Ihsan Atasoy – Ceylan Caliskan

KENDİSİNİ GÖREMEDİM. Ama daha Nur sarayının eşiğinde bir delikanlıyken, 1963’te, Gaziantep’te, onun vefat haberini yaşlı gözlerle anlatan Nazım Gökçek’ten duyduğumdan beri, yüreğimde ona karşı ayrı bir sevgi vardır. Can Çocuk, Canan Çocuk ve Ceylan Çocuk! Evet, onun bahsi olunca Bayrak ve Fetih Şairi Arif Nihat Asya’nın “Ceylan Çocuk!” isimli nefis yazısı gelir hatırıma. Ne gariptir ki, onun vefat ettiğinden hemen sonra, Eylül 1963’de, gazetelerde bir haber çıkar. Haber, Bağdat çöllerinde avcıların bulduğu bir çocuktur. Ceylanlarla beraber yaşayan bu çocuk, konuşmayı bilmez. Ceylanlarla kala kala bir nevi ceylanlaşır, hareketleri bile ceylancadır. Gözleri bile sürmeli ceylan bakışlıdır. Avcılar onu alır, terbiye edip yeniden insan hayatına kazandırmak isterler. “Nerdesin Ey Ceylan Çocuk!” Bu haber üzerine Arif Nihat Asya kaleme sarılır ve “Ceylan Çocuk!” diye duygusal bir yazı kaleme alır. Yazı aynen şöyledir: “Ey Kerbela çöllerinde ahularla oynaşa oynaşa ahulaşan çocuk! Benim düşündüğüm, insanla ceylan arası yeni soy, güzel soy, iyi soy sen miydin? Seni ahu gözlerinden öpmek isterdim. Nerdesin ey ceylan çocuk? Bizim sana öğretilecek değerde nemiz var ki, öğretelim? İnsanca, ahucadan daha güzel mi sanki? Dön çöllerine ceylan çocuk! Bu yataklar, bu yorganlar, sana göre değil. Uyan çocuk, uyan çocuk! Ey ağzı ceylan sütü kokan ceylan çocuk! Çöl yıldızları ne kadar parlaktı. Kumlar ne kadar sıcaktı. Kim derdi bir ahu, bir gün tavanlarda çölün yıldızlarını arayacaktı. Çöllerin, kumların, yıldızların rüyalarda kaldı. Yum gözlerini ceylan çocuk!” Evet, bu yazıyı hatırlarım ve bu yazıda Ceylan’ı düşlerim hep. Ceylan da o ahulardan daha berrak, Üstad ikliminde yetişen Ceylan bir çocuktu. Üstad’dan sonra insanlara karışmak istedi. Fakat kader ona “Sen hep Ceylan Çocuk saflığında ol! Karışma bu dünya ehline, çöl saflığıyla kal!” dedi ve gözlerini bu âleme yumdu. Ahu gözlü huriler âlemine göçtü. Ceylan denince yüreğimde iki Abdurrahman canlanır. Bunlar aynı zamanda Nur Üstad’ın iki ceylanıdır. Deha, zekâ ve Nur dolu ceylanları… 1958 yılı… Nur kahramanlarını Ankara Cezaevi’nde toplarlar. Mahkeme kararında Ceylan’a ait bilgiler şöyledir: “Emirdağ kazasının İncili Mahallesi’nden olup, Isparta’da Kepeci Mahallesi, Kemeraltı Sokak, No: 6’da oturur. Bekâr, okuryazar, sabıkasız… Mehmet oğlu Ayşe’den doğan, 1930 doğumlu, Kadir Ceylan Çalışkan!” Ruhun şad olsun Ceylan Çocuk. Üstad’ın yanında bize de şefaat et! Kadirler, Abdülkadirler, Ceylanlar sadece Bağdat çöllerinde boy atmaz… Erenler, evliyalar bir mekâna sığmazlar. Bolvadin’de de Abdülkadir Geylani türbesi vardır. Ve işte bu yüzden Abdülkadirler, Ceylanlar, Kadirler bu bölgede çoklukla bulunurlar. Üstad Emirdağ’da Ceylan’ını bulur ve bağrına basar. Ceylan, o sultana manevi evlattır artık. Her an hizmetindedir. Giderek kemal bulur. “Ceylan Benim Vekilimdir” Üstad’ın vefatından sonra Ceylan Çocuk ahular âleminden dünyaya dönmek ister. İstanbul’da iş kurar, evlenir. Hemen ardından Ceylanlığı bozulmadan, ahularla kazandığı saflığı zedelenmeden öteki âleme gider, şehit olur… Ona ağlayanlar içinde bana en çok dokunan Bakırköy Hastanesi’nde mübarek naaşını gören Ziya Arun’dur. Mevtasının üzerine kapanarak “Üstad seni dünyaya vermeyeceğim demişti” diyerek hüngür hüngür ağlar. Ve o güne kadar kimsenin bilmediği, görmediği bir yazı çıkar cebinden: “Ceylan benim vekilimdir. Nur’a ait işleri benim hesabıma yapar. Said Nursî” Ne büyük bahtiyarlık! Nüktedan, hazırcevap, şakacı Ceylan, dünyanın faniliklerine dalmadan Nur Üstad’ın; “Ceylan! Senin hayatın Nurlar’a aittir. Seni dünyaya vermeyeceğim. Eğer sen dünyaya dönersen, senin hayatın pek kısa olacaktır!” sözüne mazhar olur. Evet, Nur Üstad’ın dediği gibi Ceylan’ın dünyası pek kısa olur ve Nur âlemine saf bir ahu gibi şehit olarak göçer. Allah, Nur Ceylan’a binler rahmet eylesin. Nur Üstad ve Nur ağabeylerle ilgili hatıraları yeni bir heyecanla araştırıp kaleme alan İhsan Atasoy kardeşimi tebrik eder, yeni çalışmalarında Cenab-ı Hak’tan muvaffakiyetler dilerim. Necmeddin ŞAHİNER Bediüzzaman’ın Zeki Talebesi HAYATI HEP SÜRGÜN, gözaltı ve hapis üçgeninde geçen “Mazlum Bediüzzaman” birinden kurtulsa, mutlaka diğerine yakalanır. Çünkü o, “felaket ve helaket asrının adamı”dır. Denizli Hapsi’nden çıktıktan sonra, onun için en çetin ve sıkıntılı yıllar başlar: 1944-1950 arası, Emirdağ sürgün yılları… Hükümet tarafından ikamete mecbur edildiği bu kasabada, hapsi ve kabri aratacak zorluklar bekler kendisini. Fakat her zorlukla beraber bir kolaylık yaratan Allah, Emirdağ’da, kendisine öz evlattan daha sadık bir talebe nasip eder. İşte bu pek zeki, cesur, manevi evlat Ceylan Çalışkan’dır… Ceylan, Emirdağ’ın “Çalışkanlar” ailesine mensup Mehmet Çalışkan’ın oğludur. İsmi gibi cevval, zeki, hazırcevap, nüktedan ve maharetli bir gençtir. Yaşı henüz on dörttür. Ama adeta “büyümüş de küçülmüş” gibidir. Emirdağ sürgününde Allah, Ceylan’ı, bir ilk mükâfat olarak Nur Adam’ın karşısına çıkarır. Ceylan küçük yaşta, Bediüzzaman’ın vekili olma şerefine nail olur. Üstad, zaman zaman verdiği mektuplarla onu, kendi adına, devlet yetkilileriyle görüşmeye gönderir. Ceylan, Nur Adam’la hoca ve talebeden çok, dede-torun ilişkisi içinde bir hayat sürer. Ona kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceği latife ve şakaları yapar. Böylece onun sıkıntılarla örülü dünyasını bir nebze de olsa ferahlatır. Ona tebessümler ettirir. Nur Adam, ondan başka kimseye bu izni vermez. Üstad’ın ifadesiyle Ceylan; yaşı küçük, ama “On kişinin işini yapabilecek bir kabiliyete sahip, hem bir Hüsrev, hem de bir Abdurrahman’dır.” Onu, çok değer verdiği iki talebesinin ismiyle yâd etmesi, kendisine atfettiği değeri göstermeye yeter. Bir mektubunda, bunu dile getirirken şöyle der: “Aziz, sıddık kardeşlerim, Benim Abdurrahman’ım ve küçücük bir Hüsrev namını alan Ceylan, vazifesini iki-üç yerde tam yaptı, geldi. Şimdi daha büyük bir vazife için Ankara’ya, Sungur gibi bir vekilim olarak gönderiyorum!” Evet… Nur Adam’ın vekili olmak, az bir mazhariyet değildir. Ceylan, güzel ve çabuk yazan kalemiyle küçük bir Hüsrev, cesur ve anlayışlı bir muhatap olmasıyla da tam bir Abdurrahman’dır. Büyük dava adamları, muhataplarını özellikle zeki ve cesur olanlardan seçerler. Üstad’ın Ceylan’ı seçmesinin başka bir sebebi de yaşının küçük olmasıdır. Zira o günler, inananların sürekli zulüm ve baskı altında olduğu karanlık günlerdir. Böyle nazik bir zamanda, açık vermeyecek, dikkatleri üzerine çekmeyecek, ama büyüklerin işini de yapabilecek küçük yaşta birine ihtiyaç vardır. İşte bu vasıflara sahip, fedai ruhlu, cesur ve aldanmaz Ceylan, tam bu zamanda devreye girer. Hükümet yetkilileriyle Üstad adına görüşmekten tutun da, mektupları çoğaltıp postalamaya, yazılmış eserlerin dağıtılmasına, gelen misafirlerin karşılanıp Üstad’la görüştürülmesine kadar, hatta günlük ihtiyaçların temininden, kırlarda gezdirilmesine kadar, Ceylan her an Nur Adam’ın emrine hazır “kurmay bir eleman” konumundadır. Küçük yaşta kaderin kendisine yüklediği bu büyük sorumluluğun idraki içinde vazifesini hakkıyla yapar. Yaratılıştan üstün kabiliyetlerle donatılmış olan Ceylan’ın bir yönü de dünyaya dönüktür. Hatta Üstad kendisi için, “Ceylan hem dünyanın, hem de ahiretin işini yapmakta muvaffak olur” der. Nitekim bir gün yolları Isparta’dan Barla’ya giderken bir şantiyeye uğrar. Ceylan bir ara gözden kaybolur. Hemen greyderlerden birinin üstüne çıkar, sürücüsünü de ikna ederek, koca aracı kullanmaya başlar! Bu manzarayı gören Üstad: “Fesübhanallah! Ceylan, seni dünyaya vermeyeceğim!” der. Çalışkanlar’ın bu kabına sığmaz çocuğu, Üstad’ın vefatından sonra himmetini ticarî alana da kaydırır ve İstanbul’a gelir. Üstad’ın, “Bu zamanda ila-yı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıftır” sözüne uyarak, bol kazanıp, hizmeti ve hizmet ehlini muhtaç durumdan kurtarmak emelindedir. Bu maksatla iş hayatına atılır. Hatta bazı yakınlarını organize edip, imkânlarını seferber eder. İstanbul’da, minibüsçüleri ilk defa teşkilatlandıran odur. Kısa zamanda büyük gelişme sağlar. Aldığı hatlı bir minibüsün borcunu öderken, ikincisini satın alarak çalıştırmaya başlar. Adeta Ceylan’ın her tuttuğu altın olmakta, işleri hızla ilerlemektedir… Bu arada evlenir, dünya evine girer. Fakat altı ay gibi kısa bir zaman sonra, doğacak biricik kızını dahi göremeden dünyaya veda eder! Böylece, geleceği hakkında Nur Adam’ın “Ceylan senin hayatın uhrevidir, dünyevi olsa pek kısadır!” sözünü doğrulamış olur. Dünyanın kendisine gülmeye başladığı bir anda, tam cennet yaşı olan “otuz üç”ünde bu “âlem-i kevn ü fesattan” ayrılır. Kader bu akıbetle sanki ona, “Sen bu dünyalık değilsin!” der gibidir. Kim bilir, belki hayatta kalsaydı, dünya onu tamamen içine alacak, buna bedel ahireti ağlayacaktı. Ama inanıyoruz ki, şimdi o şehit olarak gittiği ölümsüzlük diyarında, başta Nur Üstad ve dostları ile beraber daimî sürur âleminde, haşir sabahını beklemektedir. Evet… O, Nur Adam’ın haber verdiği gibi şehit olarak ahirete göçer. Bu ölüm, kendisi hakkında dünya hayatı itibarıyla kötü görülebilir. Ama “Kötü gördüğünüz şeylerde sizin için çok hayırlar vardır. Fakat siz bunu bilemezsiniz” İlahî hükmü burada da kendini gösterir ve geride kalanları teselli etmeye yeter

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir