Yavuz Bahadiroglu – Gemide Isyan

Gökyüzünde kara, kapkara bulutlar yığılmıştı. Akşamın alacası gittikçe koyulaşıyordu. Nicedir rahvan adım giden orta yaşlı adam atını tepikledi: “Hızlanmah” diye söylendi, “yağmur bastırmadan ulaşmalı Çimpe Kalesine.” Kale göründüğünde şaşırdı. Bir ışık deryasının içinde yüzüyordu, uzaktan görünüşü gökyüzündeki yıldızlar kadar şendi. “Tuhaf!” diye gülümsedi. “Geldiğimi haber alıp fener alayı mı düzenlediler? Amma da bol ışık var.” Kara bulutlara doğru baktı: “Yağmur bastıracağa benzer, biraz daha hızlanmah.” Sözünü bitirmeye kalmadan keskin bir şimşek çaktı. Gök, gürültülü biçimde gürledi ve ardından şapır şapır yağmaya başladı. 6 SUNGUROĞLU “Aklıma gelen başıma gelir” diye hayıflandı orta yaşlı adam, atını tepikledi: “Hadi aslanım koş! Kaleye kuru varmaktan geçtik, hiç değilse akşam namazını kaçırmayalım.” Zayıf, uzun boyluydu. Sırtında kolsuz deri bir ceket, başında püsküllü bir takke vardı. Akı bol saçları takkesinden dışarı taşmıştı. Yağmur damlaları köse sakalından göğsüne akıyor, serinliğiyle bütün vücudunu ürpertiyordu.


Yorgun olmasına yorgundu. Kemikleri yumuşak bir yatağın hasretiyle sızlıyor, fakat bunu kendi kendine dahi itiraf etmekten korkuyordu. “Az yol gelmedik, iki gündür at tepiklemedeyiz, benim yerimde kim olsa yorulur. Gerçi yaşlıyız yaşlı olmaya, lâkin işimiz bitik değil. Yiğit Sunguroğlu Beyimizle daha nice kavgalara girer, yiğit Orhan Gazimizin emirlerine daha nice intizar edip serhadIere çıkar, nice kâfir kellesi düşürürüz. Bir yol İbrahim Çan’ı bulup haberi verelim, sonrasına Allah Ke- rim.” Kale kapısını doludizgin geçti. O kadar hızlı girdi ki, gelene geçene ruhsat sormakla vazifeli nöbetçi bile şaştı bu işe. Börkünü geri itip alnını kaşıyarak: “Kelle mi götürüyor, yoksa acelesi olan davetlilerden biri midir?” diye söylendi. Sonra sesinin bütün kuvvetiyle arkasından bağırdı: “Heey, yavaş olsana biraz, dursana!.” GEMİDE İSYAN 7 Orta yaşlı adam söylenerek atını durdurdu. “Ne var?” diye sordu nöbetçiye, “kendi kalelerimize rahatlıkla giremeyecek miyiz artık, ne iştir?” Nöbetçi koşaradım yaklaştı. Yine börkünü geri itip alnını kaşıyarak: “Bağışla” dedi, “düğün münasebetiyle hırlısı, hırsızı kaleye üşüştü de Beyimiz bu tedbiri aldı. Kimin nesi olduğunu, niçin geldiğini söyle, gir şehre.” “Önce sen söyle bakalım.

Bu ne kargaşa, bu ne gürültü, bu ne fener alayları? Allah korusun, Çimpe halkı Bizans kefereleri gibi gece boyu eğlenip gündüz akşama kadar uyuma alışkanlığına mı düştü?” “Allah korusun! Hiç öyle şey olur mu? Beyimizin kızı evleniyor; bu gürültü, kalabalık, bu fener alayları o yüzden.” Orta yaşlı adam bu cevaptan sonra iyice rahatlamıştı, gülümsedi: “Ben de bir bozukluk oldu sanıp üzülürdüm. Demek, Bey kızının düğünü var?.” “Var ya… Yeme içme bedava, ama bu gece uyumak istersen başka kapıya! Hâlâ kimin nesi olduğunu söylemedin…” Gürültücü bir kalabalığın savuşmasını bekledikten sonra cevap verdi: “Bursa tarafından gelirim. Orada akıncılar akıncısı, yiğitler yiğidi bir Sunguroğlu var. Adını duymuş musun? Ben onun arkadaşıyım. Bir dostumu görmeye geldim, adıma Köse Yusuf derler. Birtamam sülâlemi öğrendiğine göre ruhsat ver de geçeyim.” 8 SUNGUROĞLU Nöbetçi birden şaşırmış, eli ayağına dolaşmıştı: “Sunguroğlu Beyimizi duymamak olur mu?” diye kekeledi, “onun aziz arkadaşı Köse’yi bilmemek mümkün mü? Şeref verdin, buyur gir şehre; ama izin ver, seni Bey konağına götüreyim.” “Sağ ol. Önce bir cami bulup geçmekte olan akşam namazını kılayım, sonra konağa kendim gide- rim. Hadi Allah’a emanet ol.” GEMİDE İSYAN 9 Atını sürdü. Bir cami önünde mola verip namazını kıldı. Artık İbrahim’i bulup Sunguroğlu’nun davetini bildirmesi lâzımdı.

Kaybedecek fazla vakit yoktu. Geceyi kalede geçirir, hurdahaş olduğunu sandığı kemiklerini bir güzel dinlendirir, sabah namazından sonra İbrahim’le birlikte yola düşerlerdi. Foça seferinden bu yana görüşmemişlerdi. Nerede oturduğunu, ne yaptığını bilmiyordu. Ne yaparsa yapsın Sunguroğlu’nun kendisini çağırdığını duyunca mutlaka zıp zıp zıplayacak ve hemen yola çıkmak isteyecektir. Bundan emindi. Fakat İbrahim’i hiç düşünmediği bir işin içinde buldu. Bey konağının baş köşesine oturmuş, sırmalı kaftanın içinde terliyor, sıkıntıyla boynunu kırıp duruyordu. Köse’yi fark edince bir an şaşırdı, sonra yerinden fırlayarak boynuna atıldı: “Hoş geldin köselerin padişahı! Sunguroğlu Beyim hani, yoksa düğünüme icabet etmedi mi?” Köse her şeyi anladı. Bey kızını İbrahim alıyordu. Bu gece de düğün gecesiydi. Canı fena halde sıkıldı. İbrahim’in birkaç kere düğünü tehir ettiğini biliyordu gerçi, buna rağmen bir gün evleneceğini hiç düşünmemişti. Şimdi ne yapacaktı? “Düğünü boşver İbrahim, gel serhadlere çıkalım, Sunguroğlu öyle istiyor”u nasıl diyecekti? İbrahim hâlâ fellik fellik bakmıyor, etrafta Sunguroğlu’nu arıyordu. Göremeyince üzgün bir tavırla: 10 SUNGUROGLU “Gelmedi ha!.

Belki kendisine danışmadan evlenmeme kızdı. Hakkı var, lâkin Köse Ağam öyle kıstım ki, kımıldayacak hâlim kalmadı. Bey de bastırdıkça bastırdı; ya kızıyla evlenmeliymişim yahut kaleden çekip gitmeliymişim. Gırtlağıma çöreklendiler Köse Ağam, beni anlarsan sen anlarsın ancak. Sunguroğlu bile anlamamış baksana…” Köse sıkıntıyla bakmıyor, meraklı gözlerden kendilerini saklayacak kuytu bir köşe arıyordu. Fakat koca oda ağzına kadar insan doluydu, herkesin başı da merakla kendilerine dönmüştü. “Gel” diye çekti İbrahim’i, “söyleşelim biraz.” Bahçeye çıktılar. Doludizgin yağan yağmura bir çınarı siper ettiler. “İbrahim kardaş, üzgünüm, ama davetin bize ulaşmadı.” “Ne!., ulaşmadı mı? Bir mektup yazmış ve konağın en gözü açık hizmetkârlarından Atman ile göndermiştim yahu! Mektubu almadığınızı mı söylüyorsun?” “Alsak niye almadığımızı söyleyeyim? Hem Sunguroğlu’nu tanırsın. Seni böyle bir gününde yalnız bırakır mıydı?” “Hayretim o yüzden ya zaten! Böyle bir günde arkadaş dediğin yalnız bırakılır mı?” Köse yine sıkıntılı sıkıntılı bakındı. Püsküllü takkesini başından alıp bir süre mıncıkladı, bir müddet köse sakalının kıllarını çekiştirdi. Onu çok iyi tanıyan İbrahim: GEMİDE İSYAN 11 “Neyin var?” diye sordu, “Dilinin altında bir şeyler sakladığından eminim, hadi söyle…” “Söyleyeceğim söylemesine de pek kolay olmuyor gördüğün gibi, nereden başlayacağımı bile bilmiyorum.

” “Sana yardım edeyim öyleyse! Buraya niçin geldiğini anlatmaktan başla.” Köse kıs kıs güldü: “Onu anlatırsam geriye bir şey kalmıyor zaten, fakat hiç zamanı değil.” Merak İbrahim’in gözlerini karartıyordu: “Benimle mi ilgili?” “Ya…” “Yoksa Orhan Beyimizden bir nâme mi var?” “Eh…” “Ne demek eh?. Var mı, yok mu?” “Doğrusunu istersen Orhan Beyimizden yok da Sunguroğlu’dan var. Daha doğrusunu istersen emir Orhan Beyimizin emri de, Sunguroğlu birlikte gitmemizi istiyor. Şu Sen-Jan Şövalyeleri azim keferelikler eder, gemilerimizi, sahillerimizi, köylerimizi basar, kimsede rahat huzur bırakmazlar.” “Hani şu önce Akka’dan, sonra Kıbrıs’tan kovulan serkeşler mi? Menteşoğullarının elinden Rodos’un bir kısmını alıp yerleşmişler diye duymuştum.” “İyi duymuşsun. Yerleşmesine yerleşmişler, velâ12 SUNGUROGLU kin rahat durdukları yok, etrafı kasıp kavuruyorlar. Casusluk işlerine bulaşıyorlar; bu işlerde hayli usta oldukları söylenir.” “Yani Osmanoğulları için tehlike teşkil ediyorlar demeye getiriyorsun.” Şimşek gibi çaktı: “Gayrı durmak abestir. Ata binip düşmeli üzerlerine…” Elini kılıcının daima asılı bulunduğu yere attı. Bomboştu. Düğün münasebetiyle kılıcını çıkarmıştı.

Bu yüzden terzileri bir güzel haşlamıştı. Kılıcını vermemekte direniyor, onlar düğün kılığına münasip düşmeyeceğini öne sürüp ısrar ediyorlardı. Nihayet razı olmuştu. Fakat şimdi çok hayıflanıyordu: “Allah cezalarını versin” diye hınçlandı, “kılıcımı bile çıkarttırdılar, beni kadına döndürdüler bre!.” Köse duymazdan geldi İbrahim’i: “Neyse… Mademki evlenmek üzeresin, mübarek olsun. Ne yapalım? Kısmet bu kadarmış. Biz de başka bir arkadaş bulur, Sen-Jan serkeşlerinin üzerine öyle gideriz. Merak etme, bir hatıra olarak aramızda daima yaşayacaksın…” “Bir ölünün ardından konuşur gibisin. Bre ihtiyar, görmüyor musun ki dipdiriyim, sapasağlamım.” Köse alaycı bir gülüşle dudaklarını büzdü. “Görüyorum canım, kızmana lüzum yok. Ama evli bir akıncının ölü bir akıncıdan pek farkı olmadığını sen de bilirsin.” İbrahim kızgınlığın en doruk yerinde kükredi: GEMİDE İSYAN 13 “Henüz evlenmediğime göre diri bir akıncı sayılırım hâlâ… Yallah bakalım, ardın sıra gelmeye hazırım.” Sesinde samimiyet köpük köpüktü. Köse Yusuf sakalını avuçladı.

İbrahim yamanın da yamanı çıkmıştı. Azıcık coşturmayı düşünürken lâfı fazla kaçırmış, düğünü yarım bırakacak kadar heyecanlandırmıştı. “Şaka ettim yiğidim” dedi, “Hele düğünü yap, hele Beye damat ol; sonra ne zaman istersen gelir, bize katılırsın. Her işte bir hayır gizli olduğuna göre vardır bu işin de hayırlı bir tarafı, canını sıkma.” 14 SUNGUROGLU “Az evvel böyle konuşmuyordun ama ihtiyar, gayri bunun başkaca çaresi kalmadı, ardın sıra geleceğim dedim. Daha ne beklemektesin?” “Hiç öyle olur mu? Sunguroğlu düğününü bozduğumu bir duyarsa derimi yüzer, yerden göğe kadar haklı da olur. Bir şakadır ettik, daimî gevezeliğime ver de üstünde eğleşme, var yavuklunun yanına git, ben de gelip ağız tadıyla nikâhında şahitlik edeyim.” İbrahim zar zor razı oldu. Birlikte konağa girdiler. Herkes hazırlanmış, damadı bekliyordu. Çimpe Beyi: “Nerede kaldın ayoğul?” diye çıkıştı. “Nicedir beklemekteyiz. Gel şöyle de nikâhını kıyalım.” İbrahim son derece ciddî bir tavırla: “Biraz baş başa görüşebilir miyiz Beyim?” Çimpe Beyi şaşırmakla birlikte sordu: “Nikâhtan evvel mi?” “Evvel olması münasiptir.” “Peki öyleyse, madem acele ediyorsun, görüşelim.

” Misafirlerden izin isteyip dışarı çıktı. İbrahim’i küçük bir odaya soktu. Ellerini göğsünde kavuşturarak: “Söyle bakalım, acelen neymiş?” dedi. İbrahim utana sıkıla maksadını açtı. Dinledikçe Çimpe Beyinin kaşları çatılıyor, alnında kırışıklıklar zikzaklanıyordu. GEMİDE İSYAN 15 “Beyim, affınıza sığınırım, şu benim yaptığıma kalleşlik derler biliyorum, lâkin Sunguroğlu’nun davetini nasıl geri çevirebilirim? Vatan hizmet beklerken şahsî meselemi nasıl düşünebilirim? Beni anlayacağınızı umuyorum. Emir sizin, kal derseniz kalırım, her arzunuzu can baş üstüne ederim.” Yaşlı Beyin çatık kaşları ağır ağır düzeldi. Birden elini İbrahim’in omuzuna koydu. “Seni damat seçerken ne kadar isabetli bir karar verdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Bey damadı senin gibi olmalı, tam senin gibi. Gözünde ne evlilik, ne mal mülk; varsa da vatan, yoksa da vatan.” 16 SUNGUROĞLU Kucaklayıp bağrına bastı: “Yolun açık olsun oğul! Sunguroğlu ile eski hukukumuz vardır. Vakıa bizden çokça gençtir, ama bize serdar olacak tecrübededir. Kendisine selâmlarımı söyle.

Haydi uğurola, Allah gazanı mübarek kılsın. Nişanlını merak etme; ben ne yapar eder, onu kandırırım. Biz de eski akıncıyız, akıncının hâlinden akıncı anlar. Lâkin doğru söyle: Bu düşünceyi kafana o köse herif soktu, değil mi?” “Sadece Sunguroğlu’ndan haber getirdi.” “Biz kendisini düğüne beklerken haberi geldi demek… Gelsin; hoş geldi, safa geldi. Var istirahat et, herhalde şafakla yola düşmek istersin…” “Ruhsatınız olursa, hemen yola çıkmak isterim.” “Verdim gitti oğul, kızımı da verdim, ruhsatı da verdim.” Elini öpüp yanından ayrıldı. Buldu Köse’yi: “Yallah atlara, gidiyoruz!.” “Dur hele” diye güldü Köse, “Ne acelen evlât? Şöyle ağız tadıyla bir düğün çorbası içeceğiz, yumuşak bir döşekte ihtiyar kemiklerimizi dinlendireceğiz. Sabah ola hayrola.” Bu sefer İbrahim kıs kıs gülüyordu: “Sen öyle zannet! Nerelerden gelip düğünümü bozarsın da, ben şuracıkta rahatını bozmaz mıyım senin? Ya hemen yola çıkıyoruz veya hiçbir zaman çıkmıyoruz; beğen beğendiğini seç.” “Yani ille de ölümlerden ölüm beğenmek zorundayım.” GEMİDE İSYAN 17 HANDA CURCUNA Köse’nin keyfi iyiden iyiye kaçmıştı. Bu gece bir güzel dinlendikten sonra yola çıkmayı düşünüyordu.

Fakat İbrahim’e de hak veriyordu. Madem düğün bozulmuştu, bir an evvel buradan uzaklaşması lâzımdı. İstemeye istemeye doğruldu: “İlle gidelim, diyorsan gidilir. Lâkin bu yağmuru ne yapacağız?” “Ben şeker olmadığım için erimekten korkmam, sen sekersen başının çaresine bak.” “Pekâlâ, pekâlâ, gidiyoruz! Aha kalktım ya işte, yürü bakalım.” Kimseye belli etmemeye çalışarak dışarı süzüldüler. Atlandıkları gibi karanlığın ortasına daldılar. Yağmur hâlâ doludizgin yağıyor, iki süvari Bursa yolunda at paralıyordu. Köse’nin devamlı ısrarı geceyarısına doğru İbrahim’i insafa getirdi ve nihayet bir handa dinlenmeyi kabul etti. 18 SUNGUROĞLU İndikleri han köhne görünüşlü bir yapıydı, ama uğrayanı boldu. Kıyafetini değiştirmiş Sen-Jan şövalyelerinden papaz kılıklı Bizans casuslarına kadar hemen her tip insana burada rastlamak mümkündü. Bunu çok iyi bilen Köse, hana girmeden önce İbrahim’in kulağına eğildi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir