., a., niçin? Niçin?.


Niçin? Hani bunun otuz parası? «Haydi çabuk ol biletimi ver!» Yanı başındaki sucu dükkânının camlarını süsleyen resimlere, elvan şekerlere, pastalara, bisküvilere alık alık bakmırken elindeki simidi köpeğe kaptıran çocuğun haykırışı: 8 NİMETŞİNAS — Anne, simidimi hoş-hoş kaptı gidiyor. — Yavrum, bak yarısı yere düşmüş önünde duruyor. Onu oradan al… Şimdi onu da kaparlar… — Bankanın biletleri burada satılıyor… Lotarya piyan-ko… Lotarya piyanko… Lotaryo piyanko.*. Kazanan altı yüz frank alıyor. Haydi çekiliyor… — İdam, Sabah, Tercüman-ı Hakikat, taze havadisler… — Hanımlar, efendiler yürüyelim… Haydi yürüyelim, kuzum yürüyelim… İskele memurunun bu çabuklaştırması üzerine düdük de ötünce bilet kulübesinin önünde biriken halk, parmaklıklı kapıya doğru saldırır. Bu insan sağanağı, o uzun iskelenin üzerinden birbirini iterek koşuşurlar. Onlar çekilip orası aralanır aralanmaz arkadan cimnastik adım yürüyen birkaç yolcu döküntüsü de gelir geçer… İskele memuru düdüğü öttürürken siyah çarşaflı, cücem-si, toparlakça, geçkince, paytak bir hanım ipek peçesini açmış, çarşafının üzerine iğnelemiş, bir elinde çantası, öbüründe şemsiyesi… Biletini de ağzına, dişleri arasına sıkıştırmış… Koşmaya pek elverişli olmayan bacaklarıyle yürümekle yuvarlanmak arasında bir tuhaf yürüyüşle geliyor… Ara sıra kollarını kaldırarak memura anlaşılması imkânsız işaretler ediyor… Biletçi — Haydi Hanım!. Yolcu, ağzındaki bileti uzatıp verdikten sonra: — Aman memur efendi, kaptana işaret et kalkmasın; Has-na Hanım geliyor, koşamaz de!. Acık beklesin… Bilmem benim saat bir türlü bu vapurların saatine uymaz. Ya, yarım saat bu tahta iskelede şu güvercinliğin içinde beklerim. Yahut işte böyle uc ucuna yetişeyim diye koşar koşar terlerim; sonra da vapurda bir âlâ nezleye tutulurum. Memur — Haydi Hanım, söyleneceğine koş… Hanım — Duruyor muyum ayol! İşte koşuyorum. Bu uzun boylu iskele benim adımımla koşmakla biter mi? NİMETŞİNAS Birkaç döküntü daha gelir geçer. Hasna Hanım yine en geride kalır… Memur — Hanım yürü; iskeleyi alıyorlar. — Bundan hızlı nasıl yürüyeyim ayol!.

— Bak yolcular hep seni geçtiler… — Onlar güçlü kuvvetli adamlar… (şemsiyesiyle kaptana işaret ederek) Kuzum oğlum bırakma beni… Oldu olacak… Terledim terleyecek bari yetişeyim… (gelip geçenlere) A! göremedim. Kaptan boruya üfledi mi? Çarklar dönüyor mu? Kuzum, yavrum üfleme daha… Nefesini bir iki saniye tut… Yukarıdan üfler üflemez aşağıdan çarklar nasıl da çarçabuk döner? Ne kuvvetli nefes!. Bütün vapur halkının bakışları, elinde çantası sallanarak, al çoraplı ayaklarında ruganh iskarpinleri parüdayarak söylene söylene yuvar yuvar gelen bu son yolcuya dikildi. İskeleyi almışlardı. Vapur başını açmak üzere manevra yaparken Hasna Hanım geldi, iskelenin kenarında durdu. Ne mümkün içeriye atlamak! Biçare kadın ne yapacağını şaşırıp etrafına bakınmata iken Kaptanın işareti üzerine iki çımacı, Hanımın birer koltuğundan yakalaymca vapura atlatıverdiler. Hasna Hanım yere basar basmaz: — Hoppala işte yetiştim. Kaptan Efendi, artık üfle… (et-raıfna bakmarak) Ayol, kadınlar tarafına nereden gidilecek? Tersim döndü. Bir türlü sağımı solumu bulamıyorum. Çımacı |— Şu merdivenden çık. Yürü. Öteki merdivenden in… Hasna Hanım — A başıma gelenler! Bu, o merdivenli va-‘pur mu? Hep da bunu rastlarım. Bu… Vapura binmek değil ya! Âdeta kira evi gezer gibi bir şey… Merdivenden çık. Salondan geç. Üst kattan bir daha orta kata in… Hasna Hanım, böyle söylene söylene kadınlar tarafını bulur.

Fakat bakar her taraf dolmuş. Oturacak yer yok. Yine söylenerek: 10 NİMETŞİNAS — Lâ havle… Bu kadar yorgunluğun üzerine şimdi de ayakta durmalı!. Kadının biri — A bu kim? Kuyu çıkrığına benziyor. Öbürü — Buna dalkavuk Hasna derler… Öteki — Sahi… İnsan, sözünü işitmeden yüzüne baksa yine gülecek… Daha öteki — Yavaş söyle kardeş, şimdi işitirse lâkırdısı-” nı sakınmaz; bir söz atar, insanı utandırır. Hasna Hanım, kalabalığın içine doğru üç dört adım ilerleyerek, ilişecek bir yer bulmak için etrafına bakınırken karşıdan — Hasna Hanım… Hasna Hanım buraya gel. diye kendine bir el sallandığını görür… O tarafa dikkatle bakarak : — A Fatma’m sen misin? Yer var mı yanında? — Gel gel., buluruz. Hasna Hanım o yöne doğrulur. Fakat geçtiği yere rastlayanlardan kiminin ayağına basar, kiminin kucağına yıkılır, kiminin çarşafını çiğner. Etraftan: — Nasıl şey bu böyle! Koltuk yastığı gibi bir kadın. Yu-varlana yuvarlana gidiyor… şikâyetleri işitilir. Bin güçlükle Fatma Hanım’ın yanmı bulur. Fatma Hanım yanındaki kadınları sıkıştırarak Hasna’ya güç-ı lükle bir yer açar… Hasna oturduktan sonra biraz yorgunluk çıkarmak için başını Fatma Hanım’m omuzuna dayayarak: — Aman kardeş Fatma bittim… Bak şurada aptes ibriği kıyafetli bir karı var. İşte o bana: «kuyu çıkrığı» dedi.

Öteki hamam anası tuvaletli karı da: «dalkavuk» adını taktı. Koltuk i yastığı, daha hangisini söyleyeyim? — Sen o terbiyesizlere bakma Hasna Hanım… — Bakmadım a… Onlara söz mü bulamazdım?. Lâkin onr larla yarışmaya tenezzül etmem. Nereye Fatma’m böyle?. — Lâleli’ye, Didar Hanımefendi’ye… NİMETŞİNAS 11 Deme Allahı seversen… Ne iyi tesadüf bu… A siz de mi oraya? Öyle ya… Birlikte çıkarız… Olur… * Hasna Hanım’ı çağırarak yer bulan Fatma Hanım’ın yanında biri yaşlıca, öbürü taze iki kadın arkadaşı vardı. Tazesinin, kendine çevrilen bakışları büyüleyecek çekici bir güzelliği, alımı vardı. Peçesini açmış, çarşafının siyahlığıyle karşıt-laşan yüzünün güzelliği bütün bütün artmış; çenesini sağ bileğine dayamış uzun süren bir üzgünlükle denize bakıyordu. Etrafında edilen sözlerden, tuhaflıklardan, gürültülerden büsbütün habersiz denecek kadar dalgın görünüyordu. O yakınlarda çok ağladığı gözlerinin kızartısından belli idi. Şimdi de ara sıra mendilini çıkarıp nazlı bir tutuşla göz yaşlarını üzgün üzgün içiriyordu… Hasna Hanım, güzellikle üzüntünün kaynaşmasından melekler gibi bir tatlılığa bürünmüş bu güzel kızın yüzünü bir süre uzun uzun gözden geçirdikten sonra: — Bu güzel kızcağız kim? O ağladıkça yüreğim (hun) oluyor. Ne olmuş ona a zavallı?. — Sorma Hasna Hanım’cığım sorma… Bu da bir masal. Vapur, lodostan yavaş yavaş sallanıyordu. Hasna Hanım alnını avucuna dayadı. Lodostan etkilendiğini gösterircesine bir süre gözlerini süzdü, durdu, sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi toplanarak çantasını açtı.

içinden üç dört baş kakule çıkardı. Bir tanesini kendi ağzına attıktan sonra yanındakile de birer baş verdi. Bir tane de o güzel kıza uzatarak: — Hanım kızım, al ye… Safra bastırır, iyidir. Aman bilmem benim lodosa hiç yüzüm yoktur da herkesi de öyle sanıyorum. 12 NİMETŞİNAS Kız: — Teşekkür ederim Hanımefendi. dedi. Kakuleyi nezaketle aldı. Pembe, ince, duygulu dudaklarının arasına sıkıştırdı… Vapur, Marmara ile Boğaz’m kavşağında sallanırken, üzgün kız parmağıyle önce Üsküdar Mezarlığını, o sık servileri, sonra Marmara’nın uzak ufuklarını göstererek mendili gözlerine kapadı. Sessizce, fakat göğsü sarsıla sarsıla ağlıyor. O lâcivert ufuklara karşı mezarlığın acıklı durumu da ince gönlüne dokandı? Yoksa o ufuklarm ardında gizlenmiş, yahut o servilerin altında uyumuşlardan özlemini çektiği biri mi vardı? Hasna Hanım, Fatma’nın kulağına: — Söyle bu çocuğa ağlamasın, merakıma dokunuyor. Babasına mı ağlıyor, anasına mı, yoksa nişanlısına mı? — Ne babasına, ne anasına, ne de nişanlısına… Bu akşam Didar Hanım’da değil misin? Hepsini anlarsın… Hasna Hanım, üzgün kızı avutmak için türlü şaklabanlıklara başladı. Zavallı kız, yasının başkalarına da geçmesinden korkarak artık ağlamamaya çalışıyordu. Fakat elde değil, onlar gibi söyleyip gülemiyordu. Hasna Hanım’m şakalarıyle yolun uzunluğu pek belli olmadan vapur Köprü’ye yanaştı. Yolcular hep birden ayağa kalktı.

Birbirini ite kaka herkes çıkmak için bir yol ararken Hasna Hanım’la Fatma Hanım birbirlerini kaybettiler. Fatma Hanım, arkadaşı iki kadınla Köprü’ye çıktı. Orada bir süre durarak sonradan çıkanlar arasında Hasna’nm gözükmesini bekledi. Fakat yine göremedi. — O bizden önce çıkmış, bizi yürüdü sanarak Köprü başına kadar koşup gitmiştir. Şimdi orada tramvayların durduğu yerde bizi bekler, diyerek arkadaşlarıyle yola düzüldü. Köprü başına geldiler, her yanı araştırdılar. Fakat Hasna Hanım meydanda yoktu. Artık Hasna Hanım’ı bulmaktan umut kestiler. NİMETŞİNAS 13 Bahçekapısmda, her yanı arabalar, tramvaylarla çevrili olan o meydancıkta siyah çarşaflı bu üç kadm koltuklarında-ki iri bohçalarm bunaltıcı ağırlıklarından bir an önce kurtulmak için ne yapmak gerekeceğini düşünmek üzere kalabalık arasında birbirlerine sokularak bir süre durdular. Sonra biri: — Tramvaya binecek değil miyiz? Haydi yürüyünüz gidelim. Burada durup da itilip kakılmada ne mana var?., dedi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir