Huseyin Rahmi Gurpinar – Şık

Şık denilince elinde gantı, cebinde kartı olan, fakat üstünde parası bulunmayan şımarık, hemen bastonuyle, kostümüyle, gözlüğüyle gözlerde canlanır. Herkesin karşısına bu biçimde çıkan bir genç, zamanımızda ahlâkı bozulmuş, hoppalığı pek artırmış olmakla suçlanarak çevresinde küçük görülür. Oysa bu suçlamalar bazen de haksız oluyor. Çünkü eline gant giyenlerin, cebinde kart taşıyanların hepsini de şıktır diye küçümsemeye kalkışmak gerekmez. Asıl eleştirilecek olan şıklar, esasen hiç bir artam ve erdeme sahip olmayıp davranışları birer adi taklitçilikten öteye geçemeyenler, her gören veya duyanları güldürecek, acındıracak birtakım gülünç haller gösterenlerdir. Bu konuda güzel bir ömek olarak, okuyuculara, işte bizim Şatıroğlu Şöhret Beyi göstereceğiz. Şatıroğluluğu, eski bir soydan gelen ya da başka nedenlere dayanan bir ad sanmayınız. Şöhret, sırf böyle bir sanla anılmayı arzu ettiği için adının yanına bir de Şatıroğluluk katmıştır. Şöhret pek şıktır. Ama nasıl şık? Bu kelime kötü anlam bakımından ne kadar genişletilebilirse işte öylesine şıktır. Bilirsiniz ya? Şıklık yalnız kıyafetle olmaz. Yaradılış ve ahlâk bakımından da şık olmak gerekir. Kıyafette görülen aşırı şıklık bazen insanın yaradılışına karışan kötülüklerin dış belirtileri demektir. Bir erkek pudra, düzgün, allık, kırmızılık gibi kadınlara özgü olan süs eşyasını kullanmakta kadınları geçerse onun ahlâkından kuşkulanılabilir. Tanrı kadını kadın, erkeği erkek olmak üzere yaratmıştır.


Yarattığı her eser karşısında bizi hayran bırakan o yüce güç sahibi, en büyük olgunluğunu kadınla erkeği birbirine karşı pek çekici bir özellikte yaratmakla göstermiştir. Tabü Tarih’i okumuş. Görmüş olanlar bilirler, kadın erkekten yalnız vücut yapısıyle değil, daha birçok bakımlardan büyük bir ayrılık gösterir. Kadınların yaradılışlarında görülen incelik, vücutlarındaki kadınlığa özgü olan hoşluk, güzellik niçin o kadar göz alıcıdır? Kendilerine eş olmak için yaratılan erkeklerin bakışlarını ve tutkularını çekmek için değil mi? Tabiat her iki cinse de kendine özgü bir başka güzellik vermiş. Bir güzel kadının vücudunun görünüşü değil, bazen zihinde canlanması bile nasıl bir erkeğin sinirlerine gerginlik verirse, böylece bir erkeğin daha iri ve tüylü olan vücudu da kadın üzerinde aynı etkiyi yapar. Zevk sahibi bir erkek nasıl bıyıklı bir kadından hoşlanmazsa, böylece zevk sahibi bir kadın da düzgünle, rastıkla erkeklik güzelliğini değiştirmeye çalışan bir adamdan hoşlanmaz. İşte bizim Şatıroğlu böyle korsalı, pudralı şıklardandır. Modaya pek meraklıdır. Fakat varlık bakımından öyle ünlü terzilerin dükkânlarına yanaşacak durumda olmadığı için sokak içlerinde, tenha yerlerde çalışan sünepe terzilerin başlarına belâ olur. Çünkü bir pantolona, biçilip dikilme hakkı olarak hem üç çeyrek mecidiyeden fazla vermez, hem de pantolonu bacağına giydikten sonra ünlü Mir’in makasındaki ustalığı bunda göremediği için zavallı terziye bir söylemediğini bırakmaz. Nihayet getirdiği kumaşı ziyan etmiş olduğunu söyleyerek üç çeyreğin yüz parasını daha kesmeye kalkışır. Örneğin bu yıl dar elbise giymek moda değil mi? Bizim Şatıroğlu kostümü o kadar darlaştırır ki, öteki şıklarınki gerçekten onun kostümünün yanında bol kalır. Yakalıkların enlileştiğini görünce, ertesi gün kulaklarının uçlarına değecek kadar enli bir yakalık diktirip takar. İşte her süsü böyle benzetme veya benzetmeyi de aşırarak moda olan şey her ne ise onun pek aşırısını yaparak âleme gülünç olur. Elde meraklı çok.

Sokakta ona rastlayanlar aklından zoru olup olmadığını anlamak için dikkatle yüzüne baktıkça zavallı Şatıroğlu : «İşte bugünkü kıyafet ve süsümün olgunluğu halk üzerinde etkisini gösterdi. Herkes kostümüme, güzelliğime hayran oluyor.» diye sevinir. Ve zaten Deli Corci gibi oyuna yakın hoppalıkla yürümek âdeti iken bugün zıp zıp sıçramak derecelerine varır. Şatıroğlu, süse, düzene olan merakı ölçüsünde yüz bakımından çirkindir. Zaten çirkinlerin süse düşkünlükleri güzellerden fazla değil midir? Bazı öyle çehre züğürtleri vardır ki, süslendikçe çirkinleşir. İşte bizim Şöhret de bunlardandır. Fakat bu hali günde birkaç kere saçlarını tarayıp tuvaletini alamod düzeltmesine asla engel olmaz. Şöhret, kendisini çirkin mi zanneder sanırsınız? Ne gezer?! Kendi yüzü hakkındaki kanısına baş vurulsa dünyanın beş kıtasında kendi gibi yüz güzelliğine sahip birinin bulunabileceğinden şüphe ettiği görülür. Onun çirkinliği yalnız şunun bunun birer boş yargısından ibarettir. Eksiklik onun güzelliğinde değil, öyle karar verenlerin, güzellik ve çirkinlik konusunda yanılmış olanların duygularındadır. Şöhret Bey der ki : «Bana çirkin diyenlerde asla tabiat yoktur. Bu zavallılar müzikten en güzel bir parça dinleyip de hiç bir güzellik duymayan ve ünlü bir ressamın yaratıcı fırçasından çıkan bir tabloya bakıp da hiç bir şey anlamayan yabanilere benzerler. Estetiğin ne olduğunu bilmeyen böyle adamlar güzellikten, çirkinlikten ne anlarlar? Benim güzelliğim hakkında bir yargıya varabilmek yetkisi ancak güzel sanatlarla uğraşanlarla ilgili bir konudur.» Şatıroğlu’nun şu sözleriyle güzel sanatlarla uğraşan sanatçıların beğenisine ve değerlendirmesine sunduğu şirin yüzünü hele bir görelim : Efendim, Şık’ımda renk esmer, yüz, insanların orangutan soyundan azman olduğunu iddia eden bazı bilim ve fikir adamlarının sözlerini kabul ettirecek derecede kaba ve uzun.

Alt çene ileriye doğru çıkık. Kara kaşların her biri ikişer parmak enliliğinde. Burun Fransızların aquilin dedikleri biçimde, yani gaga gibi. Ufacık siyah gözler pek çukurda. Boy sırık, endam zayıf. Yaş aşağı yukarı yirmi beş –yirmi altı kadar. Şöhret Bey bundan birkaç ay önce Beyoğlu âlemlerinin birinde – kendi deyimince – bir conquete yapmış, yani bir kadının gönlünü çekerek birbirlerine muhabbetlerini bildirmişler. Şık, madamın evine gidip gelmeye başlamış, ilişkiyi ilerletmişler. Muhabbeti koyulaştırmışlar. Bilirsiniz ya, bu türlü koyulaşan muhabbetlerin kıvamı parayla gelir. Halbuki bizim Şatıroğlu. Sanma o mestane nigâhı aşktandır İnan vallahi ki açliktandir. Dizelerine uyacak biçimde tırıl şıklardandır. Anneden, babadan kibar olmadığı gibi kendi çalışma ve çabalarıyle de bir şeyler kazanmak meziyetinden tamamıyle yoksundur. Gerçi kendisi «…» kalemine devam ederse de bu devamı yalnız bir sözden ibarettir.

Kaleme niçin böyle seyrek geldiğinin nedeni kendisinden sorulsa, aldığı yüz elli altı buçuk kuruş maaşı o büyük zekâ ve kültürlüyle uygun bulmadığı için olduğu karşılığını verir. Şatıroğlu, aşk ilişkisi kurduğu madamın evine yirmi gün kadar gidip gelir. O aralık nasılsa eline geçirebilmiş olduğu beş-on lirayı bu gidip gelme sırasında yiyip bitirir. Metresiyle geçirmiş olduğu bu yirmi günlük yaşantı Şık’ın kalbinde bir iz bırakır. Ama ne çare ki bin türlü zorlukla ancak elde edebildiği o beş-on altının bitmesi, Şık’ı sevgili metresinden ayrılmaya zorunlu kılar. Ayrılıktan bir istek ve özlem doğacağı belli. Şık, bu ayrılık ateşine çok vakit dayanamayacağını anlar. Ama ne yapsın? Metresiyle kendi arasında olan sevgi bağı paradır. Onsuz isteğine kavuşmak mümkün değil. Para bulmak için pek çok yollar düşünür. Hayli girişimlere kalkışır. Hep başarısızlık tarafı yüz gösterir. Sonunda annesinin elmas küpelerini çalıp satmak ve böylece muhtaç olduğu parayı sağlamak yolu aklına gelir. Başlangıçta bu yoldan para sağlamak Şık’a kolay görünürse de sonradan işin fena bir sonuca varacağını düşünür. Çünkü Şık’ın annesi, İstanbul’da bir eşi daha bulunmaz kurnazlıkta ve kadınlarca – eli bayraklı – deyimiyle anlatılandan daha edepsiz bir kadındır.

Tanrı korusun, küpesinin uğradığı kazayı haber alırsa bu kadın neler yapmaz? Sonra annesinin elinden yakayı Şık nasıl kurtarır? Kimbilir bu hırsızlığın sonunda ne rezaletler baş gösterecektir? Fakat öte yandan Şık’ı bu hırsızlığa zorlayan isteğe karşı koyabilmek de çok zor. Şık iki gün bu hırsızlığı yapıp yapmamak arasında kararsız kalır. Ama sonunda «Ben birkaç gün daha metresimle yaşayım da isterse ondan sonra kıyametler kopsun» der ve bu işi yapmağa karar verir. Bir gün annesinin evde bulunmadığını fırsat sayar. Kadının sandığını kırar. Küpeleri çalar. Kuyumcu çarşısında mezata verir. Küpelerin alt sallantılarından bazıları düşmüş ve bir tanesinin de orta yerindeki pırlanta taşın dibi iğne ile karıştırılmış olduğu kusur bulunarak bunlara bin kuruştan fazla para veren olmaz. Eğer bu kusurları bulunmamış olsa bin beş yüz, belki de iki bine kadar değerleri bulunduğu Şık’a söylenir. Şık bu miktar paraya memnunlukla razı olur. Küpeleri satar. Paraları cebine koyduktan sonra metresinin Pangaltı’daki evine can atar. Şatıroğlunun metresi Madam Potiş piyasa aşiftelerinin en bayağılarındandır. Madam Potiş, kötü halce vardığı taşkınlıktan dolayı bugünkü uygar âlemin düşkün kadınlara sığmak olarak açık bıraktığı genelevlerin pek çoklarından bile kovulmuştur. Bu derece aşağılık bir geçime alışmış bulunan kadınlar ne kadar sıkıntı ve yokluk çekseler yine rezilce sanatlar dışında namuslu bir iş tutma gücünü gösteremezler.

Madam Potiş, avladığı Şöhret Bey gibi müşterilerden boş kaldıkça bazı geceler aç yatmak zorunluğuna kadar düşerdi. Şöhret Bey yaradılıştan aptal denecek kadar saf gönüllü, Madam Potiş ise böyle Şöhret tipinde bulunan insanları istediği gibi yönetecek derecede sanatının ustasıdır. İlişkilerinin başladığı ilk günlerde Madam Potiş Şık’ın her halini incelemiş, o zavallının dünyada en çok özendiği şeyin alafrangalık olduğunu, bütün hareket ve davranışlarını Frenkliğe göre uygulamağa uğraştığını, fakat o yaşantıya bu düşkünlüğü, bu aşırı isteği ölçüsünde Avrupa âdetlerinin büsbütün yabancısı bulunduğunu anlamıştı. Madam, Şöhret’in bu halini anlayınca zavallıya metreslikten çok mürebbiyelik etmeğe başladı. Alafrangalığı ileriye sürerek Şık’a her istediği şeyi yaptırıyordu. Bu nazlım, gayet uzun boylu, şişman, çilli ve kırmızı yüzlü, endamca çirkin, tatsız tuzsuz, otuz beşini geçkin bir kadındır. Aslında Fransız olduğu için anadilini çok düzgün ve o milletin kadınlarına özgü hoş bir ağızla söylediğinden o konuştukça Şöhret hayran olup kalırdı. Avrupa gelenek ve göreneklerinin tutkunu olan Şatıroğlu, böyle güzel Fransızca konuşan metresini koluna takıp da Beyoğlu’nun kendi gibi şıklara mahsus yerlerinde dolaşmayı kendine en büyük şeref sayardı. Şöhret’in geldiğini görünce Madam Potiş sanki son derece sevinmiş gibi birtakım yapma yaygaralar, çırpınmalar yaptı ki, zavallı Şık, sevgilisi tarafından bu kadar özlenebileceğini, böylesine bir iyi kabul göreceğini aklına bile getirmemişti. Karı, Şık’ın boynuna sarılarak bir buçuk aya yakın bir süreden beri hiç gelip kendini sormamış olduğu için sitemlere, çıkışmalara başladı. Şık kendisini temize çıkarmak için bin türlü yalanlar bulup söylüyordu. Bu yolda birtakım şakalar falan olup bittikten sonra nihayet bir buçuk ay süren ayrılığın acısını çıkarmak üzere bu akşam mükemmel surette eğlenmeye karar verdiler. Nerelerde ve nasıl gezeceklerine dair bir program yapıldı. Program hazırlandıktan sonra aralarında şöyle bir konuşma başladı: Şöhret Bey: — Madam, gerek parlak güzelliğiniz ve gerek ince davranışlarınızla bu gece Beyoğlu’ndaki kadınların hepsine üstün gelecek ve bundan dolayı kadın eşliğinde çıkan öteki erkeklere karşı beni haklı bir kıvançta bulunduracaksınız. Ama bu kadar mükemmelliğin yanı sıra bir eksiğimiz var ki, ona dikkat edenlerin içinde bizi ayıplayanlar bulunabilir.

— Sevgili Şöhret, o eksiğimiz nedir? Söyle. Eğer yapılması mümkün bir şeyse yerine getirmekten geri durmayız. — Eksiğimiz, sokağa çıktığımız vakit zinciri elimizde, kâh arkamız sıra bizi izler, kâh ton ton önümüze geçer, hoş bir köpeğimiz bulunmamasıdır. Madam Potiş, herkesin sokakta kendilerini ayıplamağa kadar varacağı eksiğin köpek olduğunu anlayınca hemen bir kahkaha salıvermek ister, ama yine de kendini tutar. Çünkü bu sözünden Şöhret’in ne kadar alafrangalık tutkunu ahmak bir herif olduğu karının gözünde bir kat daha bir kesinlikle meydana çıkar. Madam Potiş, Şöhret’in bu sözlerine gülmek değil, tersine bu yoldaki düşüncelerini doğru bulmakla kendi çıkar kapılarını açmış olacağını hesaplamıştı. Bunun üzerine hemen karşılık verdi: — Benim güzel Şöhret’çiğim, alafranga âdetlerin bütün inceliklerini nasıl da bilir. Öyle ya, her bir süsleri mükemmel olarak sokağa çıkan bir erkekle kadımn yanlarında bir zarif köpek bulunmaması Avrupa’ca büyük ayıplardan sayılır. Allah göstermesin, niçin herkesin kınayan bakışlarına uğrayalım? Elbette güzel bir köpek bulur da öyle sokağa çıkarız.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir