Ihsan Atasoy – Allah Resulu ile 24 Saat

Bu kitabı okurken, lütfen hayalinizi de elinize alınız, tıpkı bir kamera gibi… Çünkü bu asrın sahilinden dalacak, zamanın deryasından geçecek, Ceziretü’l-Arap’a çıkacağız. O zâtı vazife başında görüp ziyaret edeceğiz. Haydi, atın üstünüzden gaflet örtülerini, dalın mazinin derinliklerine! Bakın, yüzlerce kişi arasında nasıl da seçiliyor… Nasıl bir güzellik, nasıl bir cazibe bu! Yıldızlar arasında dolunay gibi… Güneş, sanki yüzünde yürüyor. Yeryüzü ayakları altında dürülüyor. Yürürken kevn ü mekân selâma duruyor. Yaklaşıyoruz edeple… Sessizce giriyoruz huzura… Etrafında halka olmuşlara bakıyoruz: Hepsi ona meftun, hepsi ona meclup… Bak, bir şeyler anlatıyor. Herkes pür dikkat onu dinliyor. Nefes dahi almıyorlar. Şimdi minbere çıktı, tane tane konuşuyor. Öyle bir Sultandan haberler getiriyor ki, Onun mülkünde ay bir sinek, dünya bir pervane, güneş muhteşem bir lamba; dönüyor, dönüyorlar… Konuştukça kâinatın düğümleri çözülüyor, sırları açılıyor, ebedî âlemin ufukları aydınlanıyor. Çünkü o, bilmediğimiz âlemlerden haberler getiriyor. Konuştukça varlıklar üzerinden anlamsızlık perdeleri kalkıyor. Saadet ufukları ışıl ışıl aydınlanıyor. İnsanlığa ötelerden müjdeler sunuyor. Kalplerin sevgilisi, akılların muallimi, ruhların sultanı olan o zâta bak! Nuru Şarktan Garba tüm dünyayı tuttu.


O tüm insanlığa imam oldu. Arkasında kâinat saf tutmuş, namaz kılıyor. Yerküresi üstünde durup ellerini mülk âleminin en ucunda yer alan Arş-ı Azama kaldırmış, bütün varlıklar adına saadet-i ebediye istiyor, likâ istiyor, bekâ istiyor. O görüyor ve gördüğünü söylüyor. “Cehennemi gördüm, Cenneti temaşa ettim” diyor. Şimdi bak, sokakta yürüyor, çocuklarla şakalaşıyor. Medine çarşısında denetim yapıyor. Şimdi de yabancı heyetleri kabul ediyor. Bu defa sefere çıkmış, devesinin üstünde yol alıyor. Bak ağlıyor, o rahmet deryası, gözlerinden inciler dökülüyor. Şimdi ise tebessümünden güller açıyor. Ve yüzünde öfke izi… Eliyle bir takım işaretler yapıyor. Bak, mübarek elini birinin omuzuna koydu, sırtını sıvazlıyor. Bir kadın ona yanaşıp bir şeyler soruyor. Başı önde, ciddiyetle onu dinliyor ve cevaplıyor.

Şimdi bir bağa girdi. Deve ağlıyor, sahibini ona şikayet ediyor. Avucuna taşları aldı. Zikrediyorlar: “Sübhanallah, sübhanallah!” Herkes ona koşuyor, güneşin cazibesine kapılan gezegenler gibi… “Anam babam sana feda olsun”u ne de çok tekrarlıyorlar. Bir nida duyuluyor: “Essalâtü camia!” Mutlaka Bilal’dir bu… Halkın mescitte toplanmasını istiyor. Belli ki emir yüksek yerden, ta Arş-ı A’la’dan, gökler ötesinden… Bir grup Yahudi âlimi ona doğru geliyor. Sorular soruyorlar. Cevaplar karşısında, “Bunları bir peygamberden başkası bilemez” diyorlar. Ama yine de Müslüman olmaktan çekiniyorlar. Gelin! Bu harikulâde icraatlar meydanını temaşa edelim. Asr-ı Saadet günlerine gidelim. Her olayın odak noktasında onu bulalım. Mübarek cemâlini doya doya seyredelim. O güzeller güzelinin feyzine erelim. Gelin! Zamanın o en kutlu diliminde, nurlu hatıralardan kare kare oluşan bu kitabın sayfaları arasına dalalım.

Süt berraklığında hadislerinden oluşan tablolarda kendimizi bulalım. O güneşin etrafındaki yıldızlar arasına dalıp onu izleyelim. Gelin, tefekkürü keyiflendirelim. * * * Bu kitapta yer alan olaylar, sadece sözden ibaret değil; bir oluş, bir hareket ve bir duruş ifade eden, canlı ve nurlu senaryolardan oluşuyor. Hareket, heyecan ve diyalog ihtiva eden bu hadis-i şerifleri seçip yeniden Türkçeleştirdik. Maksadımız, olayların geçtiği o asra, o güne, o saate ve o ana gidip hayalen onu vazife başında görmek ve ziyaret etmektir. Onu yaşamak ve onu yaşatmaktır. Her an onunla olmak, onunla dolmaktır. Onun nurlu izini sürmekle sünnetinin etkisini, üzerimizde kalıcı kılmaktır. Bu yüzden uzun yorumlara girmedik. Çoğu kez, olayların tabii akışı içinde ortaya çıkan mesajla yetindik. Bununla birlikte bölümlerin girişine ve bazı hadislerin arkalarına eklediğimiz notlarla manayı zenginleştirmeye gayret ettik. Gayret bizden, tevfik Allah’tan… İsim sizi yanıltmasın. Kitap Allah Resulü’nün 24 saatini anlatmıyor. 24 saatten ibaret olan dünya günü içinde olup biten Asr-ı Saadet olaylarından oluşuyor.

Zamanlarımızı hep onunla doldurmak ve onun yüce şefaatine nail olmak dileğiyle… İhsan ATASOY Yenibosna, 2004 Kâinatın Yaratılışı Allah Resulü, yüce tefekkür ve iman konularını daha ziyade Kur’an’a bırakır. Kur’an’da veciz olarak geçen konular üzerinde açıklamalarda bulunur. Zira Kur’an, baştan sona kâinatın yaratıcısını ve yaratılış hikmetlerini ele alır. Bu bakımdan, hadislerde, bu konularda fazla bir açıklamaya rastlanmaz. Ancak zaman zaman sahabelerin sordukları sorulara verilen cevaplar dolayısıyla, kâinatın öncesi, yaratılışı, yedi kat sema ve yedi arz ile ilgili bazı açıklamalara rastlarız. İşte bu gelen hadisler ve hâdiseler bunlardan ibarettir. Âlemin Öncesi İmran b. Husayn (r.a.) anlatıyor: Mescide girdim. Resulullah’ın (a.s.m.) huzuruna vardım. Yanında, Beni Temim kabilesinden gelen bir grup vardı.

Onlara: “Ey Temim oğulları! Sizlere müjde” diye hitap etmeye başladı. Fakat onlar, Resulullah’ın (a.s.m.) müjdesini dinlemeden: “Bize önce, hazineden iki kez bağışta bulun” dediler. Resulullah’ın (a.s.m.) yüzünün rengi değişmişti. Tam o sırada Yemen’den başka bir grup geldi. Hayber’in fethedildiği zamandı. Onlara: “Ey Yemenliler! Temim oğullarının kabul etmediği müjdeyi siz kabul eder misiniz?” dedi. Onlar: “Kabul ettik, ya Resulallah” dediler ve ilâve ettiler: “Biz zaten dinimizi öğrenmeye ve kâinatın yaratılışının başı ne idi, onu zâtınızdan sormaya geldik” dediler. Bunun üzerine Resulullah (a.s.

m.) şöyle buyurdu: “Her şeyden evvel sadece Allah vardı. Ondan önce hiçbir şey yoktu. Arş’ı su üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra her şeyi Zikr’de kaydetti.” (Buhari, Meğazi, 67, 74) * * * Aynı konuda Ebu Rezin el-Ukeyli şöyle anlatıyor: “Varlıkları yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?” dedim. Buyurdu ki: “Ama’da idi. Ne altında bir hava, ne üstünde bir hava vardı. Arş’ını da su üzerinde yaratmıştı.” Ahmed b. Hanbel’in ifadesine göre Yezid demiş ki: “Ama’ demek, Allah’la birlikte hiçbir şey yoktu, demektir.” (Tirmizi, Tefsir, Hud, 3108) Âlimler, Arş’ı kâinatı her cihetten kuşatan kürevî bir felek olarak anlatmışlardır. Bediüzzaman da Arş-ı A’zama “Kâinatın daire-i a’zamiyesinin ünvanı” der. (Sözler, Söz Basım Yayın, s.

769)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir